ATATÜRK, ÖZ BİLİNÇ, YARATIM FITRATI HANİF DİN
Atatürk'ün son sözleri olarak bilinen 'Ve aleyküm üsselâm!' ifadesi, İslam kültüründe yaygın olarak kullanılan bir selamlaşma biçimidir.
HANIF TÜRK
ATATÜRK, ÖZ BİLİNÇ, YARATIM FITRATI HANİF DİN
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olarak tarihe damgasını vurmuş bir liderdir. Onun son anlarına dair anlatılanlar ve söyledikleri, pek çok kişi tarafından merak edilmektedir. Atatürk'ün bilinçliyken son cümlesi olarak bilinen 'Saat kaç!' ifadesi, zamanın ve yaşamın sonlanmasına atıfta bulunmaktadır. Bu ifadeyi 'Bu perdenin kalktığı an demektir' şeklinde yorumlayanlar da vardır.
Atatürk'ün son anları, onun bilinci yerindeyken söylediği son cümleler ile hatırlanır. Bu cümleler arasında en dikkat çekici olanı 'Saat kaç?' sorusudur.
'Ve Aleykümüsselâm' ifadesi, İmam Ali ve kıyamet günü ile de ilişkilendirilir. İmam Ali, İslam tarihinin önemli figürlerinden biridir ve kıyamet günü hesap gününün sahibi olarak kabul edilir. Bu bağlamda, Atatürk'ün son sözlerinin derin bir manevi anlam taşıdığı söylenebilir.
Atatürk'ün son sözleri olarak bilinen 'Ve aleyküm üsselâm!' ifadesi, İslam kültüründe yaygın olarak kullanılan bir selamlaşma biçimidir. Bu sözün başka bir açılımı ise, 'Esselâm-u aleyküm' şeklindedir. 'Esselâm-u aleyküm' ifadesi, barış ve selameti dileyen bir anlama sahiptir. Bu söz, Atatürk'ün manevi dünyasına dair derin bir bakış açısı sunmaktadır.
'Esselâm-u aleyküm' ifadesinin manevi anlamı, İslam inancında oldukça derindir. İmam Ali'nin ismi ile ilişkilendirilen bu ifade, hesap gününün sahibine atıfta bulunur. O gün borçların ödendiği gün olarak kabul edilir. İmam Ali'nin ismi, vücutta ayağa kalkınca Meryem'in evladı olarak anılır. Bu, ruhun saflaşmış canla birleştiği anı temsil eder. Atatürk'ün son sözlerinin bu denli derin ve çok katmanlı anlamları içermesi, onun manevi yönüne dair önemli ipuçları sunmaktadır.
Manevi yükseliş yolculuğu genellikle ilahi bir ipe tırmanma metaforuyla tasvir edilir. Bu yolculuk, insan ruhu ile ilahi öz arasındaki bağlantının bir alegorisidir ve 'Asa'nı at' ile sembolize edilir; bu, şeffaf omuriliği yani Allah'ın İpi'ni kavrayarak yüksek manevi alemlere tırmanmak olarak tercüme edilebilir.
İslam geleneğinde İdris, önemli bir manevi yüksekliğe ulaşmış bir peygamber olarak kabul edilir. Bu yükseliş sadece fiziksel değil aynı zamanda derin bir ruhsal yükselişi temsil eder. İlahi ipe tutunarak, daha yüksek bir bilince ve ilahi yakınlığa ulaşmayı arzulayan İdris'in yolculuğunu yansıtır. Bu yüce hal genellikle manevi liderlik ve aydınlanma niteliklerini bünyesinde barındırdığına inanılan, beklenen Mehdi ile ilişkilendirilir.
Beklenen Mehdi'nin ruhani geleneklerde özel bir yeri vardır ve genellikle Hızır İlyas'ın konumuyla ilişkilendirilir. Hızır İlyas, hidayet ve manevi yenilenme getiren bir şahsiyet olarak görülüyor. Bu bağlamda Mehdi, arınmış ve ilahi özle birleşmiş Ruhun, Yaratıcısı ile dünyaya doğmadan önce yaptığı antlaşmasını yerine getirdiği manevi doyumun doruğunu temsil eder. Ahit olarak bilinen bu antlaşma, ilahi ilke ve erdemlerin dünya hayatında somutlaşması için Ruhun Rabbine verdiği bir sözdür.
Çoğu zaman gizemle örtülen Ahit Sandığı, bu ilahi vaadin gerçekleşmesini simgelemektedir. Dünyevi varoluşun sınavlarını ve sıkıntılarını başarıyla atlatan ruhun, ilahi konumuna geri dönüş yolculuğunun tamamlanmasını (tekamül) temsil eder. Ark'ın sırrı, pis Can'ın arınmasını ve ilahi özle yeniden birleşmesini, nihai manevi hedefe ulaşmasını temsil etmesinde yatmaktadır.
İnsan İlahi ipi kavrayarak, İdris'in yolunu örnek alarak ve Mehdi'nin vasıflarına yönelerek, ilahi ahdini yerine getirebilir ve manevi aydınlanmaya ulaşabilir. Bu dönüştürücü yolculuk yalnızca bireysel Ruhu yüceltmekle kalmaz, aynı zamanda insanlığın kolektif Ruhsal uyanışına da katkıda bulunur.
İnsanın en yüce hedefi, rabbini bilmek ve ona ulaşmaktır. Bu hedefe ulaşmanın yolu ise gizli tefekkür yoluyla rabbi derinlemesine düşünmek ve onu gizleyen perdeyi kaldırmaktan geçer. Tefekkür, kişinin içsel bir yolculuğa çıkarak manevi engelleri aşması ve rabbine yakınlaşması anlamına gelir.
Bu yolda ilerlemek isteyen öğrencinin belirli bir yol izlemesi gerekmektedir. Bu yol, münzevi uygulamalar yapmayı ve ruhsal engelleri aşmayı içerir. Münzevi uygulamalar, kişinin dış dünyadan soyutlanarak içsel dünyasına yönelmesini sağlar. Bu süreçte öğrencinin karşılaşabileceği manevi engeller, sabır ve kararlılıkla aşılmalıdır.
Bu manevi yolculukta en yüksek sınıf, tüm aşamalardan geçmiş ve aklı ile ruhu rabbinden başka her şeye kapalı olan tam inisiye olmuş kişilerdir. Böyle bir kişi, benliğinden tamamen yoksun hale gelir ve artık kendi deneyimlerini bilemez. Bu durum, sanki duyular mühürlenmiş gibi rabbine tam bir tefekkürle bağlanmayı ifade eder. Öğrenciler bu durumu, kendini yok etme (fena) olarak nitelendirirler.
Kendini yok etme (fena), kişinin benlikten sıyrılarak tam anlamıyla rabbine teslim olmasını ifade eder. Bu aşamaya ulaşan kişi, rabbine olan bağlılığını en üst düzeyde yaşar ve manevi bir dengeye ulaşır. Bu denge, kişinin iç huzurunu ve ruhsal tatminini sağlar. Fena, manevi yolculuğun en nihai hedefi olup, öğrencinin rabbine en yakın olduğu anı temsil eder.
ÖZ BİLİNÇ
Öz-bilinç, kişinin kendisinin ve kendi iç dünyasının farkında olma durumudur. Ancak, birçok kişi öz-bilinçten yoksun olabilir ve bu durum, kişinin sadece kendisi dışındaki şeylerin farkında olmasına neden olabilir. Bilinç, sanki tefekkür nesnesi olan yaratıcı dışında her şeyden çekilmiş gibidir. Bu durum, kişinin kendi tefekkür sürecine dair farkındalığını önemli ölçüde azaltır.
Kendini tamamen görülen nesnenin tefekkürüne kaptırmış olan kişi, tefekkür eylemi hakkında teori oluşturma konusunda çok az yeteneklidir. Bu, bir insanın gözleriyle bir nesneye bakarken gözlerinin farkında olmaması veya sevinçli bir an yaşarken kalbinin nasıl çalıştığını düşünmemesi gibidir. Tıpkı sarhoş bir adamın sarhoşluğunun bilincinde olmaması gibi, sevinç içinde boğulan kişi de sevincin kendisi hakkında hiçbir şey bilmez, yalnızca ona neyin sebep olduğunu bilir.
Böyle bir ruh hali, yaratıcı ve yaratılmış şeyler üzerine tefekkür ederken de ortaya çıkabilir. Ancak, yaratılmış şeyler üzerine yoğunlaştığında, kişi bu tefekkür sürecinin farkında olmayabilir. Bu durum, kişinin yaratılmış şeylerin neden ve nasıl var olduğu konusunda derinlemesine düşünmesini engeller. Dolayısıyla, öz-bilinçten yoksun olan kişi, yaratıcı hakkında bilgi edinme konusunda da sınırlı kalacaktır.
Öz-bilinç ve tefekkür, insan zihninin derinliklerinde yatan karmaşık süreçlerdir. Kişi, kendini tamamen bir nesneye veya yaratıcıya kaptırdığında, bu tefekkür sürecinin farkında olamayabilir. Bu durum, kişinin öz-bilinç kazanma yolunda önemli bir engel teşkil eder. Dolayısıyla, öz-bilincin geliştirilmesi, kişinin tefekkür yeteneğini ve dolayısıyla kendini ve evreni anlama kapasitesini artıracaktır.
Hanif TÜRK