Kıyametname Kitabının Ana Hatları (1)
Allah'ın kendisini Rab olarak bilmesi, İslam teolojisinde derin bir anlam taşır. "Rab" kelimesi, Arapça kökenli olup "terbiye eden, yetiştiren, yöneten" anlamlarına gelir. Allah'ın Rab sıfatı, O’nun yegane yaratıcı, düzenleyici ve koruyucu olduğunu ifade eder. Bu sıfat, O'nun varlığının ve kudretinin bir ifadesi olup, Allah’ın her şeyi kuşatan ve her şeye kadir olan yüce zatını tanımlar.
HANIF TÜRK
“KIYÂMETNÂME”
‘Milenyum mesnevisi!’ bu mesajların adı!
Açıklanabilecek pek fazla sır kalmadı!
Bu mesajlar! Fantezi bir edebiyât değil!
Gerçek kimliğin için! Onlara ciddi eğil!
Tüm kutsal kitablarda! İnceledim özümü!
Bu yüzden her mesajım ‘“HANİF DİN”’in çözümü!
Birbirini tamamlar! Tekrâr değildir! Niçin?
‘“HAK DİN”’i her cepheden ele aldığı için!
Âdem hikâyesi de! Kur’anda tekrâr tekrâr!
Vicdâna her uydukça! Tekrâr edilir ikrâr!
Kur’anda en küçük harf bir! En büyük bin eder!
Eğer özümsemezsen! Senin bin ömrün gider!
Kırk yıl önce söz verdim! ‘Kıyâmetnâme’dir bu!
Yazdıran da! Yazan da! ‘“Yüce Meclis!”’ Mensubu!
‘Ödülü MUHAMMED’den! Ama Nobel’den değil!’
Diye yazdım bu yüzden o yıl! Sırrına eğil!
Özüm dedi: ‘Neşretme sen!’ ‘Gelmeden milenyum!’
‘Temiz kuşak gelsin de!’ ‘Sen rahat gözünü yum!’
‘Sağırlar duymaz şimdi! Yaptığın uyarını!’
‘O vakit kesinlikle göremezler yarını!’
‘“Toplu toplu atılır cehenneme insanlar!”’
‘Kıyâmet genel değil!’ ‘“Bilenler!”’ Böyle anlar!
‘Şeffaf kat, dolar ise her tür negatif ile!’
‘Çöplüğü yakar zîrâ, tövbe edilse bile!’
‘Kudüs’te çöp yakılan yerin cehennem ismi!’
‘Şeytanı bile yakar!’ ‘Dumansız ateş, cismi!’
‘Çöpler yakılır Ay’ın karanlık tarafında!’
‘Filimleri saklanır ‘“LEVH-İ MAHFUZ”’ rafında!’
‘Rûhlara bir şey olmaz!’ ‘Çünkü Rûhlar can değil!’
‘Nûr başka !’ ‘Ateş başka!’ ‘Bu büyük sırra eğil!’
‘“İkinci yediler”’den dördü! Her şeyi yazar!
‘İç âlem kapkaranlık oldu mu, azar azar;’
‘Ateş, hava , su, toprak beylerine emreder!’
‘Dünyânın eksenini, Ay’dan oynatınız’ der!’
‘Fil kemikleri çıktı! Kuzey kutbunda!’ Niçin?
‘Eksen kayıp, ekvator kutup olduğu için!’
‘“Kalan temiz kullara, miras kalacaktır arz!”’
‘“HANİF DİN”’i sindirmek, onlara olacak farz!
‘Erenler, şeffaf çıkıp iç âleme her gece!’
‘Bencil her tür dalgayı silerler, bir derece!’
‘Bundan büyük şefaat insanlığa olamaz!’
‘Şeffafı yıkar bir de, gerçek duâ ve namaz!’
‘Sonra ‘“ON DOKUZ”’lara, hepsi niyâz ederler!’
‘Bir şans verip ‘“O sesi”’ erteleyiniz derler!’
‘RAHMÂN öyle RAHÎM ki! Bastırır gazabını!’
‘“İnsân kalmazdı hemen verseydi azabını!”’
‘Kıyâmetnâmedir’ bu! ‘Adına dikkat edin!’
‘Uğramayın hışmına!’ ‘ÂLÎ ve MUHAMMED’in!’
Korkudan titriyorken vücûdum, sustu özüm!’
Milenyumdan başka bir şeye bakmadı gözüm!
Şan! Şöhret! Para! Asla benim olmadı derdim!
Yoksa herbir mesajı, yazdıkça neşrederdim!
‘Edeb’ dışıydı kesmek! ‘“HAK DOST”’ların sözünü!
Hem ‘Misyon süreme’ de! Açmışlardı gözümü!
Her ikimiz de tuttuk kırk yıl! Vaadimizi!
Mesaj! Mesaj! Gösterdik! ALLAH’a giden izi!
Ödülümü! MUHAMMED ÂLÎ’den bekliyorum!
Alabilecek miyim? "Bilen'ler yapsın yorum!
Milenyumda atladık az hasarla eşiği!
İnşâallah sallamaz Zebanîler beşiği!
Ama yazık her çeşit uyarılara karşın!
Yaratık daha azgın! Gazabı yakın ARŞ’ın!
Besbelli! Bu dünyânın artık çivisi çıktı!
Yâni! Toprak (Deprem), insâna! Su (Tsunami), toprağa ! Acıktı!
M.H. ULUĞ KIZILKEÇİLİ
ANKARA - 04.09.2000
(ÖNEMLİ NOT : Kıyametname kitabının bütün metinlerinde üç tırnaklılar Ayet ,iki tırnaklılar Hadis (Hz. Muhammed’in (s.a.a) gerçek sözleri),tek tırnaklılar Rivayet’tir. Cümle sonunda geçen sayılar; cümlede tırnak içinde geçen ‘kelimenin/kelimelerin’ Ebced ilmindeki sayısal karşılığıdır. Ebced ; Arapça’ya özgü sayısal şifreleme sistemidir. Buradan sonra yazılan kısmın yazarla herhangi bir ilgisi bulunmamakla beraber, yapılan hatalardan dolayı yazar sorumlu tutulamaz. Kur’an çevirileri özgün bir şekilde yapılmış olup, hiçbir kaynak, kurum ve kişiden alıntılanmamıştır!)
Metinde geçen ilgili ayetler:
“Bir de: “Yahudî veya Nasrâni olun ki doğru yola erişesiniz!” dediler. De ki: “Evet! İbrahim’in Hanîf Milleti olmak üzere! O Müşrikler’den değildi”. Bakara suresi 135. ayet
“De ki: “Allah doğru söyledi. Öyle ise Hanif olarak İbrahim'in Milleti’ne tabi olun. O müşriklerden değildi.” Âli İmran suresi 95. ayet
“Din bakımından, bir muhsin olduğu halde yüzünü Allah’a teslim etmiş, bir Hanîf olarak İbrahim’in Milleti’ne uymuş kimseden daha güzel kimdir? Allah İbrahim’i Halîl (dost) edindi.” Nisa suresi 125. ayet
“Ben, Hanîf olarak yüzümü, Arz’ı ve Sema’yı Yoktan İlk Yaratan’a yönelttim. Ben Müşrikler’den değilim”. Enam suresi 79. ayet
“De ki: Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola hidâyet buyurdu, doğru kalıcı bir dine, başka dinlerden sıyrılıp sâde Hakka özgü Hanif olan İbrâhimin Milleti’ne ki, O hiç bir zaman müşriklerden olmadı.” Enam suresi 161. ayet
“İbrahim, Hanif olarak Allah'a yönelen bir ümmetti. Ve müşriklerden değildi.” Nahl suresi 120. ayet
“Yine sana vahyettik ki; “Hanif olarak İbrahim’in Milleti’ne tabi’ ol!”. Müşrikler’den olmadı.” Nahl suresi 123. ayet
“O’na şirk koşmuşların dışında Allah için Hanifler olmak üzere! Kim de Allah’a şirk koşarsa, sanki Gök’ten düşmüş şey gibidir; onu Kuşlar kapışır veya Rüzgâr çukur bir yere savurup atar.” Hac suresi 31. ayet
“O halde Hanif olarak dine yüzünü tut. İnsanları, üzerinde yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan din budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.” Rum suresi 30. ayet
“Oysa Allah'a kulluktan ve dini Hanifler olarak O'na has kılmaktan ve Salatı Doğrultmaktan, zekatı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte doğru din budur.” Beyyine suresi 5. ayet
“İbrahim ne Yahudi ne Nasrâni’ydi.O müslim bir Hanif idi ve müşriklerden olmamıştı.” Âli İmran suresi 67. ayet
“Bir de Hanîf olarak yüzünü Din’e tut! Müşrikler’den olma!” Yunus suresi 105. ayet
“Müşrikler hoşlanmasa da, bütünüyle Din üzerinde O’nu desteklemesi için kendi Rasûlünü, Hakk Din’i ve Hidayet ile gönderen O’dur.” Tevbe suresi 33. ayet
“Müşrikler hoşlanmasa da, bütünüyle Din üzerinde ‘O’nu desteklemesi’ için Rasûlü’nü, Hakk Din’i ve Hidayet ile gönderen O’dur.” Saff suresi 9. ayet
“Bütünüyle Din üzerinde ‘O’nu desteklemesi’ için Rasûlünü Hakk Din’i ve Hidayet ile gönderen O’dur. Şahid olarak Allah yeter.” Fetih suresi 28. ayet
"Münakaşa ediyorlarken Yüce Meclis hakkında benim hiçbir bilgim olmadı". Sad suresi 69. ayet
“Yüce Meclis’i dinleyemezler. Her yandan püskürtülürler.” Saffat suresi 8. ayet
“Ki Allah, Pis olanı Temiz olandan ayırsın, Pis olanları birbirinin üzerine koyup, hepsini bir araya getirsin, sonra Topluca Cehennem'e doldursun. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır.” Enfal suresi 37. ayet
“And olsun, önceden İbrahim’e Rüşd’ünü verdik! O’nu Bilenler’dendik.” Enbiya suresi 51. ayet
“Arz’ı ve Sema’yı yaratması da, dillerinizi ve renklerinizi çeşitli yapması da O’nun âyetlerindendir. Bilenler için bunda elbette âyetler vardır.” Rum suresi 22. ayet
“İşte İnsanlar için verdiğimiz Misâller! Onları, ancak Bilenler aklediyor.” Ankebut suresi 43. ayet
“Ahiretten çekinerek ve Rabbinin merhametini umarak geceleyin Secde hâlinde ve Kıyam’da durarak ibadet eden kimse (inkârcı gibi) midir! De ki: “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu!”. Sadece Öz akıl sahipleri hatırlar.” Zümer suresi 9. ayet
“Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmezdiyseniz, Zikir Ehli’ne sorun!” Enbiya suresi 7. ayet
“Bilmezdiyseniz, Zikir Ehli’ne sorun; senden önceden de vahyettiğimiz adamları Rasûl gönderdik.” Nahl suresi 43. ayet
“Levh-i Mahfuz'dadır.” Büruc suresi 22. ayet
“And olsun, sana Çok Büyük Kur’ân’ı ve İki Yedi’yi verdik!” Hicr suresi 87. ayet
“Şüphesiz biz Zikir'den sonra Zebur'da da, “Hiç şüphesiz yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır” diye yazdık.” Enbiya suresi 105. Ayet
“Üzerinde On Dokuz vardır.” Müdessir suresi 30. ayet
“Biz’im emrimiz geldiğinde bizden bir rahmetle Şuayb’i ve onunla birlikte inanmış olanları kurtardık. Zulmetmiş olanları O Ses (Sayha) yakaladı. Yurtlarında cansız olarak yığılıp kaldılar.” Hud suresi 94. ayet
“Sabahladıklarında onları O Ses (Sayha) yakaladı.” Hicr suresi 83. ayet
“Derken, O Ses (Sayha) onları Hakk ile yakaladı. Onları bir süprüntü haline getirdik. Defolup gitti Zâlim Kavim!” Muminun suresi 41. ayet
“Sadece bir tek O Ses (Sayha) oldu. O Anda onlar Katımız’da hazırdırlar.” Yasin suresi 53. ayet
“Bir an bile gecikmesi olmayan bir tek O Ses’den (Sayha) başka beklemiyorlar.” Sad suresi 15. ayet
“Biz, onların üzerine O Ses (Sayha) gönderdik; Deve Çobanının çırpısı gibi oldular.” Kamer suresi 31. ayet
“Eğer Allah, İnsanlar’ı kazandıkları sebebiyle yakalasaydı, Arz’ın sırtında hiçbir dâbbe bırakmazdı; ama onları belli bir süreye kadar erteliyor. Onların ecelleri geldiği zaman, gerçekten Allah Basîr’dir.” Fâtır suresi 45. ayet
Allah Kendini Rab Olarak Bilir
Allah'ın kendisini Rab olarak bilmesi, İslam teolojisinde derin bir anlam taşır. "Rab" kelimesi, Arapça kökenli olup "terbiye eden, yetiştiren, yöneten" anlamlarına gelir. Allah'ın Rab sıfatı, O’nun yegane yaratıcı, düzenleyici ve koruyucu olduğunu ifade eder. Bu sıfat, O'nun varlığının ve kudretinin bir ifadesi olup, Allah’ın her şeyi kuşatan ve her şeye kadir olan yüce zatını tanımlar.
Allah, kendisini Rab olarak tanımlarken, bu sıfatın O'nun zatından ayrılmaz bir parça olduğunu vurgular. Rab sıfatı, Allah'ın her türlü varlık üzerindeki mutlak hakimiyetini ve üstünlüğünü gösterir. Bu sıfat, yaratılmış olan her şeyin Allah’ın iradesi ve kudreti altında olduğunu, her şeyin O’nun yönetimi ve kontrolü ile varlığını sürdürdüğünü belirtir. İslam inancına göre, Allah her an her şeyi gözetlemekte ve her şeyi idare etmektedir.
Rab sıfatı, Allah’ın insanlara olan rehberliğini ve hidayetini de içine alır. Allah, insanlara doğru yolu göstermek ve onları iyiye yönlendirmek için peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmiş ve onları Rab'lerinin yoluna davet etmişlerdir. Allah’ın Rab sıfatı, insanlara olan merhameti ve şefkatini de yansıtır. O, kullarının ihtiyaçlarını karşılayan ve onlara doğru yolu gösteren bir Rab'dir. Allah, kullarını yalnız bırakmayan ve onları her daim gözeten bir varlıktır.
Sonuç olarak, Allah’ın Rab sıfatı, O’nun mutlak güç ve hakimiyetini, her şeyi yaratan ve yöneten yüce varlığını ifade eder. Bu sıfat, Allah’ın zatından ayrılmayan ve O'nun kudretini ve merhametini yansıtan temel bir özelliktir. İslam inancında, Allah’ın Rab sıfatı, O’nun her şeyi kuşatan ve her an her şeyin kontrolünü elinde bulunduran yüce varlığını anlamamıza yardımcı olur.
Allah Zât ve Rab Sıfattır: Zât ve Sıfatın Ayrılmazlığı
İslam düşüncesinde Allah’ın zatı ve sıfatı, teolojik tartışmaların merkezinde yer alır. Allah’ın zatı, O'nun öz varlığıdır ve bu varlık, hiçbir şeye muhtaç olmayan, eksiksiz ve mükemmel bir varlıktır. Zât, Allah’ın varlığının özünü ifade ederken, sıfatlar O'nun bu varlığını tanımlayan ve nitelendiren özelliklerdir. Bu bağlamda, Allah’ın sıfatları, O'nun zâtıyla ayrılmaz bir bütün oluşturur.
Allah'ın sıfatları, O'nun zâtından bağımsız düşünülemez. İslam teolojisinde, sıfatlar Allah'ın zâtının farklı yönlerini ve tezahürlerini açıklar. Örneğin, Allah’ın Rab sıfatı, O'nun her şeyi yaratan, koruyan ve yöneten özelliklerini ifade eder. Rab sıfatı, Allah’ın mutlak otoritesini ve her şey üzerindeki hakimiyetini belirtir. Bu sıfat, Allah’ın zâtının ayrılmaz bir parçası olarak, O'nun varlığının ve kudretinin bir yansımasıdır.
İslam düşüncesinde, Allah’ın zatı ve sıfatları arasındaki ilişki, O'nun birliğini ve bütünlüğünü koruyacak şekilde ele alınır. Ehl-i Sünnet inancında, Allah’ın sıfatları, O'nun zâtına zıt veya ondan ayrı bir varlık olarak görülmez; aksine, sıfatlar Allah’ın zâtının ayrılmaz nitelikleridir. Bu anlayış, Allah’ın mutlak birliğini ve tekliğini vurgulayan tevhid inancının temel taşlarından biridir.
Bununla birlikte, Allah’ın zatı ve sıfatlarının ayrılmazlığı, insan aklının sınırlarını zorlayan bir kavramdır. İslam alimleri, bu derin teolojik meseleyi anlamak ve açıklamak için çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yöntemler, Allah’ın zâtı ve sıfatları arasındaki ilişkiyi, insanın anlayabileceği şekilde ifade etmeye çalışır. Sonuç olarak, Allah’ın zatı ve sıfatları, O'nun birliğini ve mükemmelliğini tasdik eden, ayrılmaz ve bütünleyici unsurlardır.
Allah Vücûd Verendir: Rab Mevcûddur
Allah'ın vücûd veren, yani varlık veren olduğu inancı, İslam düşüncesinin temel taşlarından biridir. Bu bağlamda, Allah’ın yaratıcı sıfatı öne çıkar ve evrendeki her şeyin varlığı, O'nun iradesi ve kudretiyle ilişkilendirilir. Allah, mutlak yaratıcı olarak, yoktan var edebilme gücüne sahiptir. Buna göre, O'nun varlık verme süreci, her şeyin başlangıcında yer alır ve tüm yaratılmışların varoluş nedeni olarak kabul edilir.
Allah'ın "vücûd veren" sıfatı, ontolojik bir bağlamda ele alındığında, varlık ve yokluk arasındaki geçişin tamamen O'nun iradesine bağlı olduğu anlaşılır. Bu, sadece fiziksel varlıkların yaratılmasıyla sınırlı kalmaz; aynı zamanda manevi varlıkların, yani ruhların da yaratılması bu sürecin bir parçasıdır. Allah'ın yaratıcı gücü, hem maddi hem de manevi alemlerde kendini gösterir ve bu güç, varoluşun temel dinamiğini oluşturur.
Rab kavramı ise, Allah'ın hem yaratan hem de hükmeden bir varlık olduğunu ifade eder. Rab, her türlü yaratılmışın ihtiyaçlarını gözeten, onlara rehberlik eden ve onları koruyan bir otorite olarak tanımlanır. Allah'ın Rab oluşu, O'nun yaratılmışlara olan sürekli müdahalesini ve onları yönlendirme sorumluluğunu içerir. Bu bağlamda, Allah'ın vücûd veren sıfatı ile Rab sıfatı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Allah, yaratıcı olarak varlıkları meydana getirirken, Rab olarak da bu varlıkların devamlılığını ve düzenini sağlar.
Sonuç olarak, Allah'ın vücûd veren sıfatı ile Rab sıfatı, İslam düşüncesinde birbirini tamamlayan ve destekleyen iki temel özelliktir. Allah, her şeyin yaratıcısı ve idare edicisi olarak, varlıkların varoluş sürecinde hem başlangıç hem de devamlılık açısından merkezi bir rol oynar. Bu kavramlar, Allah'ın kudretinin ve merhametinin birer yansıması olarak, inananlar için derin bir anlam ve önem taşır.
Allah ve kul arasındaki vücut farkı, İslam düşüncesinde önemli bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda, "vücut" terimi, varlık ve varoluş anlamına gelir. Allah’ın vücudu mutlak ve bağımsız iken, kulun vücudu ise ariyet, yani ödünç ve bağımlı bir varoluş olarak kabul edilir. Bu farklılık, Allah’ın yaratıcı ve mutlak güç sahibi olduğunu, kulun ise yaratılmış ve sınırlı olduğunu vurgular.
Vücut özdeşliği, kulun varlığının Allah’a ait olduğu anlamına gelir. Bu anlayışa göre, insanın sahip olduğu her şey, aslında Allah’ın lütfu ve emaneti olarak görülür. "Emaneti sahibine veriniz" emri, bu bağlamda kulun sahip olduğu her şeyin, aslında Allah’a ait olduğunu ve bu emanetlerin doğru bir şekilde kullanılması gerektiğini ifade eder. Bu emir, sadece maddi varlıklarla sınırlı kalmaz; aynı zamanda bilgi, güç, yetenek gibi soyut kavramları da kapsar.
Allah ve kul arasındaki bu vücut farkı, insanın dünyadaki varoluşunu ve sorumluluklarını anlaması açısından kritik bir öneme sahiptir. Kul, kendi vücudunu ve varlığını Allah’ın bir emaneti olarak görmeli ve buna göre hareket etmelidir. Bu durum, kulun Allah’a karşı duyduğu sorumluluğun ve bağlılığın bir göstergesidir. Ayrıca, insanın kendini ve çevresini nasıl algıladığına dair derin bir içgörü sağlar.
Sonuç olarak, Allah ve kul arasındaki vücut farkı, İslam düşüncesinde varoluşsal bir temel oluşturur. Bu farkı anlamak, kulun dünyadaki rolünü ve Allah’a olan bağlılığını derinlemesine kavramasına yardımcı olur. "Emaneti sahibine veriniz" emri, bu anlayışın pratik bir yansıması olarak, kulun sahip olduğu her şeyi Allah’ın bir emaneti olarak görmesi gerektiğini hatırlatır.
Allah'ın Fıtratı: Ölümsüz Yüz
Kıyametname kitabında derinlemesine incelenen konulardan biri, Allah'ın fıtratı ve 'ölümsüz yüz' kavramıdır. Kur'an-ı Kerim'de sıkça geçen 'Her şey helâk olur, ancak o şeyin yüzü hariç' ifadesi, Allah'ın zatının ve onun yüzünün sonsuzluğunu ifade eder. Bu ifade, Allah'ın zamandan ve mekândan bağımsız, mutlak varlığını vurgular. Allah'ın yüzü, onun varlığının, kudretinin ve mutlak otoritesinin sembolüdür.
Ölümsüz yüz, Allah'ın her an ve her yerde mevcut olduğunu, her şeyi gözetip yönettiğini ima eder. Bu yüz, Allah'ın yaratılmışların üzerindeki tasarrufunu ve iradesini temsil eder. Yaratılmış olan her şeyin gelip geçici olduğu, yalnızca Allah'ın zatının ve onun yüzünün ebedi olduğu bu kavramla anlatılmak istenir. Bu bağlamda, Allah'ın fıtratı, evrendeki her şeyin varlığını ve yokluğunu belirleyen bir ilahi düzenin göstergesidir.
Allah'ın yüzü kavramı, aynı zamanda insanın Allah'la olan ilişkisini de derinleştirir. İnsan, Allah'ın yüzünü görmek ve onunla irtibat kurmak için manevi bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, kişinin kendini bilmesi, içsel arınma ve nihayetinde Allah'ın rızasına erişme çabalarını içerir. Allah'ın yüzü, insanın ruhani yükselişinde bir rehber ve hedef olarak kabul edilir.
Bu bağlamda, Allah'ın yüzü, onun varlığının her şeyde ve herkeste saklı olduğunu gösterir. İnsanın, Allah'ın yüzünü görme arayışı, onun Rab'ini tanıma ve anlama sürecidir. Allah'ın yüzü, sadece bir sembol değil, aynı zamanda Allah'ın mutlak varlığının ve kudretinin bir tezahürüdür. Bu kavram, Allah'ın her zaman ve her yerde mevcut olduğunu, yaratılmışların ise geçici ve bağımlı olduğunu bir kez daha hatırlatır.