Kıyâmetnâme: Milenyum Mesnevisi ve Hanif Din

Kıyâmetnâme’nin yazılış süreci, yazarın yıllar önce verdiği bir sözü yerine getirme çabasının sonucudur. Yaklaşık 40 yıl önce başlayan bu yolculuk, yazarın derin bir içsel arayışla, manevi ve entelektüel birikimini harmanlayarak ortaya koyduğu bir eserdir. Yazar, bu süre zarfında hem kişisel hem de toplumsal değişimlere tanık olmuş ve bunları eserin her satırına işlemiştir.

an artist's rendering of a collision between two planets

Kıyâmetnâme Nedir?

Kıyâmetnâme, milenyum mesnevisi olarak da bilinen, sıradan bir fantezi edebiyatı olarak değerlendirilemeyecek kadar derin ve anlamlı bir eserdir. Bu eserin kökeni ve amacı, onu benzersiz kılan önemli unsurlar arasında yer alır. Kıyâmetnâme, ismiyle uyumlu olarak, kıyamet ve son zamanlara dair önemli mesajlar içeren bir yapıttır. Ancak, bu mesajlar yalnızca dini veya mistik temalarla sınırlı olmayıp, aynı zamanda sosyal, kültürel ve etik meseleleri de kapsamaktadır.

Tarihsel olarak, Kıyâmetnâme'nin kökenleri, İslam kültürünün zengin edebi geleneğine dayanır. İslam edebiyatında mesnevi türü, genellikle didaktik ve öğretici nitelikteki eserlerle bilinir. Kıyâmetnâme de bu geleneği sürdürerek, okuyucularına derin düşünceler ve öğütler sunmayı amaçlar. Ancak, onu diğer mesnevi türlerinden ayıran en önemli özellik, modern dünyaya dair eleştiriler ve analizler içermesidir. Bu bağlamda, Kıyâmetnâme, hem klasik hem de çağdaş unsurları bir araya getirerek, edebi bir köprü kurar.

Kıyâmetnâme'nin amacı, sadece bir hikaye anlatmak veya okuyucuyu eğlendirmek değildir. Aksine, eserin temel hedefi, okuyucuyu düşünmeye ve sorgulamaya sevk etmektir. Kıyâmetnâme'nin gerçek kimliği, onu okumaya başlayan herkes için farklı bir kapı aralar. Bu kapıdan geçildiğinde, okuyucu kendini, insanlığın ortak sorunları ve çözümleri üzerine derinlemesine düşünürken bulur. Eserin bu yönü, onu sadece bir edebi eser olmaktan çıkarıp, aynı zamanda bir rehber ve öğretici bir araç haline getirir.

Sonuç olarak, Kıyâmetnâme, sıradan bir fantezi edebiyatı olarak değil, ciddi bir edebi eser olarak değerlendirilmelidir. Hem tarihsel kökenleri hem de modern dünyaya dair içerdiği mesajlarla, okuyucularına zengin bir düşünsel deneyim sunar. Bu nedenle, Kıyâmetnâme, edebiyat dünyasında önemli bir yer tutar ve incelenmesi gereken bir başyapıt olarak kabul edilir.

Hanif Din ve Kutsal Kitaplar Arasındaki Bağlantı

Yazarın Kıyâmetnâme'de ileri sürdüğü ana tez, Hanif dinin çözüm olarak sunulmasıdır. Bu nokta, kutsal kitapların derinlemesine incelenmesiyle desteklenir. Hanif din, İslam'ın erken dönemlerinde, tek tanrılı inancı benimseyen kişilere verilen bir isimdir ve bu bağlamda yazar, Kıyâmetnâme'deki mesajların bu kadim inanç sistemine dayandığını savunur.

Kutsal kitapların özünü ortaya koyma çabası, Kıyâmetnâme'nin temel taşlarından biridir. Yazar, bu kitaplarda yer alan mesajların birbirini tamamladığını ve tekrarlardan uzak olduğunu vurgular. Yani, her mesaj, Hanif dinin çözümüne katkıda bulunur ve bu da eserin tutarlılığını pekiştirir. Dolayısıyla, Kıyâmetnâme'nin mesajları sadece bireysel anlamda değil, kolektif bir çözüm önerisi olarak da değerlendirilebilir.

Kur'an'daki Âdem hikayesine yapılan göndermeler, yazarın vicdana uydukça bu hikayeyi ikrar ettiğini gösterir. Bu, Kur'an'ın küçük harflerinin bile büyük anlamlar taşıdığı ve derin bir bilgelik içerdiği noktasıyla örtüşür. Yazar, Kıyâmetnâme'de Kur'an'ın örneklemelerinden yola çıkarak, Hanif dinin etik ve ahlaki temellerini yeniden keşfeder.

Bu bağlamda, Hanif dinin çözüm olarak sunulması, sadece teolojik bir iddia olmanın ötesinde, insanlık için bir rehber niteliği taşır. Kıyâmetnâme, kutsal kitapların özüyle harmanlanarak, bütüncül bir çözüm önerisi sunar. Yazarın bu yaklaşımı, okuyucunun kutsal kitapların mesajlarını yeniden değerlendirmesine ve Hanif dinin sunduğu çözümleri daha derinlemesine anlamasına imkan tanır.

“Bir de: “Yahudî veya Nasrâni olun ki doğru yola erişesiniz!” dediler. De ki: “Evet! İbrahim’in Hanîf Milleti olmak üzere! O Müşrikler’den değildi”. Bakara suresi 135. ayet

“De ki: “Allah doğru söyledi. Öyle ise Hanif olarak İbrahim'in Milleti’ne tabi olun. O müşriklerden değildi.” Âli İmran suresi 95. ayet

“Din bakımından, bir muhsin olduğu halde yüzünü Allah’a teslim etmiş, bir Hanîf olarak İbrahim’in Milleti’ne uymuş kimseden daha güzel kimdir? Allah İbrahim’i Halîl (dost) edindi.” Nisa suresi 125. ayet

“Ben, Hanîf olarak yüzümü, Arz’ı ve Sema’yı Yoktan İlk Yaratan’a yönelttim. Ben Müşrikler’den değilim”. Enam suresi 79. ayet

“De ki: Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola hidâyet buyurdu, doğru kalıcı bir dine, başka dinlerden sıyrılıp sâde Hakka özgü Hanif olan İbrâhimin Milleti’ne ki, O hiç bir zaman müşriklerden olmadı.” Enam suresi 161. ayet

“İbrahim, Hanif olarak Allah'a yönelen bir ümmetti. Ve müşriklerden değildi.” Nahl suresi 120. ayet

“Yine sana vahyettik ki; “Hanif olarak İbrahim’in Milleti’ne tabi’ ol!”. Müşrikler’den olmadı.” Nahl suresi 123. ayet

“O’na şirk koşmuşların dışında Allah için Hanifler olmak üzere! Kim de Allah’a şirk koşarsa, sanki Gök’ten düşmüş şey gibidir; onu Kuşlar kapışır veya Rüzgâr çukur bir yere savurup atar.” Hac suresi 31. ayet

“O halde Hanif olarak dine yüzünü tut. İnsanları, üzerinde yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan din budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.” Rum suresi 30. ayet

“Oysa Allah'a kulluktan ve dini Hanifler olarak O'na has kılmaktan ve Salatı Doğrultmaktan, zekatı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte doğru din budur.” Beyyine suresi 5. ayet

“İbrahim ne Yahudi ne Nasrâni’ydi.O müslim bir Hanif idi ve müşriklerden olmamıştı.” Âli İmran suresi 67. ayet

“Bir de Hanîf olarak yüzünü Din’e tut! Müşrikler’den olma!” Yunus suresi 105. ayet

“Müşrikler hoşlanmasa da, bütünüyle Din üzerinde O’nu desteklemesi için kendi Rasûlünü, Hakk Din’i ve Hidayet ile gönderen O’dur.” Tevbe suresi 33. ayet

“Müşrikler hoşlanmasa da, bütünüyle Din üzerinde ‘O’nu desteklemesi’ için Rasûlü’nü, Hakk Din’i ve Hidayet ile gönderen O’dur.” Saff suresi 9. ayet

“Bütünüyle Din üzerinde ‘O’nu desteklemesi’ için Rasûlünü Hakk Din’i ve Hidayet ile gönderen O’dur. Şahid olarak Allah yeter.” Fetih suresi 28. ayet

Kıyâmetnâme'nin Yazılışı ve Anlamı

Kıyâmetnâme’nin yazılış süreci, yazarın yıllar önce verdiği bir sözü yerine getirme çabasının sonucudur. Yaklaşık 40 yıl önce başlayan bu yolculuk, yazarın derin bir içsel arayışla, manevi ve entelektüel birikimini harmanlayarak ortaya koyduğu bir eserdir. Yazar, bu süre zarfında hem kişisel hem de toplumsal değişimlere tanık olmuş ve bunları eserin her satırına işlemiştir.

Kıyâmetnâme’nin yazdıran ve yazan kişileri, ‘yüce meclis’ olarak adlandırılan seçkin bir grubun üyeleridir. Bu kişiler, eserin yüksek manevi değerini ve derin anlamını oluşturmak için bir araya gelmişlerdir. Kıyâmetnâme’nin ödülünün Muhammed’den gelmesi, eserin ilahi bir değer taşıdığını ve manevi bir ödülle onurlandırıldığını gösterir. Ancak Nobel ödülü gibi maddi bir ödülle taçlandırılmamış olması, eserin manevi boyutunu daha da vurgulamaktadır.

Kıyâmetnâme’nin içeriği, okuyucuyu derin düşüncelere sevk eden ve manevi bir yolculuğa çıkaran anlamlarla doludur. Eser, kıyamet gününü ve bu günün getireceği değişimleri metaforik anlatımlarla ele alır. Okuyucunun bu derin anlamları özümsemesi için eseri dikkatle ve tefekkürle okuması gerekmektedir. Her bir satır, okuyucuyu farklı bir içsel yolculuğa davet eder ve manevi bir farkındalık yaratmayı amaçlar.

Sonuç olarak, Kıyâmetnâme’nin yazılışı ve anlamı, yazarın 40 yıllık bir sözün peşinden gitmesi ve bu süreçte edindiği manevi ve entelektüel birikimi yansıtır. Eser, okuyucuyu derin anlamlara yönlendirir ve manevi bir arayışa çıkarmak için yazılmıştır. Bu yönüyle, Kıyâmetnâme, sadece bir edebi eser olmanın ötesinde, okuyucusunu manevi bir keşfe davet eden bir rehber niteliğindedir.

20. Yüzyılın Sosyal Bunalımı

20. yüzyıl, insanlık tarihinin en çalkantılı dönemlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Bu yüzyılın başlarda getirdiği büyük teknolojik ve bilimsel ilerlemeler, sosyal ve ahlaki sorunlarla iç içe geçmiş ve toplumları derin bir bunalıma sürüklemiştir. Modern yaşamın getirdiği hız, değişim ve belirsizlikler, bireylerin kendilerini anlamlandırma süreçlerini zorlaştırmış ve büyük bir kimlik krizine sebep olmuştur.

Modernitenin sembolü haline gelen şehir yaşamı, insanları doğadan ve geleneksel değerlerden uzaklaştırırken, bireysellik ve yalnızlık gibi kavramları da ön plana çıkarmıştır. Bu süreçte, insanlar bir yandan modern dünyanın getirdiği imkanlarla tanışırken, diğer yandan bu dünyada kendilerini kaybolmuş hissetmişlerdir. Bu durum, cinsel organın ayıbını modern bir Âdem ve Havva misali teknikle örtmeye çalışan bireylerin sembolik bir ifadesi haline gelmiştir.

20. yüzyılın sosyal bunalımı, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de kendini göstermiştir. Geleneksel değerler ve normlar sorgulanmış, yeni yaşam biçimleri ve düşünce akımları ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, ahlaki değerler de büyük bir değişim geçirmiş ve insanlar arasında derin çatışmalar yaşanmıştır. Toplumlar, bir yandan modernitenin getirdiği refah ve konforu kucaklarken, diğer yandan bu yeni yaşam biçiminin getirdiği ahlaki ve sosyal sorunlarla başa çıkmak zorunda kalmışlardır.

Sonuç olarak, 20. yüzyılın sosyal bunalımı, modernitenin getirdiği hızlı değişimlerin ve bu değişimlerin insan yaşamı üzerindeki etkilerinin bir yansımasıdır. Bu dönemde, insanlar kendilerini ve toplumu yeniden anlamlandırmak için büyük bir çaba sarf etmişlerdir. Bu süreç, modern insanın yaşadığı içsel çatışmaların ve toplumsal dönüşümün anlaşılmasında önemli bir anahtardır.

Kıyâmetnâme: Bir Başyapıtın Doğuşu

Kıyâmetnâme, yazılış süreciyle adeta bir dönüm noktasıdır. Bu başyapıt, dini ve cinsi sapıklıkların en acımasız neşter darbelerini yemesiyle bilinir. Eserin arka planında, yazarın derin bir toplumsal eleştiri anlayışı yatar. Bu eleştiriler, dönemin toplumsal dinamiklerine ve ahlaki değerlerine ışık tutar. Yazar, Kıyâmetnâme'yi oluştururken yalnızca bireysel sapkınlıkları değil, aynı zamanda toplumsal yapının çürümüşlüğünü ve iki yüzlülüğünü de ele alır.

Eserin genel teması, din ve ahlak kavramlarının yozlaşmış yüzlerini ortaya sermektir. Yazar, bu temayı işlerken cesur ve bir o kadar da eleştirel bir dil kullanır. Kıyâmetnâme, farklı hikâyeler ve karakterler aracılığıyla dini ve cinsi sapıklıkları gözler önüne serer. Bu anlatım tarzı sayesinde eser, yalnızca bir edebi yapıt olmaktan çıkar ve aynı zamanda bir toplumsal eleştiri metnine dönüşür.

Kıyâmetnâme'nin yazılış sürecinde, yazarın derin bir kavrayış ve analiz yeteneği dikkat çeker. Eser, dönemin toplumsal yapısına ve ahlaki normlarına sert eleştiriler getirir. Bu eleştiriler, okuyucunun dikkatini çekmekle kalmaz, aynı zamanda düşündürmeye ve sorgulamaya iter. Özellikle dini kurumların ve toplumsal yapının eleştirildiği bölümler, eserin en dikkat çekici kısımlarını oluşturur.

Kıyâmetnâme, toplumsal eleştirinin yanı sıra, bireysel sapkınlıkların da derinlemesine incelendiği bir yapıt olarak öne çıkar. Kıyâmetnâme, yalnızca bir edebi eser değil, aynı zamanda bir toplumsal ayna niteliğindedir.

Âdemnâme: Celâl ve Hiçkırıkların Melâlli Havası

'Âdemnâme', edebi dünyada derin izler bırakan bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu eserin en belirgin özelliği, 'celâl' ve 'hiçkırıkların' melâlli havasıdır. Yazar, eser boyunca insanın varoluşsal sancılarını ve içsel çatışmalarını ustalıkla işler. 'Âdemnâme', insanoğlunun karmaşık duygusal dünyasını, derinlemesine ele alarak okuyuculara adeta bir duygu seli yaşatır.

Celâl, eserde sıkça rastlanan bir temadır. Yazar, bu temayı kullanarak karakterlerin içsel öfkelerini, hayal kırıklıklarını ve başkaldırılarını gözler önüne serer. Celâl, aynı zamanda karakterlerin kendileriyle yüzleşmelerine ve içsel yolculuklarına da bir kapı aralar. Bu bağlamda, 'Âdemnâme' hem bireysel hem de toplumsal bir yüzleşme hikayesidir.

Hiçkırıkların melâlli havası ise eserin diğer önemli bir bileşenidir. Yazar, karakterlerin yaşadığı derin acıları ve hayal kırıklıklarını 'hiçkırıklar' teması üzerinden işler. Bu tema, okuyucuların da kendi yaşamlarında karşılaştıkları zorluklarla empati kurmalarına olanak sağlar. 'Âdemnâme', okuyucuların duygusal derinliklerine dokunarak, onları hem düşündürür hem de duygulandırır.

'Âdemnâme' ve 'Kıyâmetnâme' arasında belirgin bağlantılar ve farklılıklar mevcuttur. Her iki eser de insanın varoluşsal sorgulamalarını ve içsel çatışmalarını ele alır. Ancak, 'Kıyâmetnâme' daha çok insanlığın toplumsal ve evrensel kaderine odaklanırken, 'Âdemnâme' bireysel ve kişisel bir yolculuğu anlatır. Bu iki eser arasındaki bu temel fark, okuyucuların her iki eseri de farklı perspektiflerden değerlendirmelerine olanak tanır.

Sonuç olarak, 'Âdemnâme', celâl ve hiçkırıkların melâlli havasını ustalıkla işleyen, derinlikli ve etkileyici bir eserdir. Yazarın bu temaları işleyiş biçimi, eseri edebi dünyada benzersiz kılar ve okuyucular üzerinde kalıcı bir etki bırakır.

Kahkahalar: Mistik Mizahın Gücü

'Kahkahalar' adlı eserin önsözünün son paragrafı, mizahın sadece güldüren bir araç olmadığını, aynı zamanda derin anlamlar taşıyan bir iletişim biçimi olduğunu vurgular. Yazar, mizahın insan hayatındaki önemini ve onun hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki etkilerini ele alır. Bu son paragraf, kitabın genel yapısına uygun olarak, okuyucuyu hem düşündürür hem de güldürür. Mizah, burada, mistik bir derinlikle birleşerek okuyucunun sadece yüzeysel bir eğlence değil, aynı zamanda ruhani bir deneyim yaşamasını sağlar.

Yazarın mizah anlayışı, toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren ve ortak bir gülme kültürü oluşturan bir yaklaşımdır. 'Kahkahalar' bu bağlamda, mizahın gücünü ve etkisini kullanarak toplumsal eleştiriyi ve düşünsel derinliği bir arada sunar. Kitap boyunca, yazarın mizahi üslubu sayesinde okuyucu, hem kendi hayatındaki hem de toplumdaki absürdlükleri fark eder ve bunlara gülerek yaklaşma fırsatı bulur. Bu da, mizahın sadece bireysel bir rahatlama aracı olmanın ötesine geçtiğini ve toplumsal farkındalık yaratmada önemli bir rol oynadığını gösterir.

'Kahkahalar', mistik mizahın gücünü kullanarak okuyucusuna farklı bir perspektif sunar. Yazar, mizahı bir araç olarak kullanarak, toplumsal normları sorgulatır ve okuyucusunu düşündürürken aynı zamanda eğlendirir. Bu yaklaşım, kitabın derinlikli ve çok katmanlı yapısını pekiştirir. Mizah, burada, mistik bir öğe haline gelerek okuyucunun ruhani bir yolculuğa çıkmasına olanak tanır. Böylece, 'Kahkahalar', hem güldüren hem de düşündüren bir eser olarak, okuyucusuna unutulmaz bir deneyim sunar.

'Uluğnâme' adlı toplu şiir yapıtı, yazarın Hazret-i Muhammed'e Nobel Ödülü verilmesi gerektiği düşüncesini cesurca ortaya koyduğu bir eserdir. Bu talebin arka planında, yazarın Hazret-i Muhammed'in insanlık tarihindeki önemli katkılarını ve barışçıl öğretilerini ödüllendirme arzusunun yattığı görülmektedir. Şiirlerdeki temalar, dini ve sosyal eleştirilerle harmanlanarak okuyucuyu derin düşüncelere sevk etmektedir.

Yazar, 'Uluğnâme' eserinde Hazret-i Muhammed'in yaşamı boyunca insanlığa sunduğu değerleri ve öğretileri vurgulamaktadır. Bu öğretilerin, günümüz dünyasında barışın ve hoşgörünün yaygınlaşması için ne denli önemli olduğunu çeşitli şiirlerle dile getirmektedir. Eserde, sadece dini öğretiler değil, aynı zamanda toplumsal adalet, eşitlik ve insan haklarına dair eleştiriler de dikkate değerdir. Bu bağlamda, 'Uluğnâme', dini ve sosyal meseleleri bir arada ele alarak okuyuculara geniş bir perspektif sunmaktadır.

'Uluğnâme'nin yayımlandığı dönemde eser, geniş yankılar uyandırmıştır. Hem edebi çevrelerde hem de genel okuyucu kitlesinde büyük ilgi görmüş, tartışmalara yol açmıştır. Yazarın Hazret-i Muhammed'e Nobel Ödülü verilmesi gerektiği yönündeki talebi, özellikle dini çevrelerde yankı bulmuş ve desteklenmiştir. Eserin arka kapağında verilen bilgiler de, bu talebin gerekçelerini ve önemini vurgulamaktadır. Arka kapakta, Hazret-i Muhammed'in dünya barışı için yaptığı katkılar ve insanlığa sunduğu evrensel değerler öne çıkarılarak, bu ödülün neden hak edildiği detaylandırılmaktadır.

Sonuç olarak, 'Uluğnâme' adlı yapıt, yazarın cesur ve yenilikçi bir yaklaşım sergilediği, toplumsal ve dini konuları ele aldığı önemli bir eserdir. Hazret-i Muhammed'in Nobel Ödülü alması gerektiği düşüncesi, eserin genel temasını oluşturarak okuyuculara derin bir düşünce yapısı sunmaktadır.

HANİF DİN

"O halde Hanif olarak dine yüzünü tut. İnsanları, üzerinde yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan din budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar." (Rum/30)

Hanif Din : “Yaratım Fıtratı” demek.

12 farklı ayette geçen HANİF DİN’in, doğru tek din olduğu söylenmiş ve “HANİFLER” ve “İBRAHİM MİLLETİ” bir ırktan ziyade hakikate ermiş insanlar (Hakerenler) olarak anlatılmış.

"Düalite Yasası" (Çift Kutup) yasası gereği kadın-erkek, pozitif-negatif, madde-antimadde, iki kol, iki bacak..vb tüm fiziksel olgular bu hakikate erişir. Çift Kutup eğer birbiriyle bütünleşmeyi başarabilirse nihai hedefine ulaşmış demektir ki, Kur’an buna “Dininizi Kemale Erdirdim” demektedir.

HANİF: Ruhunu 7 “boyut/titreşim/frekans”’ta ayağa kaldırmış Hakerenler’e verilen isimdir. Bir diğer anlamı ise Hz.Nuhun töresini (yasasını) Yafes üzerinden aktaran, andına sadık kalanlara verilen isim.

And : Dünyaya doğmadan önce ruhun kendi “Öz Rabbi”’yle yaptığı anlaşma. Bu anlaşma Rabbin sesine her an uyacağı, dünyada iken öz kimliğine kavuşmak için çabalayacağını, hayra ve barışa yönelik işler yapacağı gibi bir çok konu içerir. Bu anlaşma Ruhun ve Rabbin karşılıklı rızasıyla olan bir durumdur.

İlk yaratılışta Adem ve Havva enerjetik düzeydeydi. Yanı Ruh (Soul) ve Sekine (Shekinah) birbirini seyrettiği için birbiri içine geçmiş durumdaydı. Yani Adem ve Havva, düalite prensibi gereği çift kutuba ayrılmalıydı. Çünkü çift kutba ayrılmasa fizik alem yaratılması olanaksızdı. Adem ilk insan değil ilk erendir (first saint). Ve Kur’an’da geçen Adem Süpersoyut Hakerenlere verilen toplu isimdir ve fizik yaratımda sırlanmıştır. İnsanın nihai amacı Ruhunu 7 boyutta uyandırarak, Rabbin Sekine’sini indirmesidir. Ruh 7 boyut titreşim yükseltirken, Sekine 7 boyut tireşim düşmesi gerekir. Kur’an’da geçen Huri Sekine’ye, Oğlan ise Ruh’a çıkar. Zira Ruh eril kutup, Sekine ise dişil kutubdur. Errahmanırrahim kelimesinin doğru açılımı; Rahim olan Rahman demektir. Rahim, Rahman’ın içinde. Aynı Adem ve Havva gibi. Ne zaman ki Rahim, Rahman’dan ayrılır (proton-elektron gibi), fizik alem görünür forma geçebilir. Rahman enerjetik boyutta Rahimi dış kutba fırlatır ve düalite yerine oturur. Bu fizik alemin yaratım sırrıdır.

Allahın birleştirilmesini emrettiği şey Ruh ve Sekine’dir (Shekinah). Kişi ruhunu 7 boyutta yükseltir ve Sekine ile birleşirse ahde vefa gerçekleşir. İnsanlık dünyaya doğmadan önce unutma sürecinden geçtiği için bütün ömründe bu birleşimi gerçekleştirmek için çabalar. Alt dördüz olan fizik beden, etherik beden, yaşam beden ve akıl beden ise Kur’an’da Nefs olarak geçer. Unutma sürecine ek olarak kişi nefsi ile de mücadele etmek ve her an Salat durumunda uyanık olmalıdır. Zira önüne gelecek sınavlar çok zorlu ve çetin olacaktır şüphesiz.

İSLAM: İslam "SLM" kökünden gelir. Selam; "Barış" demektir. Yani kişinin Ruhunu 7 boyutta uyandırması sonucu, Allah Sekinesi'ni (Shekinah) indirir. Ruh ve Sekine birleştiğinde, Din kemale erer, yani kişi Erer. Artık "Allahın Halifesi" olmuştur.

Sekine: İslamda; "Sekine", Yahudilikte; "Shekinah", Zend Avesta da; "Spenta Armaiti",..vb birçok kutsal metinlerde farklı isimlerle var olmuştur.

Sekine = Shekinah = Spenta Armaiti = Kutsak Ruh.

Huri-Oğlan (Houri-Boy) : Batıni manada Ruh ve Sekine'ye çıkar. Ruh; "Eril Kutub", Sekine; "Dişil Kutub"'dur!