“RAVZATÜ’L AHBAB” (DOSTLAR MECLİSİ)

Ravzatü'l Ahbab (Dostlar Meclisi), ‘Ataullah İbni Fazullah el-Hüseyni’ tarafından 1268 yılında Farsça kaleme alınmış olup, ‘Benlizade Mahmut el-Mağnisavi’ tarafından Osmanlı Türkçesi’ne çevrilmiştir. Ravzatü'l Ahbab (Dostlar Meclisi) kitabı içerisinde Farsça, Osmanlı Türkçesi, Arapça, Süryanice olmak üzere tespitlerimize göre 6 farklı dil bulunmaktadır. Barındırdığı diller nedeniyle Türkçeye çevrilmesi olanaksız gibi görünse de, bu kitap 2019 yılında tarafımızca Türkçeye çevrilmiştir. (Elhamdülillah) Barındırdığı konular nedeniyle Türkçe çevirisi yayınladığında, islam tarihinde saklanan gerçekleri açık yüreklilikle dile getireceği ve akademik çevrede referans kaynak olarak kullanılacağında en ufak bir şüphemiz bulunmamaktadır. Yazar: Ataullah İbni Fazullah el-Hüseyni Farsça’dan Osmanlı Türkçesi’ne Çeviren: Benlizade Mahmut el-Mağnisavi Osmanlı Türkçesi’nden Türkçe’ye Çeviren: Sn. Ahmet M. Sadeleştiren ve Düzenleyen: HanifTÜRK

HANIF TÜRK

Ataullah İbni Fazullah el-Hüseyni

“RAVZATÜ’L AHBAB” (DOSTLAR MECLİSİ)

2.CİLT TERCÜMESİ

Ravzatü'l Ahbab (Dostlar Meclisi), ‘Ataullah İbni Fazullah el-Hüseyni’ tarafından 1268 yılında Farsça kaleme alınmış olup, ‘Benlizade Mahmut el-Mağnisavi’ tarafından Osmanlı Türkçesi’ne çevrilmiştir.

Ravzatü'l Ahbab (Dostlar Meclisi) kitabı içerisinde Farsça, Osmanlı Türkçesi, Arapça, Süryanice olmak üzere tespitlerimize göre 6 farklı dil bulunmaktadır. Barındırdığı diller nedeniyle Türkçeye çevrilmesi olanaksız gibi görünse de, bu kitap 2019 yılında tarafımızca Türkçeye çevrilmiştir. (Elhamdülillah)

Barındırdığı konular nedeniyle Türkçe çevirisi yayınladığında, islam tarihinde saklanan gerçekleri açık yüreklilikle dile getireceği ve akademik çevrede referans kaynak olarak kullanılacağında en ufak bir şüphemiz bulunmamaktadır.

Yazar: Ataullah İbni Fazullah el-Hüseyni

Farsça’dan Osmanlı Türkçesi’ne Çeviren: Benlizade Mahmut el-Mağnisavi

Osmanlı Türkçesi’nden Türkçe’ye Çeviren: Sn. Ahmet M.

Sadeleştiren ve Düzenleyen: HanifTÜRK

*****Emirel Müminin Aliyy’ül Mürtezâ’nın Hilafet-i Ve Hükûmet-Emrinde Havas Ve Avâmin İctimaıʿ Ve İttifakı Ve Ayanı Enamdan Bazılarının İhaneti Ve Onun Hilâfeti Yıllarında Meydana Gelen Bazı Havâdisin Beyanı

Erbab-ı Siyer buyurmuşlardır ki; Ne zaman ki Osman’ın katli olayı gerçekleşti, Cenâb-ı Velayet Meab Emirel Müminin Aliyyül Veli hanesinde oturup halkla irtibat kapısını kapattı. Mısır halkının önderleri ve asrın ileri gelenleri yüzlerini Atebe-i Aliyye’ye koyup biat için ayrıcalık tanımasını istediler. Ol Şah-ı Velayet o gün onlara icabet etmedi. Diğer bir rivayette Osman’ın katlinden beş gün sonra Medine Toplumu Ol Aliyy’üş Şan’ın Saadet kapısına varıp hilafeti kabulü için yalvardılar.

Cenab-ı Ali: “Benim bu işe dahlim yoktur. Siz bu işte kimin üzerinde ittifak ederseniz, Ben dahi razı olup biat ederim” buyurdular.

Beyit:

Arada Mürteza var. Kim akıldan bahseder?

Semada Güneş var, kim yıldızdan bahseder?

Sen varken kimin haddinedir bu makamdan dem vura

Hilafeti Ehli İslâm, Hükûmeti has-u am Mesnedine kadem koya

(“Murtezâ ender miyan vankeh kesi kûyed ki akl

Âfitâb ender semâ vankeh kesi gûyedsuhâ”)

Dediler ki; “Bize ayrıcalık tanınmazsa, ayrılık rüzgârı esmeye başlar.”

Eğer sultan olmazsa insanlar birbirini yer

(“Levlas Sultanu le ekelen nasu bazuhum bazen”)

Cenab-ı Ali: “Bu iş öyle bir iştir ki, ancak Bedir Ehli’nin seçimiyle olacak iştir. Zira onlar sadık olanlardır. Her kim ki onlar hilafet ve başkanı kabul ederler halife odur.”

Bunun üzerine Mısırlılar bu durumu Eshab-ı Resulullah’a haber verdiler. Cumhur-u Sahabe, Ol Saadet Meabın kapısına gelip biat için izin istediler. Emirel Müminin muhacir ve ensarın rica ve iltimaslarını görünce Hane-i Saadeti’nden dışarı çıktı. Mescidi Nebevi’ye vardı. Minber-i Resulullah’a çıkıp şu sözleri söyledi: “Ey Müminler benim imametime razı mısınız?” dedi. Hepsi bir ağızdan: “Evet razıyız” dediler.

İlk biat eden Talha oldu. Talha’dan sonra Zübeyr biat etti. Sonra muhacir ve ensardan diğerleri sırayla biat ettiler. Bazı kitaplarda biatın Osman’ın katledildiği Cuma günü olduğu yazılıdır. Lâkin doğruya en yakın olan rivayet ise; Emir’el Müminin’in biatı Osman’ın katlinden bir hafta sonra olmuştur.

Diğer bir rivayet ise; İbni Hamedani’nin rivayetidir. Ehl-i Medine, Said Bin Ebi Vakkas’a gidip ona biat etmek istediler. Said onların isteklerini kabul etmeyip geri çevirdi. İmam Ali dahi kendini bu işten uzak tutmaya çalıştı. Zira halkın içindeki ayrılığın farkındaydı. Sahabenin ileri gelenleri Ashab’ı Resulullah’ın kapılarını birer birer dolaşıp, her birine: “Ali Bin Ebu Talib’e vardık fakat ikna edemedik. Hilafeti kabul etmedi. Yarın cumayı kıldıracak imamımız yok. Bu konuda sizin seçiminiz nedir? Biz bu hilafete layık kimseler değiliz. Bize olur deyin Ali’nin katına gidip ona biat edelim” dediler.

Ehl-i Bedir dahi: “Ali hilafete en layık olandır” diyerek birlikte Ol Server’in katına vardılar. Ancak Talha’yla Zübeyr yoktu aralarında.

Emirel Müminin: “Talha’yla Zübeyr nerede? Onlarında gelmeleri gerekir” buyurdu.

Malik Bin Eşter ve Hekim Bin Cellabe, Her ikiside Talha İle Zübeyr’in katına varıp: “Biz hilafeti her ikinize de arzettik. Sizlerden birinize biat edelim dedik. Kabul etmediniz. Şimdi ise Sahabe-i Resulullah hilafete layık biri üzerinde ittifak ettiler. Siz neden geri çekilirsiniz? Allah’ın himayesi cemaat üzerinedir. Müslümanların güzel gördüğü Allah katında da güzeldir. Eğer siz cemaatten el çekerseniz. Bu ayrılığa sebep olur ki; O zamanda sizin kanınızı dökmek helal olur. Nefsiniz Huday-ı Zül Celâl katında müstahakkı ‘ikab ve lâyıkı ‘azap olur.” dediler.

Her ikisi de işin ciddiyetini anlayıp Emirel Müminin’in yanına vardılar. Ol Hazret onlara: “Benim bu işe rağbetim yoktur. Eğer bu işe rağbeti olan varsa, buyursun gelsin ilk biat eden ben olayım.” dedi.

Talha ve Zübeyr: “Sen bu makama en layık olanımızsın.” diyerek önce Talha sonra Zübeyr biat ettiler. Bu olay hicretin otuz beşinci senesinde, Zil Hiccenin Yirmi Beşinde Perşembe günü oldu. “Kitab-ı Mustafa” adlı eserde böyle yazılıdır. Ertesi gün halkın tamamı biat eyledi. Adet olduğu üzere bir hutbe irad eyledi. Ve Salat’ı cemaatle eda eyledi. O günlerde Medine de Mervânilerden kimse kalmamıştı.

Derler ki; Cenab-ı Ali, Osman’ın Zevcesi Naile’den Osman’ın katilini sordu.

Naile: “İki genç saraya girdiler. Muhammed Bin Ebi Bekir onlarla beraberdi. O iki genç Osman’ı öldürdüler. Ben onların yüzlerini gördüm ama kim olduklarını bilemedim.” dedi.

Emirel Müminin, Ebu Bekir’in oğlu Muhammedi çağırıp keyfiyeti hali ondan sual eyledi.

Muhammed Bin Ebu Bekir:“Vallahi Osman’ın sarayına girdim. Niyetim öldürmekti; Lakin babamı anınca pişman oldum ve onu öldürmekten vazgeçtim.” dedi.

Osman’ın zevcesi Naile dahi Muhammed’in sözlerini tasdik eyledi.

Bazı kütübü siyer ve tevarihde şöylece yazılıdır: Daha önce söylendiği üzere, Emirel Müminin Mısırlılara: “Emir tayin etmek sizin işiniz değil. Bu iş Bedir Ehlinin işidir” buyurdular.

Bu sözleri Talha ve Zübeyr duyunca muhacir ve ensardan bir cemaatle Emirel Müminin’in katına gelip: “Müslümanlara elbette bir imam lazımdır. Bu asırda da bu işe senden daha münasibi yoktur.” dediler.

Emirel Müminin: “Benim bu makama rağbetim yoktur. Siz kime biat ederseniz bende ederim.” deyince, dediler ki; “Sen HulasaiKureyş ve Önderi Taifei Haşimiyye ve Efzeli zamansın” dediler.

Emirel Müminin: “Bilin ki; Eğer bana biat ederseniz Şeriatın hudutlarını muhafaza ederim. Bu hususta hatır gönül tanımam. Beytül maldan ne kendim için harcarım nede başkalarının harcamasına izin veririm. Sizleri bir birinize tercih etmem. Belki merhamet nazarıyla her birinizi görüp gözetirim.” dedikten sonra ilk biat eden Talha oldu.

Sonra Zübeyr. Sonra Said Bin Ebu Vakkas. Muhacir ve Ensar ve Ehli Medine bölük bölük gelip biat ettiler. Ol Server Minber-i Resulullah’a çıkıp, gayet açık ve düzgün bir hutbe eylediler. Derler ki; Hutbe şöyle başlıyordu:

İhsanından dolayı Allaha hamdolsun.

Hak varması gereken yere vardı bu gün

(“ElhamduLillahi âlâ ihsanihi

Kad racee’elhakku ilâ mekânihi”)

Nakildir ki; Talha ve Zübeyr’in biatı tamamlandıktan sonra, ashabtan bir gurup Emirel Müminin Ali’nin katına geldiler: “Osman’ın katillerini ne şekilde kısas ederiz?” dediler.

İmam Ali: “Büyük bir topluluk şüpheli durumundadır. Sırf şüphe üzerine kısas olmaz. Sırf bu yüzden beklememiz gerekir. Eğer siz yakinen bu işin kimin tarafından yapıldığını bilirseniz sahibi kısas gelsin dava etsin. Sizde onun doğruluğuna şahit olun bende kısası uygulayayım” buyurdular.

Derler ki: Zamanlarda Ümeyye Oğulları’nın çoğu Medine’den firar etmişti. Bazıları Mekke’ye Ayşe’nin yanına. Bazıları Naile’nin kesilmiş parmaklarıyla Osman’ın kanlı gömleğini de alarak Şam’a Muaviye’nin yanına gittiler. Ben-i Ümeyye’den hiçbir fert İmam Ali’ye biat etme şerefine nail olamadı. Ve Sahabeden bir topluluk İmam Ali’nin savaş için hazırladığı orduya katılmadı.

Bunlar:

1)Said Bin Ebu Vakkas

2)Abdullah Bin Ömer(İki oğlunda biri)

3)Muhammed Bin Müslime Ensari

4)Usame Bin Zeyd

Emirel Müminin onları huzuruna çağırıp nasihatta bulundu.

Said Bin Ebu Vakkas: “Biz orduya katılmayız. Ta şu vakte kadar ki; Kâfir kim? Müslüman kim? belli ola. Biz Ehl-i İslam’a kılıç çekmeyiz” dedi.

Abdullah Bin Ömer: “Ey Emirel Müminin Huda hakkı için hakikatini bilmediğim işi bana teklif etmeyesin” dedi.

Üsame Bin Zeyd: “Benim senin hilafetine biatım tamdır. Resulullaha; Vahdaniyeti Hudayı Risaleti Mustafayı ikrar edenlerle savaşmayacağıma dair söz verdim” dedi.

Emirel Müminin onlardan bu sözleri işitti: “Hilafeti ben istemedim siz istediniz. Kendinize kimi halife yapmak istiyorsanız yapın” buyurdular. Onlar ise bir şey söylemeyip sessiz kalmayı tercih ettiler.

Tenbih:

Emirel Müminin, muhalifleri ;

“Eğer müminlerden iki taife savaşırsa aralarında sulhu tesis edin. Eğer biri diğerine başkaldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar şaki olan tarafla savaşın. Eğer dönerse adil bir şekilde aralarında sulhu tesis edin. Hakkı gözetin. Gerçek şu ki Allah hakkı gözetenleri sever” (Hucurat:9) Ayet-i Celilesi’yle susturmaya kadirdi. Lâkin yapmadı. Onları kendi anlayışlarıyla baş başa bıraktı.

Derler ki; Hilafetin ikinci gününde Müğire ki; Şeref-i Sohbet-i Resulullah ile müşerref olmuştu. Arapların arasında akıl ve tedbiriyle temayüz etmişti. Huzur-u İmam Ali’ye gelip: “Ey Emirel Müminin eğer izin verirseniz. Aklımdan geçenleri size arz etmek istiyorum. Karar Emirel Müminin’indir. Ben bazı kimselerden senin hilafetin emrinde tereddütler görüyorum. Bunun ilacı şu üç şeyden birisidir.

Birincisi: Hızlı bir deveye binip bu kavimden firar edesin. Çünkü onlar senden daha layığını bulamadıkları için senin arkandan gelirler.

İkincisi: Osman’ın tayin ettiği valileri azletme. Ta ki hilafetinde iyice yer edinesin. Çünkü ben onların sana muhalefetinden korkuyorum. Uygun olan odur ki; Muaviyeye mektup yazıp Şam’ın idaresini ona bırakasın. O bu duruma razı olup senden elini çekecektir. Mısırın idaresini Amr Bin asa vermelisin. Zira Amr Bin As nam ve şöhret kaydındadır. Gayet zeki biridir. Ey Emirel Müminin, ben bu iki kişinin sana karşı birleşmelerinden endişeliyim. Bu yıl bu minval üzere geçsin. Sonra sen istişare bahanesiyle onları huzuruna davet edip azledersin.”

Emirel Müminin: “Senin bu düşüncen bana uygun görünmez. Onların azlini Osman’a söyler dururdum. Ama beni dinlemezdi. İşte başına gelenleri gördünüz. Şimdi o zalimlerin Müslümanları ezmelerine nasıl rıza gösteririm. Yâda bu beldeden çıkıp gitmemi istedin. Bunu düşüneceğim” buyurdular.

Ertesi gün Muğire tekrar Huzur-u Cenab-ı Ali’ye geldi ve: “Dünkü tavsiyelerimden vazgeçtim Ey Emirel Müminin. Onları azlet ki dost düşman belli olsun. Zayıf ve acizlerin ve mazlumların boyunları bükük kalmasın.” diyerek kalktı gitti.

Derler ki; İbni Abbas’ta Muğirenin söylediklerini söyledi. Lakin O Şahı Velayet onada aynı cevabı verdi: “Benim dünya işim din işlerimdedir. Önem Din düzelme ve emniyet üzere olursa önem dünyada iyileşme ve emniyet üzere olur. Ama eğer dini işlere uyum olunmaksızın dünya işlerine uyulursa elde ne din kalır nede dünya. Ey İbni Abbas sakın zalimlerden taraf olma.”

Şiir:

“Âsâyış-i dü giti tefsir-i in dü harfest

Bâ dostân taladduf Bâ düşmânân mudârâ”

(İki cihan emniyeti şu iki sözün yorumunda gizlidir.

Dostlarla iyi olmak, düşmanlarla iyiymiş gibi görünmek)

Şiir:

“Dünyâ matlab-ı tâ heme dînet bâşed

Vermi talebine an ne tînet bâşed”

(dinin olsun istersen dünyayı isteme.

Eğer istersen ne dünya kalır ne din)

*****Osman’ın Ölüm Haberi Ve Aişe Talha Ve Zübeyr'in, Emirel Müminin Ali'ye Muhalefetleri Beyan Olunur

Nakildir ki; Aişe Mekke-i Mükerremeye gidip haccını eda ettikten sonra. Medine’ye gitmek için yola çıkmıştı ki; Hz. Osman’ın öldürüldüğü ve Hz. Alinin Makam-ı Hilafete seçildiği haberini alır almaz Mekke-i Mükerremeye geri döndü. İbni Abbas dahi hac kafilesiyle birlikteydi.

İbni Abbas: “Ya Ümmül Müminin neler oluyor? Neden geri dönersin?” dedi.

Aişe: “Osman’ın öldürüldüğünü ve Alinin Makamı Hilafete seçildiği haberini aldım. Bundan böyle benim Medine’de sükûn ve kararım mümkün değildir.” dedi.

Bunun sebebi Aişenin kalbi Aliden yana kırgındı. İfk hadisesinde Resulullahı teselli etmek için: “Ennisâu sivâhâ kesîretün” (Ondan başka çok kadın var) demişti. (Allahualem)

Derler ki; Talha Basra eyaletini, Zübeyr Küfe eyaletini Emirel Müminin’den istediler.

Emirel Müminin: “Ben size yakın olmak siz ise benden uzak Olmak istersiniz. Siz benim müşavirlerimsiniz” buyurdular.

Talha ve Zübeyr’in istekleri geri çevrilince muhalif davranmaya başladılar. Halk arasında fitne zuhur etti. Osman’ın katillerinin bulunamamış olması fitnenin büyümesine sebep oldu.

Bütün bunların farkında olan İmam Ali minbere çıkıp bir hutbe okudu ve en son: “Ey Müminler Osman’ı öldürenlere Haddi Şer’i uygulayıp kısas etsem gerektir. Lâkin sahibi dem ortada yokken bunun olması mümkün mü? Önce katil bulunup mahkeme-i Şer’e getirilmeli ve beyine-i adile ile suçu ispat edilmeli ve sonra kısas olmalı” dedi. Dinleyenler O’na hak verip dağıldılar. Halkta sükûnet hâsıl oldu. İleri geri konuşanların sayısı azaldı.

*****Hazreti Halifenin Şam İçin Muharebe Hazırlığı

Hicretin Otuz Altıncı Senesi oldu. İmam Ali muharebe hazırlığına başladı.

O günlerde Ebu Eyyubel Ensârî O’nun huzuruna çıkıp bazı tavsiyelerde bulundu: “ Ey Emirel Müminin eğer bu belde de ikamet edersen güzel olur. Zira burası Belde-i Tayyibe’dir. Hicret gâh-ı Resulullah tır. Ravza-i Mutahhara ve Minber-i Nebi burdadır. Eğer Arap sana itaat eder istikamet üzere sabitkadem olurlarsa ne âlâ. Sende burada mekân edinmiş olursun. Yok, Eğer Cadde-i istikâmetten ayrılırlarsa o zaman “Ezzerurâtu tubihul mahzurât” (Hali zarurette sakıncalar mubah olur) hükmü gereği başka yere gitmeye mazur sayılırsın.” dedi. Emirel Müminin Ebu Eyyubel Ensâri’nin görüşünü benimsedi.

*****Osman zamanında Basra Valisi Olan Abdullah Bin Amr’ın, Medinelilerin Durumlarını Öğrenmek İçin Basra’dan Ayrıldığı

Ehl-i Tevârih derler ki; Çünkü Halkın İmam Ali’ye biat ettikleri haberi Osman’ın halasının oğlu Basra Valisi Abdullah Bin Amr’a ulaştı. Bulunduğu makamdan azledilme endişesiyle, halkın ileri gelenlerini toplayıp onlara bir hutbe okudu: “Ey Basralılar; Sizin Halifeniz Osman idi. Haksız yere katledildi. Onun biatı henüz sizin üzerinizdedir. Hali hayatında nasıl ki itaati üzerinize vacip idi. Ölümünde dahi vaciptir. Ben nasıl ki dün sizin emiriniz idim bu gün dahi emirinizim. İşittim ki; halk Ali Bin Ebi Talib’e biat etmiş. Biz Osman’ın kanını isteriz. Harp için hazırlanın ta varıp halifemizin kanını yerde koymayalım.” dedi.

Harise Bin Kerramesadi ki; Eşrafı Basra’dan idi. Ayağa kalktı: “Ey İbni Amr sen bizim hâkimimiz olmadın. İlla zorla hâkimimiz oldun. Seni gönül rızasıyla kabul etmedik. Sana olan itaatımız Osman vasıtasıyladır. Osman huzuru muhacir ve ensarda maktul oldu. Müslümanlar Ali Bin Ebu Talibi halife seçtiler. Eğer Ali senin o makamda kalmana müsaade ederse kalırsın. Biz dahi sana itaat ederiz. Eğer azlederse sana karşı Kıyam etmek üzerimize vacip olur.” dedi.

Abdullah, Harise’ye cevap veremeyip oradan ayrıldı. Bütün değerli eşyalarını ve taşıyabildiği mallarını hayvanlara yükletip Hazre Mevt’ten bir kişiyi kendi yerine kaymakam tayin edip, geceleyin kimseye görünmeden Basra’dan Medine’ye doğru yola çıktı. Basralılar onu kendi aralarında zannederlerdi. Çünkü İbn-i Amr Medine’ye erişti. Talha ve Zübeyr Emirel Müminin’den çekindikleri için İbni Amr ile gece gizlice buluştular.

Talha ve Zübeyr: “Niçin Basra’da kalmadın? Bizde sana gelecektik” dediler. İbni Amr, Harise’nin sözlerini onlara nakletti.

Diğer bir rivayette ise; İbni Amr Talha’ya ve Zübeyr’e: “Madem Ali’ye muhalifsiniz Size yüz bin kılıç ve istediğiniz kadar malla yardım ederim” dedi.

*****Emirel Müminin Âlinin Bazı Vilayetlere Valiler Tayini

Derler ki; İmam Âli hicretin Otuz Altıncı Yılının ilkinde bazı memleketlere valiler ve hakemler tayin etti.

Bunlardan:

1)Abdullah Bin Abbas’ı: Yemen’e

2)Muid Bin Abbas’ı: Bahreyn’e

3)Samame Bin Abbas’ı: İmaret-i Tahame’ye

4)Avn Bin Abbas’ı: Vilayet-i Yemame’ye

5)Fesm Bin Abbas’ı: Mekkei Mükerreme Muhafızlığı’na

6)Said Bin Ubadey’i: Mısır’a

7)Osman Bin Hanif’i: Basraya

8)Ammar Bin Hişam’ı: Küfey’e

9)Süheyl’i: Şam’a gönderdi.

Süheyl Tebuk mevzine geldiğinde o diyarın süvarilerinden bir cemaat Süheyl’i durdurdu. Geliş sebebini öğrenince de: “Ne senin imaretini kabul ederiz nede Alinin hilafetini. Osman’ın kanını isteriz. Şam ve ahalisi bu hususta hem fikiriz. Sen geldiğin yere geri dön” dediler. Süheyl geri dönüp keyfiyeti hali Emirel Müminin’e haber verdi.

Osman Bin Hanif ne zamanki Basra’ya vardı, Abdullah Basra’dan firar etmişti. Basra ahalisi Abdullah Bin Hanif’in gelişini ganimet bilip memleketin idaresini ona teslim ettiler.

Abdullah Bin Abbas daha Yemen’e varmadan bundan haberi olan Yemen valisi Tala Bin Ümeyye, Beytü’l Malda ne bulduysa alıp Mekke’ye doğru yola çıktı.

Ammar Bin Hişam Küfeye yaklaşınca Taliha Bin Huveylid ve KakaʿBin Amr yolda onu karşılayıp ona geri dönmesini Küfe Halkının Eşari’den başka amil istemediklerini haber verdiler.

Said Bin Ubade ne zamanki Mısır’a yaklaştı. Abdullah Bin Said -ki Osman’ın süt kardeşi ve Mısırında valisi idi- Şam’a doğru firar eyledi. Mısır ahalisi ise üçe bölünmüştü:

1)Biat edenler.

2)Tarafsız kalanlar.

3)Biatı Osman’ın kanının alınması şartına bağlayanlar.

Said Bin Ubade durumu bir mektupla İmam Ali’ye bildirdi. Emirel Müminin gayet melül ve mahzun oldu;“Bu fitne ateşi gün be gün artar. Gücümün yettiği yere kadar bu fitne ateşini Söndürmeye çalışacağım. Davası İslam olan hiç kimseye kılıç kaldırmam. Kılıcımın gölgesi davası İslam olmayanların üzerine düşecektir” buyurdular.

*****Talha Ve Zübeyrin Umre Bahanesiyle Mekke’ye Gidip İmam Ali Aleyhine İttifak Ettikleri Beyan Olunur

Rivayet ederler ki; Talha ve Zübeyr, Basra ve Küfe Eyaletlerinden ümitlerini kesince. İmam Ali’nin meclisine varıp Umre için izin istediler.

Emirel Müminin: “Sizin Mekke’ye gitmekte maksadınız Ziyareti Hane ve Tekbili Asitâne değildir. Sizden bir garip hal zuhur etse gerektir. Ben sizi zorlamadım siz kendi rızanızla beni seçtiniz. Şimdi fitne koparmağa gitmek mi istersiniz. Size izin verdim her nereye gitmek isterseniz gidin”buyurdu.

Şiir:

Söz verdin ve cahillikle sözünü tutmadın.

Senden ve kırık dökük sözlerinden ne olur

“Çü ahd kerdi ve ez rûy-i cehl bilş kesti

Çi hâsıl ez tu vuahd-i şikeste-beste-i tü” buyurdu.

Talha’yla Zübeyr, Mekke’ye doğru yola çıktılar. Basra’nın eski valisi Abdullah Bin Amr dahi yolda onlara katıldı. Aceleyle Mekke-i Mükerreme’ye geldiler. Ayşe o zamanlar Mekke’deydi. Osman’ın sarayı muhasara esnasında ashaptan bir cemaatle hac ve umre niyetiyle Mekke’ye gelmişlerdi.

Bir rivayette şöyledir; Halk Ayşe’ye Osman’dan çok şikâyetlerde bulunmuşlardı. Osman’ın “Sünen-i Nebeviyye’yi terk ettiğini, Resulullah’ın zamanında olmayan yeni yeni şeyler icat ettiğini, Beni Ümeyye’yi Sair Eshab-ı Resulullah’a tercih ettiğini ve onların halka zulümlerine göz yumduğunu, Eshab-ı Resulullah’tan bazılarına eziyet ettiğini, nice çirkin işleri görmezden geldiğini” söylediler.

Bunlardan biri Hikem Bin As olayıydı. Bu şahıs Osman’ın amcası Mervan’ın ise babası idi. Huzur-u Resulullah’ta ki edepsizliğinden dolayı Resulullah onu Medine’den sürmüştü. Peygamber’in vefatına kadar Taif nahiyesinde kalmıştı. Ebubekir ve Ömer’in hilafetleri döneminde de Medine’ye gelmesine izin verilmedi. Osman’ın hilafeti zamanında ancak Medine’ye girmesine izin verildi.

Ebu Zer gibi bir sahabeyi sırf Muaviye’nin hatırı hoş olsun diye Şam’dan sürgüne gönderdi. Medine’ye gelmesine dahi izin verilmedi. Zide nam denilen yere gönderdi. Bununla da yetinmeyip müminleri irşad etmesini de yasakladı. Hatta bütün bunlar Ayşe’nin Osman hakkında beddua etmesine sebep oldu.

Nitekim bazı kütübi tevârihte yazılıdır ki; ‘Ne zamanki Osman’ın öldürüldüğünden Ayşe’nin haberi oldu'.

Yemin etti ki; ”Osman haksız olarak öldürüldü.”

Abdullah Bin Mesleme -ki Ayşe’nin akrabasıydı- Ayşe’ye: “Ya Ümmül Müminin; Taaccup ediyorum. Siz ki; Osman hakkında ağır ithamlarda bulunurdunuz. Hatta Osman’ın katlini müstahak görür: “Uktülû tektîla” (Katledin!katledin!) derdiniz.

Ayşe: “O zamanlar onun öldürülmesini caiz görür halkı da buna teşvik ederdim. Şimdi ise kanını talep ediyorum. Çünkü Osman yaptıklarından pişman olup tövbe etmişti. Halk onu öldürmeleri gereken zamanda öldürmeyip, öldürmemeleri gereken zamanda öldürdüler.”

Beyit:

“Ve minkel ğedâu Ve minkeliʿber.

Veminker riyâhu Ve minkel mader”

(Nimette senden kederde

Rüzgârda senden yağmurda)

Beyit:

“Ey derd-i mârâ ez tû ve dermân ez tû.

Düşvâr-ı merâ ez tû ve âsân ez tû”

(Bu bendeki dert Senden, dermanda Senden

Bu bendeki zorluk Senden, kolaylıkta Senden)

Derler ki; Abdullah Bin Mesleme bu beyitleri Osman’la Ayşe’nin durumları hakkında söylemiştir.

Ayşe Mekke’de iken Talha ve Zübeyr’in Mekke’ye geldiğini Ayşe’ye haber verdiler. Ayşe bu duruma pek sevindi. Talha ve Zübeyr ve Mekke’de bulunan Ümeyye Oğulları Osman’ın kanını talep hususunda Ayşe’yi teşvik ettiler. İmam Ali’ye olan muhalefetlerini Ayşe’nin huzurunda izhar ettiler: “Ali, Osman’ın katillerine yanında yer verdi. Hak Teâlâ’nın haddini onlara uygulamadı. Sen Ümmül Mümininsin bizimle müttefik ol.” dediler.

Ayşe: “Bu iş kadınların işi değil erkeklerin işidir” dedi.

Diğerleri: “Eğer sen bizimle olursan halkın nazarındaki değerin dahada artar” dediler.

Abdullah Bin Zübeyr ki; Ayşe’nin kız kardeşi Esma’nın oğluydu. Ayşe onu çok severdi. Ayşe’nin bu işe rıza göstermesi ve onlarla birlikte olması için o kadar ısrarda bulundu ki; Ayşe’ye razı olmaktan başka çare kalmadı.

Bu ittifakın yankıları afakta duyulmaya başladı. Raviyi kıssa der ki; Ne zaman ki; Yala Bin Ümeyye, Yemen’den gelip onlara katıldı, beraberinde dört yüz deve vardı. Halka seslenerek: “Bu develere yüklerinizi yükleyin” dedi.

Zübeyr: “Böyle olmaz eğer naktin varsa onu çıkar. Asker tedarikini görelim” dedi.

Ebu Yala altı yüz bin kızıl altını onlara borç verdi. Onlar dahi bu altınları kendi askerlerine taksim ettiler ve askeri, muharebeye hazır hale getirdiler. Bazı hadis kitaplarında, siyer ve tarihlerde: Yala Bin Ümeyye Yemenden Mekke’ye altı yüz bin kızıl altın ve üç yüz deve yükü emtiayla gelip Talha Zübeyr ve Ayşe’ye biat eyledi.

Derler ki; Yala Bin Ümeyye, Yemen’den bir (Garibul heykel) yaratılışı garip deve getirmişti. O deveyi yüz kızıl altına satın almıştı. Onu Ayşe’ye hediye etti. O devenin adı Angir idi. İşte bu nedenledir ki; O güne: “Yevmül Cemel”, O harbe de: “Harbul Cemel” dediler. Zira Ayşe o cenk gününde bir hevdece girmiş, o hevdeci de o devenin üzerine perk etmişlerdi. Bunun beyanı yakında İnşallah gelecektir.

El Kıssa:

Abdullah Bin Amr, Basra’dan bin kere bin dirhem getirmişti. Talha ve Zübeyr o malları dahi alıp askerin teçhizi için harcadılar. Abdullah Bin Hazremî ki -Emiri Mekke idi- Mekke askerleriyle birlikte onlara katıldı. Kısaca muhtelif taifelerden müteşekkil bir orduyla Halife-i Zaman olan İmam Ali”ye karşı bir araya geldiler. Sonra aralarında hangi yöne gidecekleri hakkında istişare ettiler.

Zübeyr: “Şam’a gidelim. Muaviye ve Mervan oradadır”

Velid Bin Ukbe: “Bu yanlış olur. Korkarım ki Şam yoluna giderseniz akıbetiniz iyi olmaz. Zira Osman evinde muhasarada iken Muaviye’nin yardımına muhtaçtı ve ondan yardım beklerdi. Muaviye’nin de buna gücü yettiği halde ihmal davrandı. Ta ki Osman katlolundu. Muaviye şimdi kendi devletini kurma sevdasındadır. Muaviye sadece Şam’ın hâkimi olma sevdasında değil, belki bütün memleketin hâkimi olma sevdasındadır. Siz ona tabi olursanız olur, ama o asla size tabi olmaz” dedi.

Raviyi kıssa der ki; Muaviye; Talha, Zübeyr ve Ayşe’nin, Halife-i Müminin Ali’ye karşı bir tertipleyip Şam’a gelmek niyetinde olduklarını öğrenince pek müteessir oldu. Onları bu niyetlerinden vaz geçirmek için bir başkasının dilinden düzmece bir mektup hazırlayıp onlara gönderdi.

Mektupta: “Osman’a ihtiyacı olduğunda yardım etmeyen birinin sizi hoş karşılayacağını sanmam. Eğer gelirseniz onunla savaşmanız gerekebilir” gibi sözler mevcuttu.

Derler ki; Ne zaman ki; Mektup Talha ve Zübeyr’e erişti, Zübeyr: “Vallahi bu sözler Muaviye’nin sözleridir. Bunları başkasının lisanından yazıp bizim Şam’a gidişimizi engelledi” dedi.

*****Ayşe’nin Ümmü Seleme İle Konuşup Basra Seferinde Onun Muvafakatını İstediği Ve Ümmü Seleme’nin Onu Bunlardan Men Etmeye Çalıştığı Beyan olunur

Erbab-ı Siyer ve Revârih derler ki; Ayşe Mekke’de Ümm-ü Seleme’nin hanesine vardı. Ümmü Seleme hac için Mekke’ye gelmiş ve fakat henüz Medine’ye dönmemişti.

Ayşe: “Ey Ebu Ümeyye kızı sen herkesten önce Huda ve Resul’ünün yolunda hicret ettin ve Ol Hazreti Risalet’in Şerefi Firaşiyle azîmüş şan oldun. Ümmehatı Müminin arasında nice meziyetlerinle temayüz ettin. Sende biliyorsun ki ehli kavgadan bir topluluk her taraftan gelip Osman’ı katlettiler. Şimdi ise o halife-i mazlumun yâranından bir gurup onun katillerinden intikam almak isterler. Bana haber verdiler ki; Abdullah Bin Amr Basra’da yüz bin asker hazırlamış. Cümlesi Osman’ın katillerinden intikam almak isterler. Sende bize katıl.”

Ümmü Seleme: “Ey Ebu Bekir’in kızı. Sen Osman’ın kanını mı istersin? Allah hakkı için senin katında Osman’dan daha hain kimse yoktu. Adını anmaz illa ölümle anardın. Şimdi Osman için, Emirel Müminin ve ‘Halife-i Mektul’ dersin. Ali Bin Ebi Talib’in üzerine gidenlerle berabersin. Hâlbuki Osman Ben-i Menaf’tan bir kişidir. Sen Beni Temimden bir zaifesin. Eyvah sana Ey Ayşe! Ali Bin Ebi Talip ki; O’nunla Resulullah arasında silsile-i uhuvvet ve muhasarat bulunmaktadır. Resulullah’ın Amcasının oğludur ve Fatima-i Zehra’nın Zevcidir ve mertebe-i riyaset ve hilafet ve diraseti halkı âlem ona tevdi edilmiştir. Medine’de bulunan cumhur-u muhacir ve ensar biat edip onu Hilafet-i Amme’ye layık görmüşlerdir.” dedi.

Abdullah Bin Zübeyr, Ümmü Seleme’nin hanesinin kapısında durmuş onları dinliyordu. Uzaktan seslenerek: “Ey Ümeyye Kızı Biz senin İbni Zübeyr’e adavetini anlamıştık. Keşke Ayşe bu hususta senden yardım istemeseydi” dedi.

Ümmül Müminin Ümmü Seleme: “Ey Abdullah! Ali hayatta iken senin baban ve onun arkadaşı Talha’nın hilafetine muhacir ve ensar razı olur mu zannedersin? Halbuki Ali Resulullah’ın dediği gibi her müminin ve müminenin velisidir.”

Abdullah: “Ben Resulullahtan böyle bir hadis duymadım” dedi.

Ümmü Seleme: “Sen işitmediysen işte halan Ayşe ona sor bakalım işitmemiş mi? Resulullah Ali hakkında: “Ali halifeti aleyküm fi hayatî ve memâtî. Fe men asahu faked asanî” (Ali benim hayatımda da ölümümde de sizin halifenizdir. Kim ona karşı gelirse bana karşı gelmiş olur).

Ey Ayşe Resulullah’tan bu hadisi işittiğine şehadet eder misin?” Ayşe: “Evet ederim” dedi.

Ümmü Seleme: “Ey Ayşe Allah’tan kork. Ol şeyki Resulullah seni ondan sakındırmıştı. Onu irtikab etme. Ey Ayşe Resulullah’tan işitmedin mi? ”Gece ve gündüzlerden çok zaman geçmeyecek Hevep suyunun köpekleri benim eşlerimden birine afkurup hırlayacaklar. Ol hatun ki bu olay başına gele ehli eşkıya ve fesadın aralarında ola ”buyurduğunda elimde bir tas tutardım. Gayet ıstırap ve korkumdan elimdeki tas yere düştü. Resulullah Sebebini sorunca da: “Ya Resulallah olmaya ol hatun ben olayım. Korkum bu yüzdendir” Resulullah tebessüm edip sana baktı: “Zannederim ki; Ol Hatun sen olasın Ya Hümeyra” dedi.

Ayşe bu hadisin rivayetinde Ümmü Seleme’yi tasdik etti.

Ondan sonra Ümmü Seleme: “Ey Ayşe Talha ve Zübeyr’in firibine aldanma. Bu irtikab ettiğin kar için Huda-yi Cabbar’dan sana eğer zarar gelirse Talha Ve Zübeyr seni kurtarırlar gümanında olmayasın” dedi.

Ayşe gayet üzgün bir şekilde ol daiyeden pişmanlık duyup Ümmü Seleme’nin meclisinden kalkıp gitti. Bu beliyyeden kurtulmanın çarelerini aramaya başladı.

Abdullah Bin Zübeyr halası Ayşe’nin durumundan haberdar olunca: “Eğer sen bizimle Basra tarafına gelmezsen ben kendimi öldürürüm. Yâda başım alıp giderim” dedi.

Halk araya girip Ayşe’ye yalvarıp yakarıp onu tekrar eski haline geri çevirdiler. Ayşe Ömer’in kızı Hafza’ya ki -Resulullah’ın Zevce-i Mutahharası’dır- Basra seferinde onunla beraber olması için haber gönderdi. Hafza önce kabul etti. Sonra kardeşi Abdullah’ın ısrarı üzerine bundan vazgeçti.

Basra tarafına hareket eden ordu üç bine yakındı. Bir rivayette orduda bin süvari vardı. Altı yüzü ata dört yüzü deveye binmişlerdi. Derler ki; Muğire o esnada Mekke’deydi.

Talha ve Zübeyr’le birlikte Mekke’den ayrılıp bir müddet gittikten sonra Talha’ya sordu ki: “Eğer Ali Bin Ebu Talib’e galip gelirseniz Makam-ı Hilafet’e kimi geçirmek niyetindesiniz?”

Talha: “Müslümanlar benimle Zübeyr’den hangimizi dilerlerse o halife olur”

Muğire: “Bu doğru olmaz. Şu anda sizinle beraber olan Osman’ın iki oğlundan birini halife yapmanız en doğrusudur. Zira şu anda siz Osman’ın kanı davasındasınız. Makam davasında olmamalısınız. Sonra halk: ”Bunların derdi hilafetmiş. Osman’ın kanı bahaneymiş” derler.

Kitab-ı Mustafa’da kayıtlıdır ki; Mekke eşrafından Said Bin As, bir deveye binip Talha Zübeyr ve Ayşe’nin askerlerine yetişti. Askerlerin ardını önünü seyrettikten sonra, Ayşe’nin yolu üzerinde bir yerde kemanına yaslanıp bekledi. Ayşe’yle selamlaştıktan sonra: “Ya Ummül Müminin nereye gidersin?” dedi.

Ayşe: “Basra’ya”

Said: “Niçin Basra’ya gidersin?”

Ayşe: “Müslümanların aralarını ıslah edip Osman’ın katillerine kısas için giderim” dedi.

Said: “Bu cemaat ki; Atlara develere binmişler, Osman’ın katilleri onlardır. Bu ikisi Talha ve Zübeyr, Osman’ın öldürülmesi için gayret etmişlerdir. Emir ve halife olmak arzusuna düşmüşlerdir. Maksatları hâsıl olmayıncada kanı kanla yıkama arzusundadırlar” dedi.

Muğire dahi leşkerin ortasında nida edip: “Ey Müslümanlar eğer evlerinizden çıkışınız Ümm’ül Müminin Ayşe’ye mutabakat ise geri dönün. Geri dönmeniz onun içinde sizin içinde daha faydalıdır. Yok eğer evlerinizden çıkmakta muradınız Osman’ın kanını istemekse, bilin ki Osman’ın katilleri sizin reislerinizdir.” dedikten sonra, Said ve Müğire onların arasından ayrılıp Taif tarafına gittiler. Ne Cemel Vakası’nda nede Sıffın Savaşı’nda bulunmadılar.

Rivayettir ki; Cenab-i Ali ne zaman ki Talha, Zübeyr ve Ayşe’nin ordularıyla Basra’ya doğru gittikleri haberini aldı, Sehl Bin Hanifi yerine vekil bırakarak aceleyle Medine’den ayrıldı. Yolda onları yakalamak niyetindeydi. Zübde denilen yere geldiklerinde onların gittiklerini öğrendi. Emirel Müminin yanındaki askerler az sayıda olmasına rağmen Medine’ye geri dönmek istemedi. Sebebi ise Ahali-i Medine’den bir çoklarının özür beyan edip bu cenge katılmamalarıydı. Hatta Mekke’de ya da Küfe’de ikameti bile aklından geçirdi. Zübdeden hareketle Zîkar denen nahiyede konaklayıp leşker toplamakla meşgul oldu.

*****Ümmü Seleme’nin Emirel Müminin’e Mektub Yazıp Onu Talha Zübeyr ve Ayşe’den Haberdar Eylemesi

Derler ki; Ümmü Seleme,, Emirel Müminin’e mektup yazıp Talha Zübeyr ve Ayşe’nin ordularıyla Mekke’den çıktıkları ve Abdullah Bin Amr’ın da onlarla beraber olduğu haberini gönderdi.

Son olarakta: “Vallahi eğer Resulullah hatunlarının hanelerinden çıkmalarını nehy buyurmuş olmayaydı elbette bende seninle beraber gelirdim. Gözümün nuru oğlum Amr’ı senin düşmanlarınla savaşması için yanına gönderiyorum. Ümmü Seleme mektubunu:“Vallahu kâfihim ve cailu dairetis sûi aleyhim” (Allah Onlara kâafidir. Kötü akibet üzerlerine olsun)” diyerek dua ile bitiriyordu.

Emirel Müminin, Ümmü Seleme’nin oğlu Amr’ı üstün meziyetlerinden dolayı Bahreyn’e vâli olarak gönderdi.

*****Ummul Fazl Binti Haris’in Ali’ye Mektup Gönderip İttifakları haber verdiğinin Beyanı

Derler ki; Ümmül Fazl, Resulullah’ın Eşi Meymune’nin kız kardeşi ve amcası Abbas’ın eşidir. Emirel Müminin’e bir mektup yazdı. Mektubun muhteviyatında şunlar vardı.

Mektup:

“Bismillahirrahmanırrahim. Bu mektup Bende-i Huda Ali Bin Ebu Talibe ki; Emirel Müminin’e Haris Kızı Ümmül Fazl tarafından yazılmıştır. Gerçek şu ki Talha, Zübeyr ve Ayşe Basra Vilayeti’ni ele geçirmek kasdiyle Mekke’den çıktılar. Halkı seninle muharebeye teşvik edip fitne kapılarını araladılar. Onlarla kimse gitmedi, ancak kalbinde marazı olanlar gitti. Allahu Teâlâ’nın kudreti onların fevkindedir. Vesselâm.”

Ümmü Fazl Bu Mektubu Cehine Kabilesinden Zafer adında birinin eline verdi; “Ey Zafer bu mektubu aceleyle Sahibi Zülfikar’a yetiştir.Şu yüz altında senindir. Hemen acele edesin göreyim seni” dedi.

O delikanlı o mektubu alır almaz hemen yola koyuldu. Çok hızlı bir şekilde Emirel Müminin’e ulaştı.

Emirel Müminin o mektubu okuyunca Muhammed Bin Ebu Bekir’i yanına çağırdı: “Gör bak ya Muhammed kız kardeşin ne işlere kalkışmış. Hak Teâlâ O’na hanesinden çıkıp kendini halk-ı âleme göstermeyi nehy ettiği halde O hilafi Emri Huda ehli nifak bir cemaatle taşra çıkmış. O cemaatle yek dil yek kelime olmuş. Osman’ın kanını talep bahanesiyle benimle benimle muharebeye hazırlanır” dedi.

Muhammed Bin Ebu Bekir: “Ya Emirel Müminin onların ittifakından sana bir zarar gelmez. Hakikat şu ki; Hudavendi Teâlâ seninledir. Ümidimiz odur ki; Seni mahzun ve mağlup etmeyecektir. Onlar ki; İman ve İslam’da Rasihul Erkân ve Şamihul Beyanlar’dır hepsi seninledir. “El Hak ku yaʿlu ve lâ yuʿlâ” (Hak daima galiptir, mağlup olmaz)” dedi.

Ravi yi kıssa der ki; Ne zaman ki, Emirel Müminin, Ümmü Fazl’ın mektubunu okudu eshabın toplanmasını emreyledi. Cümle ashab ve ahbap Meclisi Ali’de toplandılar.

Uzun bir nasihattan sonra: “Hak Teâlâ nın rermanına itaat edip Cemaati müsliminin tefrikasına koşan Ehli tefraka ve ehli fesad ile savaşa hazır olun” dedi.

Ordu içinde bir dalgalanma oldu. Vadide tek bir ses yankılandı: “Samen ve taeten” (Emrine amadeyiz).

Çünkü Ayşe, Emirel Müminin’in ordusuyla üzerlerine geldiği haberini aldı. Emretti, hemen bir delil bulup orduyu ana yoldan değil, tali yollardan Basra’ya ulaştırma gayretine girdi. Sabaha yakındı. Bir su kenarına geldiler. O suya Hob derlerdi. Ayşe’nin devesi o suyun kenarına varınca o yörenin köpekleri o su kenarında toplanıp acıklı acıklı sızlanmaya başladılar. Ayşe konuşmalardan bu suyun Hob suyu olduğunu duyunca; Ayşe: “Beni geri döndürün” dedi.

“Seni geri döndüren sebep nedir?” dediler.

Ayşe: “Resulullah’tan işittim. Buyurdu ki; ‘Şöyle görürüm ki; Benim eşlerimden biri Hob suyunu geçe ve Hob suyunun köpekleri feryad edip ağlayalar. Ey Humeyrâ Allah’tan kork ki ol hatun sen olmayasın.’ dediğini hatırladım” dedi. Ayşe geri dönmek isteyince o gece orada konaklamaya karar verdiler. Gün doğunca Abdullah Bin Zübeyr yöre ahalisinden elli nefer kimse getirip o suyun Hob suyu olmadığı hakkında şahitlik ettirdi.

Derler ki; İslam’da topluca vaki olan yalan buydu. Ayşe delili isteyince de:

Talha: “Delil O suyun isminde hata ettiği için utancından firar etmiş” dedi.

Derler ki; Ayşe’nin delili dönüp yolda gelirken Emirel Müminin’e rast geldi.

Emirel Müminin: “Hangi taraftan gelirsin?” dedi.

Delil: “Basra tarafından” diye cevap verdi.

Emirel Müminin: “Ayşe’nin ordusunu gördün mü?” dedi.

Delil onların haberlerini ve Hob suyu köpeklerinin hikâyesini ve eğri yollardan Basra’ya gittiklerini ayrıntılı olarak anlattı. Cenâb-i Hilafet Meab bu habere çok sevindi. Çünkü Ayşe, Talha ve Zübeyr’in Hob suyu kenarından Küfe’ye varıp o diyarın ahalisini kendine tabi olmaya mani olabilecekleri endişesini taşımaktaydı.

Raviyi kıssa der ki; Çün Ayşe ve tabileri Hob suyu kenarından kalkıp Basra’ya eriştiler. Osman Bin Hanif Ensari ki; Emirel Müminin Ali tarafından Basra Valisi olmuştu. Bir cemaatle birlikte Basra’dan çıkıp onlarla muharebeye koyuldu. Araya aracılar girip her iki tarafıda sulha razı ettiler. Sulh anlaşmasında Emirel Müminin gelene kadar Beytül Mal ve Basra İmareti Osman Bin Hanif’in tasarrufunda olacaktı. Ayşe ve onun ordusu Heribe denen yerde karargâhlarını kurdular.

*****Tabiinin büyüklerinden olup Basra Eşrafından olan Ahnef Bin Kayse, Talha Zübeyr ve Ayşe’ye mektup yazıp Kendilerine katılmalarını istemelerinin beyanı

Nakildir ki; Ahali-yi Basra muhibbanı Ali idiler. Ayşe, Talha ve Zübeyr Ayânı Basra olan Ahnef Bin Kays’e haber gönderip karargâhlarına davet ettiler. O dahi icabet edip yanlarına vardı. Ondan bu davada onlarla beraber olmalarını istediler. Ahnef Ayşe’ye dönüp: “Ya Ümmül Müminin, Osman muhasarada iken ben sana dedim ki; ‘ Osman bu kavgada maktul olursa hilafete kimi kabul edelim? Ve bu emirde kime biat edelim?’ Sen buyurdun ki; 2Ali Bin Ebu Talib’e biat eyleyin.’”

Ayşe: “Evet o gün ben öyle söyledim. Ama bugün bazı umur var ki; Onlarda ben senden daha bilgiliyim” dedi.

Ahnef Bin Kays: “Vallahi Ben Ali’yle muharebe etmem. Resulullah kardeşlik gününde cümle ehli beyti içinde Ali’yi kendisine kardeş edindi ve onu ilim şehrinin kapısı kıldı. O Resulullah’ın kızı Fatıma’nın eşi ve torunları Hasan ve Hüseyin’inde babasıdır. Muhacir ve Ensar ona biat edip Emirel Müminin eylediler. Benden bunu isteme” deyip oradan ayrıldı. Benin Temim Kabilesine geldi. Kabilesinden dört bin kişiyle birlikte Emirel Müminin’in saflarına katıldı.

*****Emirel Mümininin Şehzadesi Hasan’ı Eshabından bir Cemaatle Küfeye gönderdiği

Derler ki; Emirel Müminin Kurratul Aynı Hasan Muctebayı Ammar Bin Yaser ile ve bir cemaat eşliğinde Küfe’ye gönderdi ve O memleket ahalisinden asker talep eyledi. Bir diğer rivayette ise bu hadise Emirel Müminin henüz Medine’de iken olmuştu.

Bazı kütübü tevârihte yazılıdır ki; Hasan ve Ammar Bin Yaser Küfe’ye ulaşmadan evvel Emirel Müminin Ali Muhammed Bin Ebu Bekir ile Muhammed Bin Caferi bir mektupla Küfe’de vali olan Ebu Musa’ya gönderdi. Mektupta şunlar yazılmıştı.

Mektup:

“Bende-i Huda Emirel Müminin Ali tarafından yazılmıştır. Ey Ehli Küfe bilin ki; Bu fitneyi ortadan kaldırır kaldırmaz sizin memleketinizde ikameti düşünmekteyim. Sizden her kimin ki, bize muhabbeti vardır, gelip bize katılsın”

Emirel Müminin o sıralar Medinelilerden o kadar bizar idi ki. Ya Mekke’de ya da Küfe’de ikameti düşünmekteydi. Zil kar da iken adam gönderip Medine’de neyi varsa hepsini zil kara getirtti. Ne zaman ki; Muhammed Bin Ebu Bekir’le Muhammed Bin Cafer Küfe’ye eriştiler. Ebu Musa ve Ahali-i Küfeyi cem ettiler. Emirel Müminin’in Mektubunu onlara okudular.

Kûfeliler: “Ey Ebu Musa bizim emirimiz sensin. Bu yoldaki tedbirin nedir?”

Ebu Musa: “Bir yere gitmeniz gerekseydi Osman katli olunmazdan önce gitmeliydiniz. Bunu yapmaya kudretiniz de vardı. Fakat yapmadınız.”

Muhammed Bin Ebu Bekir: “Ey Ebu Musa utanmaz mısın halkı Emirel Müminin’e katılmaktan alıkoyarsın.”

Ebu Musa: “Osman’ın biatı senin boynunda değil miydi ki onu katlettin.”

Muhammed Bin Ebu Bekir cevap vermeyip oradan ayrılıp keyfiyeti hali Emirel Müminin’e haber verdiler. Bu sefer de oğlu Hasan’la Ammar’ı gönderdi.

Ebu Musal Eşari yine Kûfelilerin yardımına engel oldu. Hatta onlara: “Kendi kendinizi katletmeyin. Allah size karşı çok merhametlidir.” (Nisa:29) “Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası ebedi cehennemdir.” (Nisa:93) ayetlerini okudu. Ammar Çün Ebu Musa’dan bu muhalif hareketi gördü. Gazaba gelip onu susturdu.

O sırada Ahali-yi Kûfe’den Beni Temim kabilesinden bir kişi; Ammar Bin Yaser’e: “Susturun Şunu ki; Daha dün Vakiayı Osman’da Mısır eşkiyasıyla birlikteydi. Ey Ammar bu gün gelip bizim emirimizi susturmak senin ne haddine” dedi.

Yine o sırada Zeyd Bin Serhan ki; Arkadaşlarıyla birlikte Küfe’de idiler. Kendilerini Ali’nin muhibbanın dan gösterip kılıçlarını çektiler: “Her kim Ali’ye itaattan dönerse onun hakkından bu kılıçlarımız gelecektir” dediler.

Ebu Musa bu durumu muşahede edince: “Biraz sakin olun. İşte Ümmül Müminin Ayşe’nin mektubu bendedir. Bana emretti ki; Kûfe Ahalisini işler düzelene kadar Küfe’de tutasın”

Ammar: “Ümmül Müminin Ayşe öyle bir işe el atmıştır ki; Aslında o işin hilafıyla memurdur. Allah Resulullah’ın eşleri hakkında: “Evlerinizde oturun. İlk cahiliye deki gibi açılıp saçılmayın” (Ahzap:33) buyurmaktadır. O ise emre muhalif davranmaktadır. Fitneyi ortadan kaldırmak ise bizim üzerimize farzdır. “Fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın” (Enfal:39) ayeti bu durumu işaret etmektedir”

Ebu Musa: “Eğer sen böyle dersen. Biz ve Ayşe ehli fitneyle mukateleye memurlarız demek olur” dedi.

Zeyd Bin Serhan tekrar ayağa kalkıp: “İnsanlar iman ettik demekle, imtihan edilmeden bırakılacaklarınımı sandılar?” (Ankebut:2) Bu ayeti okuduktan sonra: “Ey Gürûhu Müslimin kalkın Emirel Müminin Ali’nin yanına gidin.” dedi.

Derler ki; Malik Eşter: “Ey Emirel Müminin Kufe’nin hakimi Ebu Musa’nın inadı kırılmadıkça Kûfe’den sana asker gelmesi güç görünür. Bana izin ver Kûfe’ye varıp onun dimağından orada emir olma hayalıni sileyim” dedi.

Malik Eşter izin alarak Kûfe’ye vardı. O Kûfe’ye varmadan önce Hasan ve Ammar Kûfe’ye varmış idiler. Ebu Musa’nın yanına uğramadan doğruca mescide gittiler. Küfe Ahalisi cümle ulema fukehâ ve tabiiniyle birlikte gelip Emirel Muminin Kurretul Aynı Hasan’ın sohbetiyle müşerref oldular.

Ol Mecliste ilk defa söz alan Abdullah İbni Mesud’un talebelerinden Mesruk Bin Ecde oldu. Ammar Bin Yaser’e: “Osman’ın katilleri olan cemaat ne sebeple onun kanını mubah tuttular?”

Ammar: ”Bazı Eshabı Resulullah’a sert sözler söylerdi ve eziyet ederdi. Beytül Mali Müslimini mustahak olmayanlara verirdi. Verirken de Ümeyye Oğullarını diğer müslümanlara tercih ederdi. İhtiyaç sahiplerini üzerdi. Bazı Sünneti Nebeviyye’ye muhalefet ederdi.Tayın ettiği valilerden gelen şikâyetlerde gaflet gösterir şerlerini müminlerin üzerinden def etmezdi” dedi.

Ebu Musa: “Resulullah buyurdular ki;’Yakında bir fitne zahir ola o fitnede oturan ayakta olandan ,Ayakta olan yürüyenden, yaya olan binekli olandan daha selamettedir’” dedi.

Ammar: “Bu fitne o fitne değildir. Bu fitneyi def etmek üzerimize farzdır” dedi.

Yine Beni Temimden biri ayağa kalkıp: “Ey bende-i siyah ne hadle bizim emirimize söz söylersin. Onun kapısında senin gibi on bende-i siyahı bulunmaktadır”

Hasanul Mürteza o kişiye haykırıp: “Üsküt ya melun kateAllahu lisaneke” (Ey mel’un sus. Allah dilini koparsın) dedi.

Halk ikiye bölünmüştü neredeyse aralarında kıtal çıkacaktı. Ebu Musa halka eliyle işaret edip oturttu ve kendisi minbere çıkıp bir hutbe irad etmek istedi.

Hasan Bin Ali ona :“Ey Ebu Musa bu gün halife Ali’dir. Minberde onundur. Ona biat etmeden bu minbere çıkamazsın. Sen azlolundun in oradan aşağı” buyurdular.

Diğer taraftan Zeyd Bin Suhan Ebu Musa’ya : “Ey Ebu Musa bu halk Emirel Müminin Ali’ye yardımda kararlıdırlar. Gönüllerinde Ali’den başkasına yer yoktur. Boşuna çeneni yorma” deyip onu minberden indirdiler.

Hasanul Mucteba minbere çıktı ve bir hutbe-i beliğe irad ettikten sonra Emirel Müminine itaatın ne manaya geldiğini onlara anlattı: “Ey Küfeliler Emirel Müminin sizi beklemektedir. Tez hazırlığınızı görün bir an önce Huzuri Aliye varalım” dedi. Hepsi bir ağızdan: “Sam’en ve taaten” (Duyduk ve itaat ettik) diyerek cevap verdiler.

Bütün bunlar olurken Malik Eşter dahi Kûfe’ye gelmiş ve doğru Ebu Musa’nın sarayına varmıştı. Ebu Musa’nın kölelerinin hepsini gürzle yaralayarak saraydan dışarı atmıştı. Onlar dahi yara bere içinde mescide efendileri Ebu Musa’nın yanına geldiler. Ebu Musa Kölelerini o halde görünce ve malının da telef olacağını işitince sarayına koştu. Halk orada toplanmıştı.

Malik Ebu Musa’yı görünce: “Senin bu sarayda işin ne. Burası Emirel Müminin’e aittir. Sen henüz ona biat etmedin.”

Ebu Musa: “Sarayı tahliye için bana bir gün mühlet ver” diye ricada bulundu.

Malik: “Vallahi lâ keramete lek” (Vallahi sana müsamaha yok) diyerek bütün eşyalarını dışarı attırdı. Küfe Ahalisi çün Malik Eşterin geldiğini öğrendiler.

Sarayın kapısında toplandılar. Şehzade Hasan Ammar ve Malik saraya saadetle girip istirahat ettiler.

Ertesi gün Şehzade Hasan Kûfe Halkına isteyen karadan isteyen denizden gelsin buyurdular. Dokuz bin iki yüz savaşcı Sahibi Zülfikar’ın askeri olma şerefine nail oldular. Emirel Müminin onlara hitab ederek: “Ey benim yarenlerim, Ben İnat ve muhalefet yolunu seçen bir cemaati korkutup doğru yola getirmenin gayreti içindeyim. Bundan başka bir niyetim yoktur. Eğer doğru yola gelmekten kaçınırlarsa onlara şiddet uygulamaktanda kaçınmam. Yani: “Gül yerinde gül. Har yerinde har ol” Misali meşhuresiyle amel ederim.” buyurdular.

*****Zil Garda Veysel Karani’nin gelip, Ol Hazret’in seferine katıldığının beyanı

Abdullah Bin Abbas der ki; Ben Zil garda Emirel Müminin Ali’nin yanında idim. Küfe askeri bölük bölük gelmekte idiler.

Emirel Müminin: “Bu gün bize yirmi bölük asker gelecek ve her birinde bin asker olacak” buyurdular. Bu sözler bana çok tuhaf göründü. Cenabı Velayet benim bu şüphelerimi ferasetle fehm edip iki kişiyi gelenlerin kaydını tutmakla görevlendirdi. Kayıtlar tutuldu fakat sayı söylenenden bir eksik geldi. Bunu O Şahı Velayet’e arzettiler. Yani “Söylediğinizden bir eksik geldi” dediler.

O ise tebessüm ederek: “Oda birazdan gelir” buyurdular. Nihayet uzaktan bir ihtiyarın geldiğini gördük. Azığı arkasında, su kabı boynundaydı. Zayıf ve nahif biriydi.

Ne zaman ki ordugaha geldi onu alıp Emirel Müminin’in yanına götürdüler. Cenabi Haydar onun hangi kabileden olduğunu sordu.

“Üveysil Karnî’yim. Sana biat etmeğe geldim” dedi.

Emirel Müminin Üveysin devleti kudumu ile Zilkarden hareketle eshabı fesad tarafına doğru harekete geçtiler.

*****Emirel Müminin’in Talha Ve Zübeyr’e Mektup Gönderdiğinin Beyanıdır

Erbab-ı Siyer ve Tevarih derler ki; Emirel Müminin Basra’ya hareket ettiği vakit Talha ve Zübeyr’e bir mektup yazıp gönderdi.

Mektup:

“Ey Talha ve Ey Zübeyr sizde biliyorsunuz ki ben kimseden zorla biat almadım. Herkesin biatı kendi arzu ve isteğiyleydi. Sizin biatınız dahi o minval üzereydi. Başlangıçta bana biatınınız ve rağbetiniz tamdı. Şimdi ise ahde vefa göstermeyip bozdunuz. Siz bu işin vehametinden gafilmisiniz? Bu gaflet uykusundan tez uyanın ve kendinize gelin. Mubaşeret ettiğiniz bu yolu terk edip Allaha Rucuʿedin.

Ey Zübeyr; Sen Kureyşin yaman bir savaşcısısın. Ey Talha; Sen Meşayıhı Muhacirindensin. Keşki sizin gibi kadri yüce kişilerden bu gibi alçak işler zuhura gelmeseydi. Bu işe başlamadan terk etmeniz başladıktan sonra terk etmenizden daha ehvendir. Lâkin, bana Osmanın katilidir demeniz, iftirayı azim ve buhtanı cesimdir. Tüm Ehli Medine bunun şahididir. Eğer davanız Osmanın kanını talep ise Osmanın oğulları var. Sahibi hak onlardır. Gelsinler, biat etsinler. Ondan sonra hasımları karşısında dava edip isbat etsinlerki; Şer-i Muhammedi mucibince hüküm verelim.

Sizin davanız Osmanın kanını talep değildir. Siz iki kişi; Biriniz Temim Oğullarından; Biriniz Haşim Oğullarından, Osman ise Ümeyye Oğullarındandır. Bu garaz-ı fasit için nakz-i ahd ettiniz. Bununlada yetinmeyip Ümmül Müminin Aişe ki; Kendi hanesinde oturup taşra çıkmamağa memur iken onun fikrini çelip kendinize hemrâh edindiniz ve orada burada gezdirdiniz. Kendi avratlarınızı ise perde-i iffet ve izzette mahfuz tuttunuz. Sizin girdiğiniz yolun cezasını vermeğe Huda-i Azze ve Celle kâfidir”

Mektup burada bitiyor.

Emirel Mümininin Aişeye Yazdığı Mektubun Suretidir:

Mektup:

“Ey Aişe isyan edip Huda ve Resulünün emrine itaat etmeyip taşra çıkmışsın. Sen öyle bir işe mubaşeret etmişsinki hiçbir şekilde o işin seninle münasebeti yoktur. Sen Müslümanları ıslah etme zannındasın lakin bu hareketin fesadın ta kendisidir bilesin. Bana söylermisin sizler hanelerinizde Allah Azze ve Celle tarafından oturmağa memur iken bu askerkeşlik te neyin nesi? Bu öyle bir iştir ki; Husuli ar ve gazabı Huda yi Cebbâr dır.

Sen Osmanın kanını talibim zannındasın. Halbuki Osman Beni Ümeyyeden bir erdir. Sen ise Beni Temimden bir zaifesin. Senin bu bela ve fitneye ön ayak olmanın vebali Osmanın katillerinin vebalinden daha vahimdir.

Ey Aişe Allahtan kork ve kendi menziline dön”

Mektup burada bitiyor.

Derler ki; Talha ve Zübeyr, Emirel Müminin’e cevap yazmadılar. Fakat haber gönderdiler ki; “Ya Ebal Hasan; Biz senin tahtı fermanına girmedikçe sen bizden razı olmazsın. Bizimde sana tabi olma ihtimalimiz yoktur” “Fekzî mâ ente kâz” (İstediğini yap)

Ayşe ise bir cevap name yazıp gönderdi. Cevap nâme:

“Ya İbni Ebu Talip; Kad cellel emru anil kubabi ves selam” (Ey İbni Ebu Talip iş işten geçti. Ne olacaksa o olacak vesselâm) dedi.

*****Abdullah Bin Zübeyrin Hutbesine Mukabil Hasan Bin Alinin hutbesi beyan olunur

Derler ki; Halifetül Enâm’ın Meclisinde söylendi ki, Abdullah Bin Zübeyr insanların huzurunda bir hutbe okuyup Osman’ın katlinden Ali’yi sorumlu tutmuş ve ağır ithamlarda bulunmuş. Emirel Müminin bunu işitince bir hutbe-i beliğa hazırlayıp Şehzadesi Hasan’a verdi ve: “Kalk bu hutbeyi oku. Hiç kimseyi de incitme.” buyurdu.

Hasanul Mucteba kalkıp hutbeyi okudu ve Abdullah Bin Zübeyr’in kelimatı galizelerini delaili vaziha ile kendisine iade eyledi.

*****Talha Ve Zübeyrin Osman Bin Hanifeyi Esir Edip Ona Kötü Muamelede Bulundukları

Bazı Kütübü Siyer ve Tevârihte yazılıdır ki; Osman Bin Hanif, Emirel Müminin tarafından Basra Emiri olarak tayın edilmişti. Talha ve Zübeyr ordusunun geldiklerini öğrenince. Onlara bir mektup yazıp gönderdi. Bu gelişin sebebinin ne olduğunu sordu.

Ümmül Müminin Ayşe’nin cevabı: “Etraftan bir takım alçaklar toplanıp Osman’ın kanını döktüler. Ve ben Ümmül Müminin leşker cem ettim. Ta o zalimlerden intikam alam”

Elçi Ayşe’nin cevabını Osman Bin Hanif’e ulaştırdı. Talha ve Zübeyr elçinin arkasından hemen orduyu cenge hazırlayıp Basra’nın dışında Marbed denilen yerde muharebe düzenine girdiler. Osman Bin Hanif dahi emrindeki sipahiler ve Ali taraftarlarıyla birlikte Cenk meydanına girdiler.

Talha iki safın arasına girip bir hutbe okudu. Osman’ın kanı hususunda insanları teşvik etti. Zübeyr de bir hutbe okuyup aynı şeyleri söyleyip insanları bu hususta teşvik eyledi. Ayşe de aynı şeyleri söyleyince Ahali-i Basra ikiye bölündü. Bir kısmı Talha ve Zübeyr’in saflarına geçerken bir kısmıda: “Bunların muratları Osman’ın kanı değil Emirel Müminin Ali’dir" dediler.

“Ey Talha Ve Zübeyr madem hal böyleydi neden Ali’ye biat ettiniz? Şimdi ise Osman’ın kanını bahane ederek hilafet telaşına düştünüz. Resulullah’ın Haremi Muhteremini böyle yerlere getirir vilayet vilayet gezdirirsiniz. Bunun vebali Osman’ın katillerinin veballerinden daha ehven değildir”

Osman Bin Hanif’in yanında bulunan bazı sahabe Ayşe’ye seslenip:

“Eğer sen kendi reyin ile ehli islamla mukatele etmeğe geldin ise Resulullah’ın senin için takdir ettiği pedeyi ismete seni eriştirinceye kadar seninle muharebe etmek gerekir. Eğer seni hileyle getirdiler ise bizim seninle cengimiz yoktur. Bizim cengimiz seni kandırıp buraya getirenlerledir.” dediler.

Osman Bin Hanifin askerlerinden Hekim Bin Hilenin karşı tarafa saldırmasıyla cenk başlamış oldu. Muharebe ertesi günde devam etti.

Ayşe: “Biz buraya kan dökmeye gelmedik. Müslümanlardan fitneyi gidermeye geldik. “Sizinle sulh yapalım “ dedi.

Osman Bin Hanif: “Talha ve Zübeyr yanında oldukça ben seninle sulh yapmam. Çünkü onlar Halife-i Hakla yaptıkları biatı bozdular” dedi.

Ne zamanki gece oldu her iki taraf kendi hatlarına çekildi. Talha Ve Zübeyr ordularıyla ansızın Osman Bin Hanifin üzerine hücûm ettiler. Çoğunu kılıçtan geçirip Osman Bin Hanifi esir aldılar. Onu dahi öldürmeye niyetlendiler. Ancak, Medine’deki akraba ve aşiretini düşünüp öldürmekten vazgeçtiler. Lâkin Öldürmediler ama öldürmekten beter hale getirdiler. Saçını sakalını kaşını kirpiğini tıraş ederek şehirden dışarı attılar.

Osman o vaziyette Medine’ye doğru yola çıkıp yolda Emirel Mümininin ordusuna rastladı. Emirel Mümininin huzuruna çıktı.

Emirel Müminin: “Bu ne haldir?” diye sordu.

Osman Bin Hanif: “Zatı Devletinde bana bu hal vaki oldu” dedi.

Derler ki; Ne zamanki Ayşe, Talha ve Zübeyr Basra’yı ele geçirdiler. Kendi aralarında meşveret edip; ”Halkı aleme bir imam ve halife lazım ki; Müşkülleri oldukça aralarımda hüküm vere, salatta kendisine iktida edip sair umuri şer’iyyede ona müracaat edeler. Bizim emirimiz kim olacaktır?” dediler.

Muhammed Bin Talha: “Benim pederim olacaktır” dedi.

Abdullah Bin Zübeyr: “Benim pederim olacaktır” dedi.

Onların bu sözleri Aişenin kulağına varınca: “Amme-i Müslim’inin Hilafeti Hel sahiplerinin reyleriyle oluncaya dek, Şimdilik bize bir kişi lazım ki müslümanlara salatı hamsede imamet eyleye” dedi.

Bir rivayette Abdur Rahman Esedîyi. Bir rivayette Abdullah Bin Zübeyri tayin ettiler. Bir rivayette ise Munavebeli olarak bir gün Abdullah Bin Zübeyr. Bir gün Muhammed Bin Talha imam oldular.

*****Şahı Velayet Basra Yakınlarına Ulaşmadan Önce Ka’ka’ Bin Amrı Elçi Olarak Basra’ya Gönderdiği

Emirel Müminin ordusuyla Basra ya gelmeden Ka’ka’ Bin Amri elçi olarak Basraya gönderdi. İbni Amr Ferman gereği Basraya varıp bu ihtilafın sebebini sordu.

“Osmanın kanı için toplandık “ dediler.

İbni Amr: “Siz bu sözünüzde samimi değilsiniz. Zira Osmanın kanını talep etmekle Müslümanların salahını isteriz dersiniz. Ama durmadan da müslümanların kanını akıtırsınız. O kanı dökülen müslümanların akrabalarından kendinize binlerce düşman edindiniz.”

Ayşe: “Ey İbni Amr; Bunun çaresi nedir?”

İbni Amr: “Sulh kapısını çalmak gerekir. Tâki bu tefrika ortadan kalksın. Ateşi intikam söndürülsün. Salah kapısı müslümanların yüzlerine açılsın” dedi.

Ayşe: “Eğer Ali bu tarafa teveccüh buyurursa bu bağ kolayca çözülür” dedi.

İbni Amr bu mulayım ve barışçı sözleri duyunca alel acele dönüp bunları Emirel Müminine haber verdi.

İbni Amrın bu sözleri; “Eğer müminlerden iki gurup birbiriyle savaşırsa. Aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine saldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle sulhu tesis edin…”(Hucurât:9) ayeti Celilesine muvafıktı.

İbni Amrın Basra’da ki nasihat ve konuşmalarına binaen Eşrafı Basra’dan bir cemaat; Bazı kimseleri risaleti resmi üzere haklarında nasıl bir muamelenin olabileceğini öğrenmek maksadıyla Merkezi Daire-i Hilafetin hizmetine gönderdiler. Çünkü elçiler gelip muratlarını arz edip Sohbeti Ali ile müşerref oldular.

Ol Şahı Velâyet Talha ve Zübeyrden çok melâl izhar eyledi: ”Umarım pişman olurlar ve bana olan biatlarını yenilerler. Ümmül Müminin Aişeye gelince onuda Resulullahın bana ettiği vasiyet üzere, hevdeci ihtirama bindirip Medine’ye göndereceğim. Onlar benimle mukateleye girmedikçe ben onlarla sulh yolunu arayacağım.” buyurdular.

Basra ahalisinin elçileri biatlarının kabulüyle mesrur olup Basraya geri döndüler ve Ol Hazretten işittiklerini kavimlerine anlattılar.

Derler ki; Emirel Mümininin; ”Ümmül Müminin Aişeyi Resulullahın bana ettiği vasiyet ettiği üzere Medine’ye gönderirim” hadisini Ahmed Bin Hanbel ve Bezzaz Müsnedinden bir senet ile Ebu Rafi’den rivayet etmişlerdir.

Nukkâdân-ı hadis (Hadis eleştirmenleri) bu hadis için hasendir demişlerdir.

Resulullah Ali Bin Ebu Talibe buyurdu ki;

“Az zamanda seninle Aişe arasında bir emri acib vaki olur.”

Ali: “Ya Resulullah Ben şaki olsam gerektir” dedi.

Resulullah: “Ya Ali sen şaki değilsin. Lakin bu vakıa yüz gösterdiğinde onu kendi hanesine gönder.” buyurdular.

Derler ki;

Çünkü Ehli Basra elçilerini Emirel Müminine gönderdiler. Elçiler O Şahı Velayetin sözlerini dinledikten sonra elçiler bu durumu fırsat bilerek hepsi Huzuri Alide biat ettiler.

Emirel Müminin gayet memnun ve mesrur oldu. O sırada hatırına geldi ki; Hayber’in fethi gününde Emirel Müminine hitap buyurup:

“Udʿû hûm İlel islâm-i fe Vallahi le en yehdiyellahu bike recülen vâhiden hayrun leke min en yekûne leke humrun niʿami” (Onları islâma davet et. Allaha yemin ederim ki; Allahu Zül Celâlın seninle bir kişiyi hidayete iletmesi senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır) buyurmuşlardı.

Derler ki; Basra’nın elçileri gider gitmez Emirel Müminin ordusuyla Basraya hareket etti. Şehrin dışında bir yerde karargâhını kurdu. Üç gün süreyle Basralıların sulh için gelmelerini bekledi. Onlardan bir haber çıkmayınca dördüncü gün orduyu savaş düzenine soktu. Kendisi meydanı muharebeye çıkıp Talha ve Zübeyri âvâzı bülend ile huzuruna davet eyledi. Onlar dahi ordularından ayrıp birbirlerine yakın geldiler.

Emirel Müminin:

“Yarın kıyamet gününde Cenabı Zül Celal “Rabbine yemin olsun ki kesinlikle onları sorgulayacağız”(Hicr:92) Fermanı mucibince sizden bu muharebenin hüccetini talep ederse ne cevap vereceksiniz? Ben sizin için o demde verilecek cevap bulamadım. Farzedelimki benimle sizin aranızda ʿalakai kerabet ve hakkı biʿat yoktur. Peki uhuvveti islâmi ve imâni ve Musahebet-i Peygamberi Ahir Zamanı hatırlayın ki; Sizinle benim aramda mukarrerdir. Ne oldu sizeki bu hukuka envai hukuku mukabil edip benimle muharebeye kalkarsınız.”

Onlar: “Osman’ın katli senin rızanla idi” dediler.

Cenabı Ali:

“Madem öyle gelin sizinle kıble-i dua olan asumana ellerimizi kaldırıp mubahele ve mulaane yapalım. Kim Osmanın kanını dökmeğe rıza verdiyse Gazap-ı İlahi ve İntikamı Nâ Mütenâhi onun üzerine olsun diyelim.” dedi. Fakat onlar buna yanaşmadılar.

Derler ki; Emirel Müminin ordusuyla Basra’nın kıyısına gelince, Talha yaranına:

“Ey insanlar; Ali ve ordusu şu anda yol yorgunudur. Bundan daha iyi fırsat olmaz. Gelin bu gece üzerlerine baskın yapalım.” dedi.

Mervan İbni Hikem:

“Ey Ebu Muhammed; Vallahi ben senden böyle bir şey bekliyordum. Yerinde bir karar."

Çünkü Zübeyr bunları Mervan’dan duydu;

“Ey Mervan sen Ali’nin nasıl biri olduğunu bilememişsin. Ali’nin muharebesi hiç kimsenin muharebesine benzemez.” dedi.

Talha Zübeyrin bu sözlerinden müteessir olup sükût eyledi. Zübeyrin ashabından Ebul Harp adında birisi; “Ya Ebu Abdullah Huda hakkı için bana göre de ondan daha uygun bir tedbir yoktur. Zira ehli harp baskın düzenlemeyi kahramanlıktan saymışlardır.”

Zübeyr:

“Ya Ebal Harp; Biz harple ilgili nice şeyler biliriz ki halkın çoğu onlardan habersizdir. Bizim beklememizin sebebi karşımızdakilerde bizdendir. İslam’da onlar ile beraberiz. Bu bizim meselemiz öyle bir meseledir ki islam da henüz benzeri görülmemiştir. Bundan başka karşımızdaki kişi Ali Bin Ebu Taliptir. Senin bu tasavvur ettiğin yöntemler ona kar etmez. Bizim ümidimiz bu işin sulh yoluyla neticelenmesidir.” dedi.

Raviyi kıssa der ki;

Ahnef Bin Kays bu esnada Emirel Mümininin huzuruna gelip:“Ya Emirel Müminin Basra Ahalisi senden şunu öğrenmek istiyorlar. Eğer sen galip gelirsen onlara kahr ve gazap kılıcını çeker, ailelerine esir muamelesi yapar mısın?”

Emirel Müminin:

“Ey Ebul Bahr; Bu dediklerinin olması mümkün değil. Zira Ehli Basra Ehli İslam’dır. Eğer onlar üzerine zafer bulursam. Göreceksin benden iyilikten başka bir şey görmeyeceklerdir. Lakin sen bana kendi halinden haber ver. Bizimle misin onlarla mısın?”

Ahnef:“Ya Emirel Müminin dilersen kendi kavmimden iki yüz erle gelip sana katılıyım. Yada dört bin kişiyi senin leşkerinden geri tutayım.”dedi.

Emirel Müminin ikinci şıkkı tercih edip onun evinde kalmasına izin verdi.

Derler ki; Talha ve Zübeyr Basra’da dışarı çıktılar. Noka dedikleri yerde karargâh kurdular.

Otuz bin kişilik bir orduları vardı. Emirel Müminin onların sayılarını ve yerlerini öğrenince, kendi ordusuna bir hutbe-i beliğa irad eyledi:

“Ben düşmanlar tarafından üç belayla müptela oldum. Bunların zararlarının kimlere ulaşacağı Kitabullahta malumdur.

O üç musibet:

1)Bağy(İsyan),

2)Neks(Ahdi bozma),

3)Mekr(Hile ve desise)

Hak Teâlâ:

Bağy hakkında; “Ey insanlar isyanınız ancak kendi aleyhinizedir. Bu Dünya hayatıyla ilgili metaʿdan ibarettir(sadece) (Yunus:23)

Neks hakkında: “Muhakkak ki sana biʿat edenler ancak Allaha biat etmektedirler. Allah’ın Eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur…”(Fetih:10)

Mekr hakkında: “Kötü tuzak ancak sahibini kuşatır.” (Fatir:43) buyurmaktadır.

Şu anda dört kişiyle imtihan edilmekteyim: Biri İnsanların en şecaʿatlisi Zübeyr’dir.

Biri İnsanların en tuzakçısı Talha, Biri İnsanların en çok itaat edeni Ayşe, Biri düşmanlarıma yardım eden Yaʿla Bin Ümeyye.”

O sırada Ensar’dan Hüzeyme Bin Sabitin oğlu ayağa kalkarak:

“Ey Emirel Müminin; Vallahi bu cemaatten sana vaki olan ahde vefasızlığın ve desisenin cezası ayetlerde geçtiği üzere onlara en yakın zamanda dokunur umarım. Zübeyrin şecaati senin şecaatin gibi değildir. Talha dahi ilimde sana ulaşamaz. İlahi emirlere karşı olan titizliğin Aişede yoktur. Hak Teâlâ’nın hazinesi Yala Bin Ümeyyenin hazinesinden çoktur.” dedi.

Emirel Mümininin ordusu yirmi bin civarındaydı.

*****Ayşe’nin Alinin Üzerine Göndermek İçin Kaʿab Bin Suvarı Evinden Dışarı Çıkardığı

Çünkü iki fırka birbiriyle muharebeye karar verdiler. Basra’da bir kişi vardı ki; Halife Ömer zamanından beri istiklal üzere hükûmet ederdi ve o memleket halkının muktedası idi. Ne zaman ki; Bu fitne zuhur eyledi. Kendini hanesine hapsetti. Kimseye kapısını açmadı. Adı Kaab Bin Suvar dı. Kabilesi ise çok kalabalıktı. Ayşe’nin leşkerine katılmışlardı. Aişe ona haber gönderip yanına çağırdı. Kaab bu çağrıya cevap vermedi. Ayşe bizzat kendisi onun kapısına varıp kapısını çaldı yine açmadı.

Aişe: “Ey Kaab ben senin anan değil miyim? Neden kapıyı açmazsın?” dedi.

Kaab dışarı çıkınca da ona; “Ey Kaab ben sulhun peşindeyim. Bu işte gel bana yardım et.”dedi.

Ka’ab eline bir Mushaf alıp hanesinden çıktı. Ateşi harbin şulelendiği bir vakitte her iki safın arasına girip her iki tarafıda Kitabullaha davet ederdi. Bilahare Küfe askeri tarafından atılan bir okla öldürüldü. İbni Asem Kûfî Futuh nam kitabında der ki; Çünkü iki ordu karşı karşıya geldiler.

Ka’ab Ayşe’nin yanına varıp: “Yâ Ümmel Müminin bunların arasına girip konuş. Bunların kalplerindeki adaveti gidermeye çalış. Bu fitnenin ateşini söndür.”

Ayşe Ka’abın sözünü dinleyip Ankir isimli devesiyle iki ordunun arasına girdi. Her iki tarafada nazar etti. Bir ara gözleri Aliyi gördü. Gördü ki Ol Şahı Velâyet savaşın olmaması için gayret sarfeder. Bunun üzerine bir şey söylemeden geri döndü. Ertesi gün Cenab-ı Emirel Müminin, Zeyd Bin Suhanı birkaç kişiyle Aişeye gönderdi.

Ali’nin nasihatlarına ona eriştirdiklerinde; Aişe: “Benim Aliye verebilecek cevabım yoktur. Varın bu haberimi ona söyleyin” dedi.

Bu haber üzerine Emirel Müminin ashabını ve komutanlarını toplayıp;

“Bilin ki; ben bu kavmle savaşmamak için çok mücadele ettim. Doğru yolu bulurlar ümidindeydim. Ama benim nasihatlarım onlara kar etmedi. İsyan ve inatlarını her gün biraz daha artırdılar”

Şiir:

“Lem yeşrehil vâizu sadre imrain

Lem yuazzimullahu alâ ruştihi”

(Allah rüştünü murad etmediği kişiye

Va’ızın nasihatı kar etmez)

Bu gün bana haber gönderip” harbe hazır ol derler. Halbuki Bilirler ki; Hiçbir kimse bu güne kadar beni harple tehdit etmeye güç yetirememiştir. Bi Avnillahi Teâla hepsini perişan etmişimdir. Agah olun ki; Bu güne değin ölümden canını kurtaran olmamıştır. Hak yolunda şehadetin yakalamadığını ölüm mutlaka yakalar. Allaha yemin ederim ki; onun yolunda bin kılıç darbesiyle ölmek bana daha hoş gelir diğer ölümlerden.”

Sonra ellerini semaya kaldırdı:

“İlâhî önce bana biat edip sonra sebepsiz nakzi ahd eden ve benim düşmanlarımla dostluk kuran Talha’yla zübeyrin işlerini sana ısmarladım” dedi.

*****Emirel Mümininin Musalaha İçin İbni Abbası Talha Ve Zübeyre Gönderdiği

Derler ki;

İki ordu karşı karşıya gelince. Emirel Müminin Abdullah Bin Abbası sulh umuduyla Talha’yla Zübeyre gönderdi. Abdullah Bin Abbas iki arasında durup Emirel Mümininin savaş değil barış istediğini. Barış için gayret edenlerin affa ve iltifata mazhar olacaklarını dostane bir eda ile karşı tarafa bildirdi. İbni Abbasın bu dostane hitabetinden dolayı Emirel Müminin onun hakkında:

“Men kâne lehu ibnu Ammin misle İbni Abbas faked karrellahu aynehu”

(Her kiminki İbni Abbas gibi amca oğlu olur. Gözü aydın olur) buyurdular.

Derler ki;

İbni Abbas o savaş yerinde Zübeyre:“Hatırında mı Resulullah bir seferden dönüyordu.

Ben Kardeşim Fazl ve sen üçümüz onu karşılamaya gitmiştik. Benimle Fazlı devesine aldı. Sana iltifat etmeyip yaya bıraktı.” Konuşmalar, gelip gitmeler o kadar uzadı ki en son farizei subh eda olunduktan sonra sulh anlaşmasına karar verildi. Her iki taife sulha karar verip birbirlerine muhabbet kapılarını açtılar.

Bazı rivayette şöyledir:

Emirel Müminin sulh isteyen tarafların iltimasıyla Osman’ın katli gününde orada bulunanlar ayrılsınlar diye nida ettirdi. Hâlbuki o kavgada bulunanlardan ordu içinde beş yüze yakın kişi vardı ve her birinin Araplar içinde bir riyaseti ve bir makamı vardı. Cümlesi İmtisalen lil emr ordudan ayrılıp bir tarafta toplandılar ve kendi aralarında istişare ettiler ki, sulhun olması bizim perişanlığımızın sebebi olabilir. Yarın bu sulhun bedeli bizim kanlarımızın dökülmesi olabilir.

Ordugâhtan biraz uzakta bir yerde toplanıp üçe bölündüler. Ve gecenin karanlığında karşı tarafa saldırdılar. Talha ve Zübeyr bunu Aliyyul Mürtezanın bir oyunu sanarak yeniden savaşa karar verdiler ve karşı saldırıya geçtiler. O sırada Emirel Müminin teheccüdünü edayla meşguldü. Derhal silahını kuşanıp orduya savaşa hazır olun emrini verdi.

*****Emirel Müminin Leşkerden Her Taifeye Bir Komutan Tayın Edip Savaştaki Taktiğini Onlara Bildirmesinin Beyanı

Derler ki;

Emirel Müminin Harbi Cemel Gününde ordunun sağ kanadına Ammar Bin Yaseri, so kanadına Şüzeyh Bin Hâniyi, merkeze Said Bin Kaysi Hemedani ve ‘Adi Bin Hatemi Taiyi ve Merkezi piyadelere Muhammed Bin Ebu Bekiri emir tayin eyledi ve Arap kabilelerinden herbirinede kabile reislerinin komuta etmelerini emreyledi. Ne zamanki iki ordu savaş düzeni aldı.

Emirel Müminin Düldülü savaş meydanına sürdü. Meydanın tam orta yerinde durup seslendi:“Ey Zübeyr nerdesin yanıma gel konuşalım” dedi.

Halbu ki ona yarenleri ona: “Böyle nereye gidersin? Yanında silahın bile yok. Halbuki; Zübeyr baştan ayağa zırha bürünmüştür.”dediler.

Emirel Müminin:“Ondan bana zarar gelmez” buyurdular.

Zübeyr ordusundan ayrılıp Emirel Mümininin yanına geldi.

Ali:“Ey Zübeyr bu bana ittiğin işler bak nelere sebep oldu.”

Zübeyr:“Sebep Osmanın kanıdır”

Ali:“Osman’ı sen ve yarenlerin öldürdünüz. Sizlere vacip olan Osmanın kanını kendi nefislerinizden talep etmenizdir. Ey Zübeyr hatırında mıdır? Resulullah bir gün sana: “Ey Zübeyr Aliyi sever misin?” dedi.

Sen: “Ya Resulullah niçin sevmeyeyim? O benim halamın oğludur.”

Resulullah: “Bir gün gelecek ki sen bu dostluğu unutup onunla cenge kalkışacaksın. Gam ve keder kapılarını onun yüzüne açacaksın.” buyurmuşlardı.

Zübeyr: “Hatırladım. Lâkin unutmuşum. Hatrıma getirdin” dedi.

Emirel müminin:

“Ey Zübeyr; Hatırında mıdır? Resulullah Beni Haşim mahallelerinden birinde sana hitab ederek:“Ey Zübeyr; Ben nuru nübüvvet ve risaletle bilirim ki; Sen hükûmet ve imâret sebebiyle, bazı erbabı tasallutla birlikte sitem yoluna girip Aliye hasim olacaksın.”

Bunun Üzerine Zübeyr Bir müddet başını önüne eğip düşündü. Sonra başını kaldırıp:

“Ya Ali unuttuğum bir hadiseyi hatırıma getirdin. Eğer daha önce bunu bana hatırlatmış olsaydın şimdi ben burada olmazdım” dedi. Gözlerinden yaş akıtarak oradan ayrıldı ve savaş alanından çıkıp gitti.

Nehcül Belâğe Şuruhunun bazısında yazılıdır ki; Emirel Müminin Eyyami Cemelde Enes Bin Maliki Talha ve Zübeyrin yanına gönderdi. Onlara nasihat etmesini ve Resulullahtan duyduğu hadisleri onlara nakletmesini sıkı sıkı tembih eyledi. Lakin Enes onlara nasihatte bulundu fakat hadisleri nakletmekten vazgeçti. Dönüp geri geldiğinde. Ondan hadisleri onlara nakledip etmediğini sordu. Enes unuttuğunu beyan edince,

Emirel Müminin:

“Eğer yalan söylüyorsan Allah seni baras hastalığına müptela kılsın” dedi.

Raviyi kıssa derki;

O hastalık Enes’in yüzünde zahir oldu. Ondan sonra Enes yüzünü bir nikapla örter ve kimseye göstermezdi.

Derler ki;

Emirel Mümininin Enes’ten nakletmesini istediği hadis:

“İnne kümâ stekâtelâni Aliyyen ve entumâ lehu zâlimâni”

(Siz ikiniz yakında Aliyle savaşacaksınız.

Ve ikinizde ona zulmedenlerden olacaksınız.)

Derler ki;

Zübeyr Alinin yanından ayrılıp Aişenin yanına varınca Aişe Aliyle ne konuştuklarını sordu.

Zübeyr:

“Vallahi cahiliyede ve islamda o kadar savaşlara katıldım. Hiçbirinde sarsılmadım. Şimdi ise ayağımı nereye basacağımdan bile emin değilim.”

Aişe:

“Sen Alinin kılıcından korkmuşsun. Gerçek şu ki korkmakta da haklısın.” dedi.

Abdullah Bin Zübeyr:

“Alini korkusu seni sarmış. Bahanelerle savaşmak istemezsin. Alini Bayrakları altında ölümü gördün ve can telaşına düştün”

Zübeyr:

“Ey Abdullah ben seni anlayıp bileliden beri uğursuzsun” diyerek atına bindi ve savaş meydanına atını sürdü. Tek başına orduya karşı geldi.

İmam Ali:

“Saflar yarısın, Zübeyre yol verilsin. Hiç kimse karşısına çıkmasın. Galiba Zübeyr kendi ordusundan kaçıp kurtulmak ister” dedi.

Emir gereği saflar yarılıp Zübeyre yol verildi. Sonra geri dönüp kendi askerinin yanına gitti. Oğlunun yanına gidip :

“Ey Evlat gördüğün bu hamle korkakların hamlesi midir? Ey evlat ben buradan giderim, Zira Resulullah bana tenbih etmişti. ”Ali ile cenk etme” demişti.

Nedamet ve pişmanlıklarla dolu bir şiiri mırıldanarak oradan ayrıldı. Oğlu Abdullah bir cemaatle Zübeyrin arkasından gidip onun geri dönmesi için yalvardılar fakat başarılı olamadılar. O tek başına Vadi-i Siba’ denilen yerde istirahat ederken uyuya kaldı. Onu Uzaktan takip eden Amr Bin Cermuz isimli biri gelip uykudayken onu katleyledi. Ancak ihtimaldir ki; Zübeyr oğlunun ve yaranının yalvarmalarına dayanamayıp onların hatırlarını teskin için keffareti yemin etmiş olabilir. Lakin cenge katılmayıp vadi Sibaa gitmiş olabilir.

Raviyi kıssa der ki;

Cemel Vak’asında Emirel Müminin ordusuna nasihatlarda bulundu.

“Gözlerinizi yumunuz. Dişlerinizi sıkınız. Hak Teâlânın isminden başka söz söylemeyiniz. Zira savaşta çok konuşmak korkunun alametidir.”

Ayşe devesinin üzerinde Ali’nin bu sözlerini duyardı. Kendi yakınlarına

“Bu gün onun yaptıkları Bedirde yapılanlara benzemektedir.

Öyle sanıyorum ki; Bu gün size fırsat vermese gerektir.” dedi.

Emirel Müminin o gün ashabına:

“Bu harbin bir örneği Resulullahın zamanında olmadı. Halk bu harbîn ahkâmına vakıf değillerdir. Onun için bu savaşta ihtiyatı elden bırakmayın. Savaşırken bile onların katlini düşünmeyip bu fitneyi def etmeyi düşünmelisiniz. Onlar savaşa başlamadan siz başlamayın. Hasmınız sizden kaçarsa takip etmeyin. Yaralıya ve hastaya dokunmayın. Ölülerin silahını almayın. Ganimet toplamayın.” buyurdular.

Ne zamanki karşı taraftan oklar atılmaya başlandı. Askerler:

“Ey Emirel müminin onların okları bizi perişan etti. Savaşa izin ver” diye yalvardılar.

O Şahı Velayet: “Allahumme İnni ahzertu ve Enzertu. Fe kün li şahiden aleyhim” (Allah’ım ben sakındım. Çok geri durdum. Onlarla aramda Şahidim sensin) diyerek silahını kuşandı. Başına emame sardı. Bülbüle suvar oldu ve muharebeye izin verdi.

*****Emirel Mümininin Elinden Mushafı Alıp Eshabı Cemeli Sebili Reşada Çağıran Genç

O Şahı Velâyet Cemel Gününde sağ eline bir mushaf alıp:

“Kimdir benim elimden bu mushafı alarak bu eşkıya gürûhunu Kuranın hükümlerine davet eyleye?”

Kabile-i Beni Muşaciden Müslim isminde bir genç el uzattı ki mushafı ala.

Emirel Müminin:

“Bana Barigâhı Gaybtan şöyle malum oldu ki; Her kim ki bu emri üstlene. Mushaf tutan sağ eli kesilince onu sol eliyle tuta. Sol eli de kesilince onu yere düşürmemek için çaba sarfede ve bu yolda şehadet şerbetini içe.” deyince yine o genç ortaya çıkıp Emirel Mümininden elinden mushafı alıp düşman saflarına doğru ilerledi.

Onlara yakın olunca elindeki mushafı göstererek:

“Ey Eshabı Cemel sizleri Kitabullaha davet ediyorum.”

Talha:

“Yalan söylersin. Bu dahi Alinin hilesidir.” dedi.

Ve askerlerden birine emretti. Asker onun kuranı tutan elini kılıçla yere düşürdü. Genç gayretle kuranı yere düşmeden onu sol eliyle yakaladı. Sol elini de kestiler. Genç pazularıyla kurnını kavrayıp bağrına bastı ve müjdelenen şehadete nail oldu. O gencin yaşlı bir anası vardı. Oğlunun şehadet haberini alınca ellerini Barigâhı Mevla’ya kaldırıp şu şiiri okudu:

Şiir:

“Ya Rabbî Müslimen atahum. Bi hukmit tenzili izâ deahum.

Yetlu Kitabellahi lâ yehşahum. Fe hadebu min demihi lehâhum.

Ve ummuhu vakifetün terahum. Yemuruhum baliğî lâ yenhâhum.

Fi keffihil mushafu iz nadahum. Li mushafin erselehu Mevlâhum

Yed’û İlellahi llezi zerâhum. Fe ğaderuhu kat’en etvâhum”

(Ya Rabbî; Müslim onlara gitti. Kuranın hükümlerine davete.

Kitabullahı onlara okudu ve asla onlardan korkmadı.

Onun kanıyla boyandılar. Anası ise görüyordu olanları.

O “vaz geçin” diyordu, onlar ise vaz geçmiyorlardı.

Avucunda kuran onlara sesleniyordu. O kuran ki; Mevlaları göndermişti onu.

Onları yaratan Rabbine çağırıyordu. Nasıl kollarını kestiler. Nasıl ona kıydılar?)

Derler ki;

O hamili kuran olan genç şehit olunca Emirel Müminin sancağı Kurretül Ayni Muhammed Hanife’ye verdi. Muhammed Hanife sancağı elinde tutarak düşman tarafına öyle bir hamle eyledi ki; Düşmanın yüreğine korku saldı..

Emirel Müminin onun şanında şunları söyledi: “Eşşiblü fî l hücri mislül esed” (Aslanın yavrusuda aslandır)

Ravi der ki;

Muhammed Hanife Bir saat içinde meydanı muharebede mubarizlerinin hepsini sahrayı ademe gönderdi. Yine Emirel Müminin Zülfikarını sıyırıp harp meydanına girdi. O şakiler güruhundan nicesini fenayı emvata gönderdi ve kendi askerlerinin yanına geri döndü.

*****Talha’nın Öldürülmesi Beyan Olunur

Derler ki;

Cemel Gününde Aişe leşkerinden Mervan Bin Hikem leşker içinde Talha’ya rast geldi. Kendi kölesine:

“Gördün mü Talha’yı? Osman öldürüldüğü gün, ehli fitneyi Osman’ı öldürsünler diye teşvik etmişti. Şimdi ise utanmadan Osmanın kanını talep eder.

Şiir:

“Hod koşte yârân-ı râ. Hod ta’ziye mi dâri”

Ulemadan bir cemaat demişlerdir ki; Emirel Müminin Zübeyrden sonra Talha’ya da haber gönderip Resulullahın ikazlarını ona hatırlatınca Talha yaptıklarından pişman oldu. Safların dışına çıkarak düşünmeye başlamıştı. Mervan Bin Hikem Kölesine dedi ki;

“Başıma bir şey ört ki beni tanıyamasınlar. Varıp Osmanın İntikamını ondan alayım ve sende benden azad ol.” dedi.

Köle Mervan’ın bütün dediklerini yaptı. Mervan zehirli bir okla Talha’yı ayağından yaraladı. Yarası iyi olmayıp onu ölüm döşeğine düşürdü. Derler ki; Talha ölmeden evvel gözü bir süvariye erişti. Onu yanına çağırıp hangi taraftan olduğunu sordu.

“Aliyi sevenlerdenim” dedi.

Talha:

“Elini bana ver. Tâ senin elinle Emirel Müminine biatımı tazeleyip kendimi layıkı rahmet kılayım.” dedi.

O asker İmam Alinin katına varıp bu macerayı ona arzedince. İmam:

“Cenabı Müteâl onun nakzi ahd etmiş olarak ölmesini istemedi” buyurdular.

*****Zübeyrin Keyfiyeti Katli Beyan Olunur

Kütübi siyer ve tevârihte Zübeyrin katliyle alakalı rivayeti muhtelife vardır.

1.Rivâyet:

Ne zaman ki Zübeyr savaş mahallinden ayrılıp Medine’ye doğru yola çıkınca Vadiyus Sibaʿdenilen yerde mola verdi. İbni Cürmüz ki; Onun adı Abdullah yada Amr idi. Zübeyrin arkasından gidip mola mahallinde ona ulaştı. Fırsatını bulduğunda onu öldürmek niyetindeydi. Zübeyr onun tavır ve hareketlerinden niyetini anlayınca onu öldürmek istedi. İnbi Cürmüz öldürmemesi için yalvardı.

“Üzkürüllah” (Allah’ı hatırla) deyince de onu öldürmekten vazgeçti. Aynı olay bir kere daha tekrarlanınca:

Zübeyr:

“Hak Teâlâ seni katleylesin Ey Amr. Hak Teâlâ’yı benim hatırıma getirirsin lâkin kendi hatırına getirmezsin.”

En son İbni Cürmüz Zübeyri gafil olduğu bir anda katleyledi. Başını bedeninden ayırıp yanına aldı. Harbi Cemel tamamlandıktan sonra Zübeyrin başını getirip Emirel Mümininin yaranından birinin vasıtasıyla Ol Hazrete bildirdi. Emirel Müminin haberi getiren yaranına:

“Beşşir hu bin nar” (onu ateşle müjdele) dedi.

İbni Cürmüz bu sözü işitince şu beyitleri söyledi:

“Ateytu Aliyyen bi Re’si Zübeyr:

Ve ercû ledeyhiz zülfete.

Fe beşşere binnari iz ci’tuhû.

Ve bi’sel beşâretu vet tuhfetu”

(Aliye Zübeyrin başını getirdim

Ona yakın olmak ümidiyle.

O ise beni ateşle müjdeledi.

Müjdelerin ve armağanların en kötüsüyle)

2.Rivayet:

Ne zamanki Zübeyr savaş mahallinden ayrılıp Medine’ye doğru yola çıktı. Yolda Saf’an denilen yerde Beni Muşaci’den Nasr adında birine rastladı.

O kişiyle Zübeyr arasında eskiye dayalı bir dostluk vardı. Zübeyrin hikâyesini öğrenince:

“Ey Zübeyr; Sen benden emandasın. Gel seni bu tehlikeden kurtarayım. Seni öyle bir yere götüreyim ki; Orada sana asla zarar ve ziyan erişmeye.” dedi.

Zübeyr de buna muvafakat eyleyince birlikte yola çıktılar. O sıralarda bir kişi Ahnef Bin Kaysin yanına varıp:

“Saffan da Zübeyri gördüm. Yanın da biri daha vardı.” dedi.

Ahnef:

“Zübeyr leşkerini çekip götürdü. Müminleri birbirine kırdırdı. Şimdi başımıza açtığı bu beladan kaçıp kurtulmak ister.” dedi.

İbni Cürmüz de o mecliste hazırdı. Beni Temim azgınlarından bir cemaatla peşlerine düştüler. Yolda onlara yetiştiler. İbni Cürmüz Zübeyrin üzerine saldırdı. Zübeyr onu bir kılıç darbesiyle atından yere indirdi. Diğer arkadaşları hep birlikte Zübeyrin üzerine saldırıp onu katlettiler.

3.Rivâyet:

Zübeyr savaş alanından ayrılıp Vadiyus Siba ’denilen yere geldiğinde Beni Temimden bir toplulukla karşılaştı.

İbni Cürmüz:

“Ey Zübeyr; İki ordunun durumu nedir? Onları ne hal üzere terk ettin?” dedi.

Zübeyr:

“Ben çıktığımda muharebe hazırlığı tamamdı. Şimdi ise başlamış olmalı” dedi.

İbni Cürmüz sessiz kaldı ve zübeyr için bir sofra hazırlattı. Birlikte yiyip içtiler. Zübeyr sofradan kalktıktan sonra namaza durdu. Zübeyr secdeye varınca İbni Cürmüz kılıçla onu öldürdü. Başıyla birlikte atını silahını kılıcını ve yüzüğünü alarak Emirel Mümininin katına geldi. Emirel mümininin çünkü nazarı mubareki Zübeyrin kılıcına düş oldu.

Onu alıp kılıfından çıkardı ve çevirip iki yüzüne baktı ve:

“Bu kılıçdır ki; Resulullah tan birçok belayı def etmiştir ve din düşmanlarından bir çoklarını haki mezellete göndermiştir. Lâkin Hükmi Kaza böyle cari oldu. Yar ve refikinden ayrı düştü.”

Sonra İbni Cürmüze dönerek:

“Niçin onu öldürdün?” dedi.

İbni Hürmüz:

“Senin rızanı kazanmak için yaptım. Ondan başka bir nesne ile senin hoşnutluğun tahsil olunmaz zannettim. Eğer benim için bu mulahaza olmayaydı asla bunu yapmazdım” dedi.

Emirel Müminin:

“Veyheke”(Sana vahlar olsun)Ben resulullahtan duydum ki; ”Ey Ali Zübeyrin katilini cehennem ateşiyle müjdele” dedi.

İbni Hürmüz çünkü Emirel Mümininden narı cehennem müjdesini işitti

“Bizim başımıza acayip olay geldi. Sana muhalefet etmek duhuli narı cehenneme sebep olduğu gibi sana muvafakat itmek dahi mûcib-i narı cehennem oldu. Biz senin düşmanlarını katlederiz. Sen bizi cehennem ateşiyle müjdelersin.” dedikten sonra üzüntüsünden Zübeyri katleylediği kılıçla intihar eyledi.

Derler ki;

Ayşe Talha ve Zübeyrin ordudan ayrıldıklarını öğrenince devesini en ön safa götürmelerini emretti. Atlı ve piyade on iki bin savaşçı Aişenin sağında ve solunda durdular. Mukatele ve muhharebe öyle bir hadde erişti ki; Kesilen başlardan deşti sahraya kandan ırmaklar revan oldu. Aişe muharebenin şiddetinden dehşete kapıldı. O sırada devesinin yuları Ka’ab Bin Suvarın elindeydi.

Aişe Onun eline kuranı verip:

“Ey Kaab bununla git Aliyi ve leşkerini Kitabullaha davet et” dedi.

Kaab bu niyetle giderken Malik Eştere haber geldiki. Kaab küfe leşkerini Kitabullaha

Davet için gelmektedir. Fetih bu kadar yakınken bunun engellenmesini hoş karşılamayan malik Ejder Haber Emirel Müminine ulaşmadan Kaabın yolunu kesip onu bir kılıç darbesiyle darı bekaya yolladı.

Derler ki;

Emirel Müminin savaşın Aişenin devesinin etrafında yoğunlaştığını görünce olur ki, Aişeye bir zarar gelir endişesiyle Malik Eştere devenin yularını Basralıların elinden gidip almasını emreyledi. Malik Eşter kılıcını çekerek devenin yularını tutanların üzerine yürüdü. Devenin yuları Kaabın kardeşinin elindeydi. Malik kılıcıyla onun yuları tutan elini yere düşürdü. Basralılardan biri daha gelip yuları tuttu. Malik onunda elini yere düşürdü. Bu minval üzere Basralılardan tam yetmiş kadar kişinin elleri kesilerek yere düşürüldü. Bunu gören Basralılar devenin yularından ellerini çektiler. Malik Eşter Küfe askerlerinden birine devenin yularından tutup çekmesini emretti. Lakin ne kadar uğraştılarsada deveyi yerinden oynatamadılar. bunu gören emirel Müminin devenin ellerinin ve ayaklarının kesilmesini emretti. Abdurrahman Bin Ebu Serd emir gereği devenin bir ayağını kılıçla doğradı. Deve üç ayağı üzerinde durdu. Bir ayağını da kestiler. Deve sinesini yere koyup iki ayağı üzerinde durdu. Ammar Bin Yaser hevdecin iplerini kesip yere düşürdü. Basra leşkeri çünkü devenin o halini gördüler korkuya kapılıp firar eylediler. Ol Şahı Velayet firar edenlerin peşlerinden gidilmesine izin vermedi. Aişenin kardeşi Muhammed Bin Ebu Bekir’e Aişenin yanına varmasını ve hiç kimseyi ona yaklaştırmamasını emretti. Muhammed hevdecin yanına varıp elini hevdecin içine uzattıki acaba hemşiresine bir zarar eriştimi.

Aişe:

“Kimdir ol kişiki? Resulullahtan başkasının el uzatmadığı yere el uzatır”

Muhammed:

“Ey kız kardeşim benim. Ey Ümmül Müminin sen ne iş ettin.

Haremi Nübüvvetin hörmetini şikeste kıldın.

Niçin diğer Müminlerin anneleri gibi perde-i ismetinde oturmadın?”

O sırada Emirel Müminin Düldülün yönünü. Aişeye çevirdi. Suratle yanına yaklaşarak:

“Yâ Aişe e hâ kezâ emereki Resulullah?”

(Ey Aişe Resulullah sana böylemi emretti?)

Aişe:

“Ya Ali; İza melekte fesmeh”

(Ey Ali sen kazandın Affet)

Ondan sonra Emirel Müminin:

“Ey Muhammed kız kardeşin Aişeyi Basra Eşrafından Abdullah Bin Halefin sarayına götür.” dedi.

Aişe:

“Ey Muhammed kız kardeşinin oğlu, Abdullah Bin Zübeyri bulup yanıma getir.”

Muhammed:

“Ey kardeşim sen daha ne istersin? Başımıza gelenlere sebep olanlardan biriside o değil mi?”

Buna rağmen yinede Aişenin ısrarına dayanamayıp Onu aramaya gitti. Onu yaralıların arasında yerde yatarken buldu.

“Ey bedbah, Hak Teâlâ seni rezil ve kepaze eylesin. Otur ki seni ehli beytine götürmeye geldim.”

Onu Bir deveye bindirdi. Yarası ağırdı. Devenin üzerinde durmağa bile gücü yoktu. Muhammed onu tutarak Aişenin huzuruna getirdi. Aişe onu o halde görünce çok ağladı.

Kardeşi Muhammed’e:

“Ey kardeşim Ali Bin Ebu Talipten benim için Abdullah’a aman dile” dedi.

Muhammed Bin Ebu Bekir Huzuru Aliye varınca Aişenin ağzından Abdullah Bin Zübeyre eman istedi.

Ol Şahı Velayet ise:

“Ey Muhammed yalnız ona değil bütün düşmanlarıma eman verdim” buyurdular.

Derler ki;

O gece Farisi Meydan Cenab-ı Ali Düldülün üzerinden yere inmeyip askerlerini kontrol altında tuttu. Onların verilen talimatın dışına çıkmalarına izin vermedi. Sabah olunca Düldülün yönünü Basraya çevirip oranın idare merkezine vardı. Eşraftan ve etraftan bölük bölük gelip atabeyi aliyyeye arzı teslimiyet eylediler ve halkın arasında şiirler söylendi. Kasideler yazıldı.

Şiir:

“Nurul hüdâ fi subhi vechike bâdî. Ve bi zâke adluke lâ yezâlu yunâdi.

Valideyn mesrurun bi biatikelleti. Eyyâmuha bi mesâbeti a’yâdî.”

(hidayet nuru yüzünün sabahında parıldar. yankılanır durur adaletin.

Sana biat sebebiyle anne ve babalar mutludur. Onların bayramıdır o günler)

Ölüler defnedildi. Silahlar ve mallar Basra’nın camiinde toplandı. Olm Server emrettiki:

Herkes gitsin kendine ait olanı alsın.

*****Emirel Mümininin Aişeye Haber Gönderip Medine’ye Gitmesini İstemesi Beyan Olunur

Derler ki;

Harb-i Cemel sona erince Emirel Müminin İbni Abbası Aişeye gönderdi ve ona:

“Git Aişeye söyle Medine’ye geri dönsün.”

Daha önce zikrolunduğu üzere Aişe Basra’da Abdullah Bin Halefin sarayına götürülmüştü. İbni Abbas sarayın kapısına varıp girmek için izin istedi. Aişe izin vermedi. İbni Abbas Emirel Mümininin talimatını yerine getirmek için biz zarure bila izin içeri girdi. Sağa sola baktı. O arada gözü bir yastığa ilişti. İbni Abbas o yastığı alıp üzerine oturdu.

Aişe:

“Ey İbni Abbas sünnete muhalif iş işledin. İzinsiz hâneme girdin. İzinsiz yastığımın üzerine oturdun.”

İbni Abbas:

“Eğer sen Resulullahın buradan dışarı çıkma dediği hanende olsaydın. Senden izin almadan içeri girmezdim. O menzil o menzildir ki; Hazreti Huda sana orada oturmanı emrettti. sen her ikisinide terk ettin. benim sünneti terkim, Senin farizeyi terkin yanında çok hafif kalır.” dedi ve Emirel Mümininin isteklerini ona bildirdi. Ayrıca İbni Abbas ile Aişe arasında buna benzer başka kelamlarda vuku buldu. İş nesep ve haseb meselelerine kadar vardı.

İbni Abbas:

“Hâlâ şimdi senin için muhakkak ve mukarrer olan izzet ve şeref Resulullahın eşi olman sebebiyledir. Yoksa sen heseb ve nesep cihetiyle Beni Haşimden daha ekrem ve muteber değilsin. İstersin ki; Kimse senin isyanından söz etmeye ve senin emrin muhalifi iş işlemeye. Lâkin biz Resulullahın eti kemiği ve kanı mesabesindeyiz ve onun ilminin varisiyiz.”

Aişe: “Sus Ey Abbasın Oğlu. Ali varken sana layık değil bunlardan söz etmek. Haddini aşıyorsun” dedi.

İbni Abbas: “İşte bu sözlerinde haklısın.” dedi ve Emirel Mümininin katına varıp durumu ona bildirdi.

*****Emirel Mümininin Resulullahın Vasiyetini Hatırlatarak Aişeyi Medine’ye Gitmeye Teşvik Ettiklerinin Beyanı Hak

Derler ki;

Cemel Harbinden sonra Emirel Müminin Aişenin menziline teşrif buyurdular. Aişe Basra hatunlarından bazılarıyla birlikte ağlıyorlardı. Emirel Müminin rifk ile onlara muamelede bulundu ve: “Ve karne fî buyûtikünne” (Evlerinizde oturun) ayetine mütemessil olmayıp, haline münasip olmayan işlere kalkıştın. Hâlbuki sen benim Resulullaha yakınlığımı bilenlerdensin. Sende iştmiştin Resulullah benim hakkımda:

“Men küntü mevlâhu fe Aliyyu mevlâhu.

Allahümme vâl men vâlâ hu ve ‘âd men ‘âdâ hu”

(Ben kimin dostuysam Alide onun dostudur. Allahım

Onun dostunun dostu, düşmanının düşmanının düşmanı ol)

Bunu duymana rağmen bana düşmanlık yolunu seçtin. Dinde müminlerin anası olduğun halde neden: “Fe emsikû hünne min verâi hicab” Perde-i ismetini dürdün? Neyleyim ki geçen geçti. Şimdiki halde doğru olanı yapmalısın. Emri Semedaniye dönmelisin. Medine’ye gidip Resulullahın seni koyup gittiği menzilde karar kılmalısın.” diyerek kalkıp gitti.

Derler ki;

Emirel Müminin Şehcadesi Hasanı risaleti resmiye ile Aişeye gönderdi. Hasan Aişenin katına varıp: “Emirel Müminin git Aişeye söyle, eğer Medine tedariki görmez ise Ona öyle bir haber gönderirim ki; O haberin ne olduğunu o çok iyi bilir” dediler.

Çün Şehzade Hasan bu haberi getirdi. Hemen yerinden kalktı ve hademelerine yol tedarikinde bulunmalarını emretti. O mecliste Basra eşrafından hatunlar vardı.

İçlerinden biri: “Ey Ümmül Müminin geçen gün İbni Abbas senin katına geldiğinde hiç böyle tedirgin olmamıştın. Bunun sebebi nedir?”

Aişe: “Bana öyle bir haber geldiki, Medine’ye gitmekten başka çarem kalmadı.” dedi.

Kadınlardan biri: “Ey Ümmül Müminin, nedir bu haber?” dedi.

Aişe: “Bir gün Resulullaha ganimet olarak bir miktar mal gelmişti. Resulullah onları akrabasına ve yaranına taksim ederdi. Biz dahi o maldan pay talep eyledik ve bu hususta ısrarcı olduk. Ali de o meclisteydi. Bu ısrarımızdan dolayı Ali bizi kınadı. “Resulullahı niçin üzersiniz?” dedi.

Bizdahi ona mukabelede bulunduk. Ona üzücü sözler söyledik. Oda buna karşılık olarak şu Ayeti okudu: “Eğer o sizi boşarsa rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allaha veren, inanan, Sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bâkire eşler verir” (Tahrim:5)

Buna rağmen hoşnutsuzluğumuzu ona iyice izhar etmişti ki; Resulullah gazebe gelip:

“Ey Ali bunların talakını senin kabzei iradene tevzi eyledim ve seni kendime tevkilş eyledim. Sen bunlardan hangisini benim adıma tadlik eylersen onun ismi Nisâun Nebi defterinden mahf ola” buyurdu. Zaman tayın etmedi. Ali işbu manayı bana tefhim eyler şimdi. Her şeye tahammül ederim lâkin Resulullahtan ayrı kalmaya tahammül edemem.” dedi.

*****Aişenin Basra’dan İzzet Ve İhtiramla Medine’ye Gidişi

Derler ki;

Aişenin Medine’ye yolculuğunda Emirel Mümininin yaranından bu hususta Aişeye yardımcı olmalarını istedi. Abdullah Bin Cafer kendi malından elli bin dirhemle Aişenin katına vardı. Malik Eşter yedi bin dirheme bir deve satın alıp Aişenin kıtarına kattı. Emirel Müminin Basra hatunlarından yetmiş hatunun bu yolculukta Aişeye eşlik etmelerini emreyledi. Ayrıca bu yetmiş hatunun kendilerini setr eylemelerini, kadın olduklarını gizlemelerini emreyledi. Başlarına emame sarınıp, bellerine kılıç kuşandılar. Ellerine mızraklar alıp birer erkek savaşçı kılığına büründüler. Muhammed Bin Ebu Bekir de bu yolculukta Aişeye eşlik etmekle görevlendirildi. Emirel Müminin bizzat kendisi mahremi Resulullahı hörmet ve ihtiramla Basra’dan uğurladı. Basralılar Emirel Mümininden bu hörmet ve ihtiramı muşahede eyleyince kendi hatunlarınında üç menzil onunla birlikte yürümesini organize ettiler.

Derler ki;

Ne zamanki Aişe Medine yoluna revan oldu. Erkeklerden bir bölük savaşçının kendine eşlik ettiklerini görünce: “Ali Bin Ebu Talip erkekleri bana refik eylemiş. Beni onlarla beraber Medine’ye gönderir” dediğini hatunlardan birisi duyunca kendi devesini Aişenin devesine yaklaştırıp gizlice kendini ona gösterdi. Diğerleri de aynı şekilde erkek olmayıp kadın olduklarını ona izhar eylediler. Aişe sui zannından dolayı istiğfar eyledi.

Bazı kütübü tevârihte yazılmıştır ki; Emirel Müminin yüz atmış cariye seçip onların erkek kıyafetleri giyip silah kuşanmalarını emreyledi. Onlarda erkek elbiseleri giyinip, silahlar kuşandılar. Aişeye yol arkadaşı olup onun devesinin etrafını kuşattılar. Aişe ayrılık vaktine değin onların erkek olmayıp kadın olduklarını bilemedi. Bu hale çok içerlemiş göründü. Ammar Bin Yaser veda etmek için Aişenin yanına vardı. Selam verdi. Aişe selamını aldıktan sonra: “Ey Ammar Ali’den şikâyetçiyim. Benim hürmetime riayet etmedi.”

Ammar:“Ya Ummel Müminin niçin böyle dersin. Emirel Mümininin Basra ahalisinden ganimeti men eylediği sana hürmeti ve ihtiramı içindi.”

Aişe:“Aliye söyle yanıma gelsin ona söyleyeceklerim var” dedi.

Ammar Emirel Mümininin yanına gelip Aişenin kendisini görmek istediğini haber verdi. Emirel Müminin kemali lutf ve merhametle Aişenin yanına vardı:

Aişe: “Ma hafizte hörmete Resulillah” (Resulullahın hürmetini muhafaza etmedin) dedi.

Emirel Müminin: “Niçin böyle söylersin?” diye sordu.

Aişe: “Görmez misin askerlerini devemin etrafını nasıl kuşatmışlar. Bu erlerin benim devemin etrafında işi ne?”

Emirel Müminin: “Onlarda senin gibi hatunlardır. Öyle giyinmelerini ben istedim. İstedim ki yol boyunca onları gören sana yaklaşmaya cesaret eylemeye. Ey Aişe bana söyleyeceğin başka bir şey var mı?”

Aişe: “Sufyanın oğlu Muaviye’nin Şamdan bir orduyla senin üzerine geleceğini işittim. Onların üzerlerine giderken beni de beraberinde götür. O memleketin ahalisi beni senin yanında görürlerse ona biattan vazgeçebilirler.”

Emirel Müminin: “Talha ve Zübeyr bu emri irtikab ettiler. Bendemi edeyim? Kendi hatunlarınızı perde-i ismette tutup Haremi Resulullahı belde belde gezdirirsiniz derdim. Ey Aişe ben bu işte yokum. Hak Teâlâ’nın Muaviye ile benim hakkımda mukarrer olan hükmü nedir bilmiyorum.”

Aişe Medine’yi Münevvere de kendi menziline dahil olup orada karar eyledi. Geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyup tövbe ve istiğfar eyledi.

Raviler derler ki;

Her ne zaman Cemel Vakasını hatırlasa ağlardı. Göz yaşlarından mekremeleri ıslanırdı.

Derdi ki: “Cemel savaşından yirmi yıl önce ahirete intikal etmiş olaydım”

*****Ehli harp, Harbi Cemelde Leşkeri Emirel Mümininden Ölenlerin ‘Adedi Beyan Olunur

İbni Asem Fütûh nâm kıtabında İshak Bin Yusuf’tan naklederek der ki; Cemel Vak’asında Aişe ve Ali leşkerinden ölenlerin sayısını Ebul Munzirden sordum.

Ebul Münzir:

“Alinin ordusu:20.000 di.

Ölenlerin sayısı:1070 di.

Aişenin ordusu:30.000 di

Ölenlerin sayısı: 8100 dü.

Bundan başka sair halayıktan öldürülenlerin sayısı ise:9000 di.

Derler ki;

Cemel Vak’asından sonra Beni Temimden bir kişi Abdur Rahman Bin Tunûhiye sual ettiki:“Aişenin devesinin ayaklarını sen mi kestin?”

AbdurRahman: “Evet, ben kestim. Eğer kesmeseydim Aişenin ordusundan bir kişi sağ kalmazdı” dedi.

*****Emirel Mümininin Basra’da Hutbeye Çıktığı Ve O hutbede bazı Acaibat ve Garaibattan Haber Verdiği

Raviyi kıssa der ki;

Emirel Müminin Cemel Vakasından sonra bir iki gün Basra’da dinlendikten sonra orduya harekete hazır ol emrini verdi. O gün ordugâhın orta yerinde bir minber inşa ettiler. Ol Şahı Velayet ol minbere çıkıp Senayı Hüdai Teâlâ ve Tehiyye-i Mustafadan sonra Harbi Cemel den ve muhaliflerinin ahvalinden bahsederken Münzir Bin Cavid isimli şahıs ayağa kalkıp Emirel Müminine sorular sordu. O ilim şehrinin kapısı biraz aralanınca ilim şehrinden haberler vermeye başladı. Tâ kıyamete kadar zuhur edecek hadiselerden, acayibattan ve garayıbattan bahsetti. Harap olacak şehirlerden söz etti. Doğuda da batıda da nelerin olacağından bil cümle haber verdi.

Kitabı Futuh sahibi der ki; “O hutbeyi, okuyanlara üzüntü kaynağı olmasın diye kitabıma almadım.”

Hutbeden sonra orduyla beraber hareket edip Küfeye doğru gittiler.

Derler ki;

Emirel Mümininden Aişenin muhalefetinin sebebini sordular.

Emirel Müminin:

“Birincisi: Hicap ayeti inmeden önceydi. Bir gün Aişenin menzilinde Resulullahın yanına vardım. Resulullah beni yanına oturttu ve benimle sohbet etti. Aişe buna kızıp:

“Ey Ebu Talibin Oğlu. Sen gece gündüz gelir Resulullahı kendi haline bırakmazsın.” deyince Resulullah: “Ey Aişe benimle beraberlik hususunda Aliye kimse rakip olamaz. O bana ilk iman edendir. Kevser suyunun kenarına benden sonra gelen o olacak. Benimle ilk musafaha eden yine o olacak.” buyurdular.

İkincisi: Resulullah Ebu Bekri hac emiri olarak hacca göndermişti. Ayrıca Beraat suresini hacda müminlere duyurmasını emretmişti. Ancak akabinde gelen vahiyle bu görevi bana tevdi edip arkasından göndermişti. Bende emir gereği o ayetleri Ebu Bekir’den alarak huccaca tebliğ edip duyurmuştum.

Üçüncüsü: Resulullah ashabın arasından beni seçip kendisine vasi eylediğidir.

Dördüncüsü: İftira olayında Resulullah benimle istişarede bulundu. Ben demiştim ki; Ya Resulullah Eğer bir endişen varsa bekle Umarım keyfiyeti hal vahiyle sana bildirilir. Yahut Dünyada başka kadınlarda var” demem bu nefretinin sebebi oldu.

İbni Ömer der ki; Aişeden Ali Hakkında ne dersin diye sual ettiler. Aişe onun nice ahlakı hasenelerinden ve evsâfı mustahsenerinden söz etti.

Yine ondan sual ettiler ki; “ Madem hal böyle idi neden onunla savaştın?”

Aişe:“Ben-i Âdem hata ve sevabın kaynağıdır. Ben o işlerden tövbe ettim. O hatayı fahişelerden Dergâhı Cenabı Huda’ya Teâlâ ve Takeddedese iltica eyledim.” dedi.

İbni Hamedanı Kendi tarihinde der ki; Aişe Basra’dan ayrılıp Canibi Medine’ye revan olduğunda Basra’nın kadınları onu uğurlamak için üç menzil onunla birlikte yol almışlardı. Veda anında Basra’nın kadınlarına Aliden sıtayışla söz etmiş ve hoşnutluğunu onlara beyan etmiştir: “Ali benim hakkımda hürmette kusur etmemiştir.

Ali bu hususta hukuka riayet edenlerin ekmeli ve efzalidir”

Muhammed Bin Sırın rivayet eder ki; Halit Bin Raşid eshab-ı Cemelin ileri gelenlerindendi. Zuhdü selahı, fesahat ve belağattı, akıl ve ferasetiyle Aişenin takdirini kazanmıştı. O günkü vakayı azimde Eshabı Cemelden çok kimse maktul oldu. Aişe ondan Talha’yı sordu. Halit öldüğünü haber verdi.

Aişe yine yaranından birini sordu. Onunda öldüğünü öğrenince: “Allah onlara rahmet eyleye” dedi.

Aişe: “Alinin ashabından ölen var mı?” dedi.

Halid: “Savmae Bin Suhan”

Aişe: “Ona da Allah rahmet eyleye”

Halid: “Bu iki taife ki; Birbirlerini katl eylediler. Acaba Hak Teâla Bunları rahmetinde cem eder mi? Bunlara mağfiret sureti gösterir mi?”

Aişe: “Ey Halid; Hak Teâlâ’nın rahmeti senin tasavvurundan daha geniştir. Onun ef’alini sorgulamaya kimsenin mecali yoktur.” dedi.

Ne zaman ki; Halid Bin reşid Aişeden bunları işitti. Pişman olup dameni itizara tutunup Hazreti Emirel Mümininin hizmetine girdi. Harbi sıffında hazır bulunup kendinden sudur eden taksiratın telafisi yoluna girdi.

Ebu Sabiti Gaffari der ki; Cemel savaşından sonra Ümmül Müminin Ümmü Seleme’nin yanına vardım. Halimi hatırımı sorduktan sonra bana: “Halkı âlem birbirine düştü sen neredeydin?” diye sordu.

Ben: “Emirel Müminin Ali’nin hizmetindeydim. O iş tamam olunca senin ziyaretine. Saadet aşiyanına geldim” dedim.

Ümmü Seleme: “İyi etmişsin. Ben Resulullah tan eşittim ki; Ali Hak iledir ve Hak Ali iledir. Ali Kur’an iledir ve Kur’an Ali iledir. Birbirlerinden ayrılmazlar” buyurdular.

Derler ki;

Cemel Harbinden sonra. Emirel Müminin İbni Abbası Basraya vali eyledi. Zeyyad Bin Semiyye ki; Muaviyenin hükûmeti zamanında hüneri kitabetiyle iştihar etmişti. Onuda İbni Abbasın kaymakamı eyledi. İbni Abbas daha önceleride Yemene vali olarak atanmıştı. Çünkü Malik Eşter İbni Abbasın yeniden Basraya vali olarak atandığını muşahede eyledi. kendi kendine: ”Bu ne acep iştir böyle? düşmana kılıcı biz vururuz makam ise onların olur.” diyerek bila izin Küfe yoluna revan oldu.

Emirel Müminin bu duruma vakıf olunca aceleyle Malik Eştere ulaşıp onu durdurdu. Ona iltifatlarda bulunup gönlünü aldı: “Biz senden eyalet idaresini esirgemeyiz. Lâkin sen bize lazımsın. Biz sensiz olamayız. Hele bu günlerdeki; Şamda ki isyancıların hadlerini bildirmemiz gerekiyor. Bundan böyle leşker imaretine ve ordu komutanlığına seni tayin eyledim.” buyurdular.

*****Şahı Velayetin Hilafeti Eyyamında Mısırlıların Ahvali Beyan Olunur

Derler ki;

Muhammed Bin Ebu Huzeyfe vaktini ibadetle geçirirdi. Babası Ebu Huzeyfe Yemame harbinde şehit olmuştu. Kendisi Halife Osmanın hizmetinde bulunmuş ve onun takdirini kazanmıştı. Halife Osman onu bir görevle Mısıra gönderdi. Yine o günlerde Muhammed Bin Ebu Bekride bir görevle Mısıra gönderdi. O zamanlar Mısır Valisi Abdullah Bin Ebu Serh ti. Lâkin her iki Muhammedinde meyilleri de, muhabbetleri de daima evladı resulden yanaydı. Çünkü Mısır ahalisi Muhammed Bin Huzeyfe’nin ibadetine şecaatine sehavetine şahit oldular. Gönülden ona bağlandılar.

Muhammed Bin Huzeyfe ve Muhammed Bin Ebubekir değişik mahfellerde ve cemiyetlerde Mısır Valisinin halka yaptığı zulümlerden söz ettiler. Hatta bu hususta Halife Osman’ı dahi suçladılar: “Biz bu işin sırrına vakıf olamadık. Osman niçin bu zalimleri halkın üzerine vali yada hakim tayin eder?” dediler.

Vali bu konuşulanlara vakıf olunca. Muhammed Bin Ebu Huzeyfe’yi halifeye şikâyet eyledi. Derhal bir nâme yazıp Medine’ye gönderdi. Osman mektubu alınca Muhammed Bin Ebu Huzeyfe’nin hatırını hoş tutmak için ona bir elbiseyi Fahir’e gönderdi ve ayrıca

Mısır valisi olan Abdullah’a da Muhammed’e üç bin dirhemle kıymetli bir kaftan vermesini emreyledi.

Muhammed Bin Ebu Huzeyfe durumdan haberdar olunca: “Osman bana Mısır Valisinin zulümlerine göz yummam için rüşvet göndermiş” dedi.

Mısır halkı bu haberide eşitince Osman’a itaattan el çektiler. Muhammed Bin Huzeyfe’nin riyasetinde ittifak edip ihtilal bayrağını çektiler. Halife bu durumu haber alır almaz ona bir itap nâme gönderdi.

Mektup:

“Ben bu kadar zaman seni koruyup kolladım. Sana nice ihsan ve inayette bulundum. Buna Rağmen senden küfranı nimet görürüm. Bana karşı ayaklanmanın sebebi nedir? Bilmek isterim.” dedi.

Bu mektup Mısıra erişti fakat bir faidesi olmadı. Ne zaman ki; Mısır Valisi Abdullah Osmanın muhasarası günlerinde Medine’ye gitmek için yola çıktı. Mısır diyarının idaresi tamamıyla Muhammed Bin Ebu Huzeyfe’ye kaldı. Osmanın şehadetinden sonra Emirel Müminin Ali Kerremellahu Vechehu Seriri Hilafete cülus edince Said Bin Ubade-i Mısır’a vali tayin eyledi. Said Bin Ubade Fermanı Ali mucibince mısıra gidince Mısır halkı Emirel Müminine itaat edip onun gönderdiği valiyi de hüsnü kabul ile karşıladılar.

Yalnız Mısır şehirlerinden bazıları Emirel Müminine itaatta çekimser kaldılar: “Biz bac ve haracımızı Aliye veririz. Lâkin İtaatta tâ Osmanın katilleri bulunana kadar bekleriz” dediler.

Bunlar Mısırın ileri gelenleriydi. Said Bin Ubade onları kendi hallerine bırakmayı maslahat görüp üzerlerine gitmedi.

Nakildir ki; Ubade Mısıra gitmeden evvel Muaviye Amr Bin ası Muhammed Bin Ebu Huzeyfe hile ile ele geçirmesi için Mısıra gönderdi. Amr Bin As Mısıra yaklaşınca Muhammed’e bir mektupla haber gönderdi.

Mektup:

“Ben Muaviye’ye mutabakattan pişmanım. Emirel Müminin Ali elbette hilafete Muaviye’den daha evla ve ahsendir. Onun İslam’ı yüceltme ve küfrün belini kırma hususundaki azmi ve gayreti müminlerin malumudur. Şimdi senin katına geldim. Geldim ki; Seninle bir olup bu can bu tende kaldığı müddetçe Emirel Mümininin hizmetinde bulunam. Sizce de uygun olursa Mısırın dışında bir yerde buluşup konuşalım”

Muhammed Bin Ebu Huzeyfe bu efsanelere kanıp şehrin dışında bir çadır kurdurup Amrın gelmesini beklemeye başladı. Fakat Amrın önceden tayın ettiği bir cemaat pusudan çıkıp Muhammedi ele geçirip Şama Muaviyenin katına götürdüler. Muaviyenin emriyle ayaklarından zincirlenerek hapishaneye attılar. Amcasının kızı Muaviye’nin hanesinde idi. Bir kaç gün orada kaldıktan sonra amcasının kızı ona yemek göndermek bahanesiyle yemeğinin içine bir törpü gizleyip Muhammed’e gönderdi. Muhammed bir gece törpüyle ayak zincirlerini kesip firar etti ve bir mağaraya girip gizlendi. Muaviye Abdullah Bin Ömer Neğii onu bulması için gönderdi.

Abdullah onu mağarada ele geçirip şehit eyledi ve başını alıp Muaviye’ye götürdü. Ne zaman ki; Emirel Müminin Cemel savaşında mansur ve muzaffer oldu. Ubade dahi Mısıra vali oldu. Muaviye telaş ve endişeye düştü. Emirel Müminin Irak ordusuyla Ubadede Mısır ordusuyla gelip Şam’ı muhasara ederler ise hali nice olur. Bü endişeyle hile yoluna başvurdu. Said Bin Ubadeye bir mektup gönderdi.

Mektup:

“Herkes tarafından bilinmektedir ki; Osman masumen katl olundu. Bu hususta Ali’nin dahi parmağı var. Zannederim sen dahi o günahta müştereksin. İmdi; Tövbe edip Hüdai Teâlâ’ya dönesin. Sonra elinden geldiği miktar bana yardımcı olasın. İşimiz bittikten sonra Irak ve Acem memleketlerinin idaresi senindir. Ondan sonra benden her ne dilersen kabulümdür.”

Hazreti Ubade Muaviyenin mektubunu okuyunca; Bir cevap nâme yazıp ona gönderdi.

Cevab-ı Mektup:

“Alimül Gayb-ı Veş Şehâde ye malumdur ki; Osmanın muhalifleriyle ittifak etmedim. Emirel Mümininin dahi Osmanın katlinde parmağının olduğu malumum değildir. Sana biat etmeğe dahi meylim ve rağbetim yoktur ve yakinen bilmiş ol ki benden senin hatırına hoş gelmeyecek bir emrin sadir olmasının ihtimali dahi yoktur.”

Çünkü Muaviye bildi ki; Ubade özür makamındadır. Ona bir mektup daha yazdı. Mektup daha yazdı. Mektubunda saflarını belirlemesini; Dostumu ya da düşmanımı olduğunu bildirmesini istedi.

Cevab-ı Mektup:

“Senden tuhaf sözler işitirim. Beni öyle birine muhalefete çağırırsın ki; O kimse hilafet ve riyasete diğerlerinden daha layıktır ve Resulullaha diğerlerinden daha yakındır. Haşa ve kella ki ben öyle birisine isyan edem.”

Muaviye Ubadeden ümidini kesince başka bir hileye başvurdu ve bu hilesi sayesinde Ubade bu görevinden azlolundu.

Muaviyenin hilesi şuydu:

Ubadenin kendisine biatından ümidini kesince. Meclislerde ve mahfillerde Ubadenin zahirde Ali Bin Ebu talibe, gerçekte ise kendisinden yana olduğu haberini yaydı.

“Bize gizlice muhabbeti vardır. Bize gizlice muhabbet nâmeleri gelir. Bunun delili Mısır halkının bir bölümü Aliye biattan kaçındıkları halde onları kendi hallerine bırakmasıdır. Ubade bu kişilere ayrıca ikram ve ihsanda bulunmaktanda geri durmamaktadır. En son gönderdiği mektubunda muhalifler ile muharebede sana muhalif olanların düşmanıyım.”

Bu haberler Halife-i Zamanın kulağına varınca Ubade hakkında endişeye düştü. Bu durumu Muhammed Bin Ebu Bekir ve Abdullah Bin Caferle istişare eyledi. İstişare sonunda Emirel Müminin Ubadeyi denemeye karar verdi. Ubade ye bir emir nâme gönderdi.

Emir nâme:

“Bana itaatten imtina edenleri ahseni vechile havze-i itaate getirmeni ferman buyurasın. Eğer boyun eğerlerse ne güzel. Eğer yine boyun eğmezlerse onlarla muharebede bulunasın.”

Ubade bu emir nâmeye uygulamanın sakıncalı olduğunu. Bu taifenin şevket ve kudret sahibi olduklarını ve taraftarlarının çok olduğunu, gücün bunlar yerine öbür tarafa sarfetmenin daha uygun olacağını. Muhalifleri şimdilik kendi hallerine bırakmanın maslahata daha uygun olabileceği haberini gönderdi. Gelen bu haber üzerine Emirel Müminin. Ubadeyi Mısır İmaretinden azledip yerine Muhammed Bin Ebu Bekiri tayın etti. Ubade mahzun bir halde Medine’ye geri döndü.

O sıralarda Hassan Bin Sabitle Emirel Müminin arasında bir soğukluk vardı. Ubade Medine’ye gelince Hassan Bin Sabit: “Ey Ubade Osmanın katlindeki gayretini bilirim. Şimdiki halde Ali seni azleyledi ve o cürmü azim senin üzerinde kaldı.”

Ubade: “Ey kalbi kör olan kişi tez meclisimden çık git. Huda hakkı için eğer benim kavmimle senin kavmin arasında kıtal tehlikesi olmayaydı şimdi şurada kafanı uçururdum.” dedi.

Mervan Bin Hikem de bu tür dedikodulardan geri kalmayınca ubade Emirel mümininin yanına gitmeye karar verdi. Muaviye bu duruma muttali olunca Mervan’a haber gönderdi ki; “Alinin yanına onun yerine yüz bin asker göndereydin daha iyiydi.”

Çün Muhammed Bin Ebu Bekir Mısıra vardı. Menşuru eyaleti Mısır ayan ve eşrafına okuyup idareyi hükûmeti ele aldı ve Emirel Müminine biatta tereddütleri olanlara haber gönderdi: “Ya biat edin ya da bu vilayeti terk edin “ dedi.

Onlar ise düşünüp bir karara varmak için birkaç gün süre istediler.

Diğer rivayette;

Muhammed Bin Ebu Bekir ümerasından birini leşker ile o taifenin üzerine gönderdi. Leşkeri Muhammed bu muharebede yenildi. Muhammed bir mektupla durumu Emirel Müminine haber verdi. Emirel Müminin şimdiki halde ol taifenin kendi haline bırakılmasını emreyledi. Akıbet iş tahkime kalınca Ehli Şam Muaviyenin İmaretine karar verdiler. Muaviye Mısıra ordu gönderip Muhammed Bin Ebu Bekri katlettirdi. Bu kıssanın tafsili mahallinde beyan olunacaktır.

*****Ehli Tuğyan Muaviye Katında Toplanıp Osmanın Kanını Talep İttikleri Beyan Olunur

Derler ki;

Osman katl olunup hilâfet Şahı Velâyete intikal edince bir taife kemali bağy ve inatlarından Emirel Müminini Osmanın katlinden sorumlu tuttular ve Muaviyenin yanına varıp onu Osmanın katillerinin kısası hususunda teşvik ettiler. Muhaliflerden biriside Osmanın zevcesi Naileydi. Osmanın kanlı gömleğini Muaviye’ye götürdü. Muaviye Emirel Mümininle anlaşmanın mümkün olmayacağını anlayınca.

Şam halkının akaidini Emirel Müminine karşı ifsad etmeye karar verdi. Osmanın kanlı gömleğini ve Naile’nin kesilen parmaklarını mescide getirdiler. Halka bu işlerin Aliden cesaret alınarak yapıldığını gösterme gayretinde oldular. Bu fesad öyle bir mertebeye erişti ki; Osman’ın katillerinden intikam alınana kadar soğuk su içmeyeceklerine, sıcak yataklarında yatmayacaklarına yemin ettiler.

Bu esnada Amr Bin As Filistin’den Şama gelmişti. Durumu muşahede edince Muaviye’ye: “Bunları devamlı halka göstermen hürmetsizlik olur. Sen Osmanın kanlı gömleğini ve Nalenin kesilen Parmaklarını gizle ve onları öyle bir zamanda ortaya çıkar ki; Savaş kaçınılmaz ola ve halk muharebeye istekli ola”

Bu tedbir Muaviye’ye de hoş göründü. Onların gösterilmeyip bir yerde gizli tutulmalarını emreyledi. Amr Bin Asın tavsiyesiyle onları savaş günlerinde ortaya çıkardılar.

Derler ki;

Osmanın muhasara günlerinde Amr Bin As oğullarıyla birlikte Medine’den ayrılıp Filistin’e gitti. Filistin’de bir şahıs vardı ki Bi İznihi Teâlâ gelecekte olacak havadisten haber verirdi. Bir gün Amr Bin As ondan sual eylediki; “Osmanın akıbetini nice görürsün?” dedi.

O kişi: “Şehit olur” dedi.

Amr: “Hilafet kime intikal eder?”

O kişi: “Çünkü Osman darı fenadan darı bekaya intikal eder. Seriri Hilafete bir kişi geçe ki çeşmi ehli zaman onun gibisini görmemiştir. O devrinde emsali olmayan biridir. Lâkin Biat tamamlandıktan sonra bir gün oda şehadet şerbetini içse gerektir ve saltanat bir şahısta karar ideki o şu anda şamda bulunmaktadır.” dedi.

Bu haber Amrın aklında kalıp Osmanın katlinden sonra Şama Muaviyenin yanına geldi. Ali ile olan cenk ve muharebesinde ona yardım etti.

Bazı kitaplarda yazıldığı üzere; Osmanın şehadetinden sonra Amr Bin As oğulları Muhammed ve Abdullah ile ki; Abdullah Ulema-i Sahabeden idi. Muhammed ise cesur bir savaşçıydı. Onlarla istişare etti.“Alinin yanına mı varalım yoksa Muaviyenin mi?”

Oğulları: “Şeref ve fazilet soy ve nesep Aliye mahsustur. O Selverin sana ve müminlere yardımı zahir ve rûşendir.” dediler.

Amr: “Alinin bizim gibilere ihtiyacı yoktur. Tedbirde, reyde, şecaatte emsali yoktur. Biz onun yanın da istediğimizi elde edemeyiz.” dedi.

Oğlu Abdullah: “Emirel Müminin Aliye mutabaat müstelzimi vusûli cennettir.

Muaviye’ye mutabaat ise müstelzimi vüsûli nar dır. Şimdiki halde ihtiyar senindir. Cennet ve cehennemden hangisini dilersen ihtiyar eyle” dedi.

Amr Bin As oğlunun nasihatine kulak vermeyip Şama gitmeye karar verdi. Ne zamanki Şam ve Irak yollarının kesiştiği yere geldiler. Amr kölesi Verdam a: “Bu yollar nereye gider?” diye sordu.

Verdan, Irak yolunu işaret ederek: “Bu bir yoldur ki; Buradan yürüyenler Naimi Mukime erişirler.” , Şam yolunu göstererek: “Bu yolun salikleride azabı elime mustahak olurlar.” dedi.

Amr Verdanın sözlerini tasdik etmesine rağmen yinede Dünyaya olan tamahı kendisine galip geldi.

Oğlu Abdullah: “Ey Pederi Muhteremim Allah’ın gazabından kork. Eğer sen Muaviyenin yanına gidersen ben sana muvafakat etmem bilesin.”

Amr: “Babaya itaat etmek farzdır”

Abdullah: “Buyurduğun kelam haktır. Eğer pederin emri, Meliki Mennanın emrine mutabık olursa bu böyledir. Eğer baba evladını tariki isyana götürmek isterse ona muhalefet etmek vacip olur.” dedi.

Amr: “Bu Şam Seferinde sen benimle ol lakin İçinde Ali ile muharebe kastı ve niyeti olmasın.” diyerek oğlunu ikna etti. Birlikte Şama gittiler. Muaviye Amrın gelişine çok sevindi. Onu resmi merasimle karşıladı. Ayrıca kendisine beş bin dirhem, bir at, bir deve hediye etti. Oğullarına da ayrıca aynı miktarlarda hediyeler gönderdi. Abdullah kendine gelen hisseyi kabul etmeyip geri gönderdi. Birde Muaviye’ye haber gönderdiki;

“Fukarayı Ehli İslam’ın malı senin hakkın değildir ki; Onu istediğin gibi istediğin yerlerde harcayabilesin.”

*****Malik Eşterin Dahhak Bin Kays İle Muharebesi Ve Emirel Mümininin Muaviye İle Aralarında Vaki’ Olan Bazı Yazışmalar Beyan Olunur

Osmanın katlinden sonra Cezire-i Arap ahalisi ki; Birkaç şehirden ibaretti. Ahaliyi mezkûre Muaviye’ye biat edip onun haraç toplayıcıları makamına gelmişlerdi. Emirel Müminin bu manadan haberdar olunca kendi tarafından Cezireye vali tayın ettiği Malik Eşteri bir miktar asker ile onların üzerine gönderdi. Çünkü Muaviye beylerinden zahhak Bin Kays Malik Eşterin Cerireye gelişinden haberdar oldu. Rakka ahalisinden yardım istedi. Onlarda ona yardım için askeri bir birlik gönderdiler.

Malik Eşter Cezire vilayetinde Harran şehrine varınca Zahhak emrindeki leşkeriyle hisardan çıkıp Malik Eştere karşı geldi. Cenk ve kıtal sabahtan kuşluk vaktine değin sürdü. Akıbet Zahhak’ın ordusu hezimete uğrayarak kaleye çekildi. Küfeliler kaleyi muhasaraya aldılar. Çünkü Muaviye bu durumdan haberdar oldu. Abdurrahman Bin Halit Bin Velidi bir orduyla Zahhakın yardımına gönderdi. Malik Eşter bu durumu öğrenince muhasarayı kaldırıp AbdurRahman Bin Halit Bin Velidin ordusunu yolda karşıladı. İki ordu arasında çetin bir mücadele ve kıtal oldu. Akıbet Muaviye ordusu bozulup dağıldı. Malik ve ordusu kaçanların peşine düştü ve onların tamamına yakınını kılıçtan geçirdi.

Malik Eşter bu savaştan da muzaffer çıkınca Rakkaya yöneldi. O diyarın itaat etmeyen halkı Rakka hisarına sığındılar. Bu arada Muaviye Rakkaya yardım için Eymen Bin huzeymil Esrdiyi kalabalık bir orduyla Malik Eşterin üzerine gönderdi. Malik Eşterin karşısında artık kendilerinden kat kat fazla güçlü bir ordu vardı. Malik İnayeti Rabbaniye sığınarak Rakka muhasarasından el çekip üzerlerine gelen orduya karşı harekete geçti.

İki ordu arasında yaman bir cenk oldu. Akibetül emr: “İnne cündena lehümül galibun” (Saffat:173) (Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir) ayeti tecelli etti ve az olanlar çok olanları yendiler. Ehli Şam rezil ve rusvay bir halde Muaviyenin yanına vardılar. Rakka bilgesinde Malike itaat etmeyen kimse kalmadı. Malik Vilayeti Cezireyi emri altına aldıktan sonra bir nameyle durumu Emirel Müminine bildirdi.

Çün Hazreti Emirel Müminine bu defa dahi Muaviyenin muhalefeti iyice şiddetlendi. Memleketin ayan ve eşrafını toplayıp onlarla istişare eyledi: “Muaviye Şam ahalisini şüpheye düşürüp bana karşı kışkırtmıştır. Herkese benim Osmanın katili olduğumu ilan etmiştir. Bu bir iftira azimdir. Bu esnada Bizim tarafımızdan Cezireye vali tayin edilen Malik Eşterin üzerine ordular göndererek kıtali fahişe sebep olmuştur. Şimdi ise benim üzerime gelmek için asker toplamaktadır. Benim fikrim budur ki; Ona bir mektup yazıp bu emri kabihten vaz geçmesini tenbih edeyim. Bu hususta sizin reyiniz nedir?” diye sordu.

Mecliste olanlar: “Sizin tedbiriniz bizim tedbirimizdir” dediler.

Bu müşavereden sonra Emirel Müminin Muaviye’ye bir mektup gönderdi.

Mektup:

“Bismillahirrahmanirrahim. Min Abdullah Emirel Müminin Ali Bin Ebu Talib ila Muaviye Bin Ebu Süfyan. Malum ola ki muhacir ve ensar Medine’de bana biat eylediler. Bu durumda Medine’de olmayanların dahi bana biat etmeleri zaruridir. Onlar ki; Ebu Bekir’e Ömer’e Osman’a biat ettiler. Bana dahi biat ettiler. Osman’ın katilleri emri müşkül olmuştur. Hakikatte Osman’ın katilleri seni Osman’ın kanını talebe teşvik edenlerdir. Her kim ki bana biattan muhalefet eder, Hak yolundan sapmış olur. Bana muhalefetten vaz geçmeyi vacip bilesin vebana neticeyi bildiresin”

Ne zaman ki mektup tamamlandı. Haccac bin Arafeyi Ensari’yi bununla görevlendirdi. Haccac, Muaviye’nin huzuruna vardı. Konuşma esnasında Haccac: “Sen o cemaattensin ki Osman muhasarada iken sizden yardım istediği halde ona yardım etmediniz”

Muaviye bu söze hiddetlenerek; “Çekil karşımdan. Benim meclisimden çık git. Ben cevabımı seninle değil başkasıyla gönderecem “ dedi.

Haccac gayri ihtiyarı geri dönüp durumu Emirel Müminine anlattı. Muaviye birkaç günden sonra Beni Abese kabilesinden fesahatiyle meşhur birisiyle Emirel Müminine gönderdi. Namede bir şey yazılı değildi. Sadece beyaz bir kâğıt üzerine sernâmede

“ Min Muaviye ilâ Ali İbni Ebu Talip” yazılmış. Bundan başka sulha ve cenge delalet eder bir şey yok. Mecliste bulunanlar bu duruma hayret ettiler.

Emirel Müminin: “Şam halkı ne durumdadır?” dedi.

Elçi: “Elli bin miktarı piri Salih Osmanın gamı hasretinden kanlı gömleğini ortaya alıp gözyaşı dökerler. Kılıçlarını çıkarıp ahdetmişlerdir ki; Tâ Osmanın katillerini katletmedikçe ellerini kabzeden ayırmayalar ve bu hususta o kadar gayretleri vardır ki; Babaları oğullarına Osmanın kanını vasiyet ederler. Analar çocuklarına Osmanın kanını telkin ederler. Çocuklar dahi bu minval üzere neşvü nema bulurlar ve bundan evvel şeytana lanet ederlerdi. Şimdi ise Osmanın katillerine lânet ederler.”

Emirel Müminin: “Osman’ın katlini kimlerden bilirler?” diye sordu.

Elçi: “Osman’ın katliyle itham ettikleri kimselerin birisi sensin” dedi.

Emirel Müminin: “Ağzın toprakla dolsun. Onun katlinde benim ne alakam vardır?” dedi.

O sırada elçinin kabilesinden olup Aliyi sevenlerden biri; Elçiye hitap eyledi ki: “Sen değersiz birisin ki Muaviye seni gönderdi. Sen şom ağızlı bir ne bakarsın. Sen Emirel Müminini Şam cahillerinin ağlamalarıyla korkutmaya çalışırsın. Şam cahilleri ağlayacaklarına Osman onlardan yardım istediği zaman ona yardım etselerdi. Bizim zaferden yana bir endişemiz yok. Çünkü isyan çıkarıp ehli İslam’ın kanını döken sizlersiniz.”

O sırada eşraftan bazıları bu destursuz konuşmalarından dolayı istediler ki elçiyi katledeler.

Emirel Müminin: “Sakın böyle bir şey yapmayın. Bizim inancımızda elçiye hıyanet yoktur.” dedi.

Çün o elçi bu durumu müşahede eyledi. Ayağa kalkıp: “Ya Emirel Müminin; Şamlıların vahşiyane kelimelerini duyduğumdan beri benim senden büyük düşmanım yoktu. Şimdi ise seni görme saadetine eriştim. Senin hikmetli sözlerini dinledim. Merhametini ve mürüvvetini gördüm. Şimdi senden daha ileri dostum yoktur. Ve yakinen malumum oldu ki; Şam ahalisi fesat ve delalet bataklığındadırlar. Tariki istikamet üzere olanlar sizlermişsiniz. Huda Hakkı için bundan böyle sizden ayrılmam.” dedi ve Muaviyenin tariki müstakimden ayrıldığını, Onunla beraber olanların Halife-i Zamana isyan eden birer eşkıya gürûhu olduğunu da yazıp Muaviye’ye gönderdi. Muaviye mektubu okuyunca onu elçi olarak gönderdiğine pişman oldu. Muaviye bu sefer Şam’da oturan Yemenli bir zahidi elçi olarak bir mektupla Emirel Müminin’e gönderdi.

Mektup:

“Hazreti Bari Resulü Mustafa’yı Kullarına risaletle gönderdi. Ayan ve eşrafı arabı onun yardımına verdi. Onların en iyileri hulafe-i selase idiler. Sen onların hilafetlerine haset edip biatını dahi geciktirdin. Senin Osman’a olan hasedin diğerlerine olan hasedinden fazla idi. Bir cemaati dahi onun katlinde teşvik eyledin. Osman’ı senin mahallende öldürdüler. Ona yardım elini uzatmadın. Bunun şahidi ise Osmanın katilleri hala seninledir. Senden isteğim oldur ki; Osman’ın katillerini bana bana gönderesin. Aksi halde aramızda kılıçtan başka şey olmayacaktır.”

Muaviyenin elçisi mektubu Emirel Mümini ulaştırdı. Elçinin zühtü ve selahı onun Emirel Müminine bağlanmasına sebep oldu ve şöyle dedi: “Allaha yemin ederim ki; Seriri Hilafete senden layık birisi yoktur. Şuna inandım ki; Muaviyenin Osmanın kanını istemesi bahanedir. O başka emeller peşindedir. Lakin Osman’da zulmen katlolunmuştur. Onun katillerini ona verirseniz umulur ki bu kavga sona erer.”

Emirel Müminin: “Muaviye ne kişidir ki; Ben Osman’ın katline teşebbüs edenleri ona teslim edeyim. Onlarla ilgili hükmü o vere. Muaviye’ye vacip olan Muhacir ve ensar gibi gelip bana biat etmesidir. Ben dahi Evladı Osman’ı cem edip Osman’ın katliyle itham edilenleri dava edeler. Halife olan kişi dahi şeri şerif maharetiyle faslı hüküm eyleye.”

Emirel Müminin bir mektup yazıp Muaviye’ye gönderdi.

Mektup:

“Osman hakkında aşırı methiyelerde bulunmuşsun. Hak Subhanehu ve Teâlâ herkesin keyfiyeti halini en iyi bilendir. Biz Resulullahın her zor zamanlarında onunla beraber olanlarız. Amcam oğlu Ubeyde Bin Haris Bedirde. Amcam Hamza Uhud da. Biraderinin Cafer Mut’a harbinde şehadete erişti. Keşke bende onlardan biri olsaydım da senin gibilere bu mektupları yazma utancından kurtulsaydım. Benim onlara biatımdaki özrüm herkes tarafından bilinmektedir. Resulullahın bu dünyadan rihletinde hilafet meselesinde ihtilaf edildi. Ensar Muhacirinin hilafetine razı olmayıp:

“Minna emirün ve minküm emir”(Bir emir bizden bir emir sizden) dediler.

Muhacirin ise hilafete ve imarete kendilerinin daha layık olduklarını delaili vaziha ile isbat edince ihtilaftan vaz geçip muhacirinin hilafetine buyun eğdiler. Ey Muaviye benim Resulullaha olan kerabetim senin o anlattıklarından daha fazladır.

Ey Muaviye inadından ve kibrinden vaz geçip tariki hakka dön. Ben hilafet sevdalısı değilim. Ben istemediğim halde bu bana verildi. Osman’ı öldürenleri teşvik ettiğim ise büyük bir iftiradır. Osman’ın muhasarası gününde oğullarım Hasanla Hüseyin’i onu korumakla görevlendirdim. Lâkin onların bu gayretlerinin Takdiri İlahiye karşı ne faydaları olabilir ki. Ve Sen Ey Muaviye terk edip Şama gittin. Şimdi durmuş onun kanından dem vurursun. Şimdi bana biat et ve benim Şeriatı Garraya mutabık fermanım nasılmış gör”

Emirel Müminin bu mektubu Tarrah Bin Mehdi ile Muaviye’ye gönderdi ve Muaviyenin meclisinde Tarrah Bin Mehdiden acayip sözler sadir oldu. O hikâyelerin bazısı tarih kitaplarında yazılıdır.

*****Emirel Mümininin Cerir Bin Abdullah’ı Muaviye’ye Gönderdiği Beyan Olunur

Ulema Siyer den bazıları derler ki; Osmanın döneminde Arzı Cibal ve Hamedan valisi olan Cerir Bin Abdullah’ı Emirel Müminin kendisine biat etmesi için çağırdı. Yine bunun gibi Azerbaycan valisi olan Eşab Bin Kaysi de çağırdı. Her ikiside Harbi Cemelden sonra gelip biat eylediler. Derrah dahi Muaviye’den ayrılıp aralarında cari olan konuşmaları Emirel Müminine arz eyledi. Bunun üzerine Emirel Müminin eshabı Resulullahtan birini Muaviye’ye göndermeyi murad eyledi. İbni Cerirde o mecliste bulunuyordu.

“Ey Emirel Müminin o hizmete ben talibim. Zira benim Şamda itibarım çoktur. Muaviyeninde benim sözümden çıkacağını sanmıyorum” dedi.

Meclisi huzurdan Malik Eşter: “Ya Emirel Müminin Muaviye’ye Ceriri göndermemek gerek. Zira Ceriri hafif meşreptir.” dedi.

Emirel Müminin Malik Eşterin sözlerine iltifat etmeyip Ceririye bir takım nasihatlarda bulunarak onu Muaviyenin kataına gönderdi. Ceriri Şama varınca Muaviye onu büyük bir ihtiramla karşıladı ve onu şamın saraylarından birine yerleştirdi. Ceriri dinlendikten sonra Emirel Mümininin talimatını Muaviye’ye iletti. Muaviye kendi ileri gelenlerini cem edip onlarla istişare eyledi. O mecliste Muaviyenin kardeşi Utbe de vardı. Dedi ki: “Benim görüşüm, bu hususta Amr Bin As tan yardım istemelisin.”

Muaviye bu görüşü benimseyip Amr Bin As a mektup yazıp gönderdi. Mektubunda ona ihtiyacı olduğunu bir an önce şama gelmesini istiyordu. Mektubunda ayrıca Emirel Mümininden gelen mektuptan da bahsetmişti.

Amr Bin As Muaviyenin kendisine muhtaç olduğunu anlayınca oğullarıyla beraber Filistin’den çıkıp Şama Muaviyenin yanına geldiler.

Amr Bin As Muaviye’yle baş başa kalınca, Muaviye: “Bu günlerde hoşlanmadığımız şeyler oldu. Birisi Muhammed Bin Huzeyfe zindandan kaçtı. Biriside bir rum ordusu üzerimize geliyor. Birisi dahi Ali Bin Ebu Talip Ceriri yi gönderip: “Eğer bana biat etmezseniz cenge hazır olun demiş”

Amr Bin As: “Huzeyfe oğlunun firar etmesinin bir ehemmiyeti yok. Rum ordusundanda fazla endişelenme. Rum esirleri serbest bırakarak bu tehlikeyi kolayca savabilirsin. Sen asıl tehlikeyi düşün oda Alidir. Ehli İslam Onu heseb ve nesep olarak senden üstün tutarlar ve Alide sihriyyeti ve kerabeti Nebi vardır.”

Muaviye: “Benim bu hususta birlik ol. Ali yi ortadan kaldıralım ve mülki cihanı ele geçirelim.”

Amr Bin As: “Dini dünyaya satmak akıl karı değildir. Seninle yar olup Aliyle cenk etmenin akıbeti vahim olur. Eğer seninle anlaşırsam. Sen dahi benim isteklerimi yerine getirmelisin.”

Muaviye: “Onlar için endişen olmasın. Sen ne istiyorsun onu söyle” dedi.

Amr Bin As: “Eğer galip gelirsek Mısır vilayetini benim tasarrufuma bırakmanı istiyorum” dedi.

Muaviye Amr ın bu isteğini kabul eyledi ve bir ahit name yazıp eline verdi. Ve böylece aralarında sağlam bir ittifak kurulmuş oldu.

Muaviye: “Şimdiki halde elçiye ne cevap verelim?” dedi.

Amr Bin as: “Bırakalım cevabı Şam halkı versin. Şam ahalisi karar ve ittifak edip Osmanın katlinde Alinin parmağı vardır. Desinler. Ve bütün bunları Şamdaki kabilelerin reisi olan Şercilede söylesinler ve onu ikna etsinler Sende onu meclisine davet edip kararına onuda ortak eyleyesin” dedi.

Eşrafı Şamdan niceleri Şercebeli yi kandırıp Alinin de bu işte parmağı olduğuna inandırdılar. Şercil gazap ve hiddetle kalkıp Muaviyenin katına vardı.

“Duydum ki Alininde bu işte parmağı varmış. Ey Muaviye eğer ona biat edersen seni Şamdan çıkarırım.”

Muaviye: “Benim sizden başka kimim var ki size muhalefet edeyim.” dedi.

Ayrıca Muaviye Şercıl den Şam ve civardaki belde ahalilerinin kendisine biat etmeleri için yardım istedi: “Cümle beldeleri dolaşıp halkı bana biat etmeye davet edesin” dedi

Şercil Muaviyenin dediklerine kanarak halkı Muaviye’ye biat etmeye teşvik etti ve Emirel Mümininin elçisini eli boş ve bi ümit geri gönderdiler:“Küfeye git. Aliye Şamlıların biatından ümidini kesmesini söyle.” dediler.

Cerir Bin Abdullah Küfeye varıp durumdan Emirel Müminini haberdar eyledi.

Malik Eşter: “Ey Emirel Müminin Huda hakkı için Ceririn yerine beni gönderseydin. Bu hadiseyi kökten hallederdim. O Ebu Sufyan oğlunun hakikat halini bütün Şama ilan ederdim ve onu derece-i itibardan düşürürdüm.” dedi.

Malik Eşterin azar ve ithamlarına tahammül edemeyen Ceriri izin almadan bir gece kendi eşrafından bir cemaatle Küfeden ayrılıp Afrika tarafına gitti.

*****Abdullah Bin Ömer’in Şama Gidip Muaviyenin Emriyle Minbere Çıkıp Muaviye Tarafından Eshabı Kiramdan Üç Kişiye Davet Mektupları Gönderdiği

Daha önce zikrolunduğu üzere Hz. Ömer şehit edildiği zaman Oğlu Abdullah babasının katlinde Ebu Lü’lüün ortağı olduğu zannıyla Hürmüzanı katleyledi. Osman hilafeti zamanında Hürmüzanın diyetini beytül maldan vermişti. Hürmüzan Beni haşimin zııli himayesinde idi. Osman öldürülüp Hilafet İmam Aliye geçince Abdullah Bin Ömer kısas olunurum endişesiyle Medine’den Şama gitti. Muaviye onun gelişiyle mesut ve bahtiyar olmuştu. Onunla yalnız kaldıkları bir sırada ondan kendisine yardım etmesini. Özel ve umumi toplantılarında İmam Aliyi ayıplamasını Osmanı öldürülmesinde onu suçlamasını rica etti.

Abdullah Bin Ömer: “Benim onu ayıplamam mümkün değil. Lâkin senin hatırın için onu Osmanın katliyle itham edebilirim “ dedi.

Ne zaman ki ahali mescitte toplandı. İbni Ömer Muaviye’ye verdiği söze binaen minbere çıktı. Halka nasihatler eyledi. Lakin Emirel Müminin aleyhinde bir şey söylemeden minberden indi.

Muaviye: “Ey Abdullah konuşmaktan alıkoyan neydi? Neden sözünde durmadın?” dedi.

Abdullah: “Ey Muaviye Hazreti Huda’dan korktum. Resulullahtan haya ettim.

Eğer Alide olmayan şeyleri ona isnat edeydim. Sen ve ben ikimiz dünyada yalancı. Ahirette ise azaba mustahak olurduk.” dedi.

Bu sözler Muaviyenin pek hoşuna gitmedi. Ama yinede onu yanından ayırmadı. Ta Harbi Sıffında öldürülünceye kadar Muaviyenin yanında kaldı.

Yine bu hengâmede Muaviye Medine halkın a mektup yazıp onların kendisine biat etmeleri hususunda Amr Bin As la meşveret eyledi. Amr bu fikri benimsemeyip şöyle dedi: “Medine Ahalisi üçe bölünmüştür. Birinci fırka Ali nin hizmetinde olanlardır. Senin mektubunla onlar Aliden ayrılmazlar. Hatta sana olan düşmanlıkları dahada artar. İkinci fırka; Osmanın dostlarıdır. Lakin onlar aciz ve bi saman olanlardır. Onların muhabbet ve adavetlerine itibar olunmaz. Üçüncü fırka; Tarafsız kalıp inzivaya çekilmişlerdir. Onları harekete geçirmekte mümkün görünmemektedir. Yinede mektup yazmakta kararlıysan. Bir mektup yaz ki faydası olmasada bari zararı olmasın.”

Amrın işaretiyle Muaviye Medine’ye bir mektup yazıp gönderdi:

Mektup:

“Eyyami Fitnede halkın Osman üzerine hücumları hengâmında ben Medine’de değildim. Bu nedenle işin iç yüzünü bilememekteyim. Ama sizle zahir ve rûşendir ki; Ali Bin Ebu Talip ehli nifakla ittifak edip Kasrı Hilafetin yıkılmasına sebep olmuştur. Bu gün bile Osmanın katilleri Alinin has adamları olmuşlardır. Ben Osmanın velisiyim. Gayem oldur ki; Osmanın kanı yerde kalmasın. Ali onları bana göndersin. Ben onları kısas eyledikten sonra emri hilafeti meşverete havale eyleyem. Nitekim Ömer’de öyle yapmış idi. Eğer Ali onları bana göndermez ise onunla savaşırım.”

Mektup Medine’ye gelince Medineliler bu mektubu yazanın Amr Bin Asın olduğunu anladılar ve bir cevabi name yazıp gönderdiler.

Cevabı Mektup:

“Muaviye ve Amr Bin As hatayı azime düşmüşlerdir. Zira olmayacak yerden yardım isterler. Ey Muaviye; Sen TALİK sin ve talik; Azad olmuş köleye derler. Zira Hazreti Risalet Penâh Mekke’nin fethi gününde Mekke müşriklerinin kabahat ve cürümlerinden geçip onlara: “Ve entumul t tulekâ” (Sizler hürsünüz) dedi.

Ey Muaviye sende onlardansın. Ey Amr sana gelince; Sen din ve millette zayi olanlardansın. Bundan böyle bizi rahatsız etmeyesin.”

Bu mektup Muaviyenin eline geçince Medine’ye mektup gönderdiğine pişman oldu.

Muaviyenin meclisinde Eshabı Resulullahtan dört kişi vardı.

Bunlar:

1)Ebu Hureyre-i Dûsî

2)Ebu Derda

3)Ebu Nake-i Bahlî

4)Numan Bin Beşir Ensârî

Bu dördünden başka kimse yoktu. Bu nedenle Muaviye Amrın sözüne iltifat etmeyip Ömer Bin Hattabın diğer oğlu olan Abdullah’a, Said Bin Ebu Vakkasa, Muhammed Bin Meslemeyi Ensariye mektuplar yazıp gönderdi. Onlardan kendisine katılmalarını istedi.

Abdullah Bin Ömer’in Muaviye’ye cevabı:

“Ey Muaviye ne acepdir ki; Beni muhacir ve ensarın kitaline davet edersin. Şu artık bilinmektedir ki; Senin asıl maksadın makam ve mevkiden ayrı bir şey değildir. Eğer benim hanemde münzevi olduğumdan Ol Hazrete muhalefet üzere olduğum zannına kapılırsan hata edersin. Maazallah ki; Ben Ol Hazrete muhalefet üzere bulunam. Ey Muaviye benim zahirim Aliden ayrı görünsede batınım onunla birliktedir. Onun Hazreti Risalet Penaha kurbiyyeti herkesten ziyadedir. Cenk meydanlarında onun kademi cümleden ileridir. O biraderi Resulullah tır ve Zevci Betüldür. Ona karşı olan dünya ve ahiret saadetini kaybeder. Ey Muaviye ben sana niçin biat edeyim ki nesep bakımından ben senden efzalim. Benim babam senin babandan annem senin annenden daha şereflidir. Keşki bir mevzide olsaydımda rüzgârın cefa ve bi vefalığını görmeseydim.”

Derler ki;

Abdullah Bin Ömer ahir ömründe: “Üç şeyin hasretini çekerim.

Birincisi: Ali Bin Ebu Talibe biat etmedim.

İkincisi: Ol Hazretin muhalifleriyle savaşmadım.

Üçüncüsü: Bir gün hava çok sıcaktı. Orucumu tutmadım” dediği bazı nüshalarda yazılıdır.

Kitabı Mustafa da yazılıdır. Ebu zeril Gaffari Resulü Huda’dan rivayet etmiştir ki: “Men katele Aliyyen alel hilafeti fektuluhu” (Hilafet için kim Aliyle savaşırsa onu öldürün)

Said Bin Ebu Vakkasın Muaviye’ye cevabı mektubu:

“Senin mektubunu okudum. Demişsin ki Osman mazlumen öldürüldü. Ey Muaviye bilmiş ol ki Hazreti Rabbül Alemin Ahkemül Hakimindir. İyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıranların en hayırlısıdır. Huda hakkı için ben ne Aliyle savaşırım nede bu hususta sana yardım ederim. Ben ehli İslam arasında çıkan bu fitnenin dehşetinden yalnızlığı seçtim. Bu senin iddia ettiğin davanın benzeri Aişenin davasıdır. Aişenin başına gelenler seninde gelse gerektir. Talha ve Zübeyr eğer sözlerinden dönmemiş olsalardı kemallerinden bir şey kaybetmezlerdi. Ve ol hata ki Aişeden sadır oldu. Hak Teâlâ onu affeyleye.”

Muhammed Bin Meslemenin mektubu:

“Ey Muaviye senin davan saltanat davasıdır. Osmanın katillerinden intikam almak davası değildir. Ey Muaviye eyyamı fitnede Osmanın katillerini def etmede ihmalim olduğunu söylemişsin. O gün o fitnenin definde benim elimden gelen bir şey yoktu. Cemii Yaranı Mustafa inzivada benim şerikim oldular. Onlar dahi bu işin definde aciz kaldılar. Halbu ki; Hazreti Peygamber bu fitnenin zuhurunu bana ve diğer yarana haber vermişti. Hem sen bizden ziyade kendini ayıplamalısın. Osman muhasarada iken Şama mektuplar yazıp senden yardım istemişti. Sen ise geri durmayı tercih ettin. Makam ve saltanat hevesine kapıldın. Osmanın sana olan ihsanlarını görmezden geldin. Osman gitmeli hilafet sana kalmalı hayaline kapıldın. Osmanın kanı senin için bir bahanedir. Senin maksadının ne olduğunu biz biliyoruz.”

Ne zaman ki; Sahabenin mektupları Muaviye’ye ulaştı. Onlardan kendisine bir faydanın olmayacağını anladı ve harp hazırlığına başladı. Halkı mescitte toplayıp onlara hutbe okudu ve: “Ve men kutile mazlumen fekad cealna li veliyyihi sultanen…” (Kim zulmen öldürülürse biz onun velisine yetki verdik) ayeti celilesini okuyarak.

“Osman’ın velisi benim. Osman Ömer’e tabi olup Vilayeti Şam’ı bana erzan kıldı ve kendi hilafeti eyyamındada beni azletmedi. Sizlerden her kim ki benimledir. Doğru yoldadır. Ehli ol cemaattir ki; Osmanı katlettiler. Şimdiki halde düşmanım olan Ali Seriri Hilafete oturup Osman’ın katillerini korurlar. Irak askeri sizlerden daha cesur değillerdir. Sizlerin sabrı ve sebatı onlardan ziyadedir.” dedi.

Bu arada cemaatin arasından Zül Külai Hamiri ayağa kalkarak:

“Ey Muaviye sözün doğrusunu benden işit. Osman Şam Vilayetini ve imaretini sana verip seni aziz ve mükerrem kılmıştır. Osman dara düşüp senden yardım istemiş idi. Lakin sen bu işi ağırdan aldın. Bunun sebebi halkı âlem sana muhtaç olsunlar istiyordun. İstiyordun ki; Müşkülatlarının definde senin kapını çalsınlar. Şu anda maksuduna nail oldun. Osman’ın kanını talep zamanı gelmiştir. Geciktirmek doğru değildir.”

Zül kula sözlerinini bitirince Hamire kabilesinden biri dahi ayağa kalkıp:

“Ey Ehli Şam sizin içinizde hiçbir kimse yok ki; Rızayı Haliki rızayı mahlûka tercih eyleye ve halisen Li Vechillah bu hususta sözü doğru söyleye. Ali Bin Ebu Talibin Hazreti Risalet Penahiye akrebiyeti cümleden ziyadedir. Sireti, meveddeti, şerefi, menakıbı malumu alemdir. İmamete liyakati herkesten fazladır. Eğer bu tarafa gelirse vay sizin halinize.”

Çün Muaviye bu sözleri işitti. Gazaba gelip o şahsın boynuna ip taktırdı. Asılmasına karar verdi. Bir cemaat araya girip onu bu kararından vaz geçirdiler ve o kişi fırsat bulup Küfeye kaçtı. Keyfiyeti hali Emirel Mümininin meclisinde anlattı.

Muaviye Şam meclislerinde kendisinin hilafete daha liyakatli olduğunu anlattı. Vahiy kâtibi olduğunu, kız kardeşinin Resulullahın eşi olduğunu dolayısıyla Aliyle aralarında fark olmadığını anlattıktan sonra. Bir mektup yazıp Küfeye gönderdi.

Mektubu Muaviye:

“Ey Ali eğer senin istikametin önceki halifelerin istikameti gibi olsaydı sana itaat ederdim. Bir hata ki Osman hususunda senden sudur etti beni sana biat etmekten alıkoydu. Bundan önce Ensar ve muhacirin umuri hilafette Cenab-i Hakkı tutarlardı. Şimdiki halde tariki Haktan inhiraf ettikleri görülmektedir. Şimdiki halde hilafet erbabı Şama intikal etmiştir. tenfizi ahkâmı din onlara mutaallik olmuştur. Talha ve Zübeyr’i ilzam ettiğin şeyle beni ilzam edemezsin. Onlar sana biat etmişlerdi. Ben sana biat etmedim. Senin Resulullaha olan yakınlığını ehli ilim ve faziletten bir kimse yoktur ki; inkâr eyleye. Vesselam.”

Mektubu Emirel Müminin:

Malum ola ki; Benim katıma bir şahsın mektubu geldi ki; O şahıs delalet çölünde vakit geçirmekte dir. Şehvet denizine dalmıştır. O şahıs havayı nefsinin davetine lebbeyk diyerek icabet etmiştir. Bu eşkıya tavırlarınla yazmışsın ki: “Osman hususunda senden sadır olan hata beni sana biattan alıkoydu.”

Kavgayı Osman’da benim ne emelim vardı, ne nakem nede cemelim vardı. Ehli İslam katında zahir ve nu meyandır ki; Ehli Bedr, muhacir ve ensar bir şahsa biat ederlerse cümle kullara o şahsa biat etmek vacip olur. Hiç kimse bu hükümden müstesna değildir. İyi bilesin”

Bu mektuptan sonra aralarında başka mektuplarda geldi gitti. Biz burada bu kadarıyla yetindik.

*****Muaviyenin Şahı Merdan Ve Şiri Yezdan a Gönderdiği Mektubun Cevabı Beyan Olunur

Mektubu Muaviye:

“Delalet merkebine suvar olmuşsun. Meydanı muharebeden kaçarsın. Tehditlerinde gururlu Arslan gibisin. Eğer bu bahaneleri bir kenara koyup ordunla benim karşıma çıkarsan nice mızraklılar görürsün ki; Ayın yüzünden çil kaparlar. Yani eğer sana İnayeti Rabbani erişmeyip bu minval üzere karanlıklar içinde kalır isen ve böylecede meydanı muharebeye gelir isen öyle savaşçılar muşahede edersin ki; Sonunu görür ve anlarsın. Halkı Cihan senin tekebbüründen halas olurlar.”

Mektubu Emirel Müminin:

Emirel Mümininden Muaviye Bin Sahre; Ben senin endazei fehmini ve idrakini bilir, sui efalini bilenlerdenim. “El umurü merhunun bi evkatıha” (Her işin bir vakti ve zamanı var)

Benim seninle muharebeminde bir vakti ve zamanı var. O vakti beklemekteyim. Vakit geldiğinde ve benim kılıcım kınından sıyrıldığında sen yükü ağır deve gibi bağıracaksın. Ey ciğer yiyen kadının oğlu. Cengi sıffında sesin bana kadar gelecek.

“Bu mızraklar, bu eğri kılıçlar, bu uçan okların sonu yokmu?” dediğinde. Feryadın gözyaşına karıştığında. Korkunun eteklerine sarılıp bir o yana bir bu yana gelip gittiğinde bu sözlerimi hatırlayacaksın. Bu Rabbimin bir hükmüdür ki nazil olsa gerektir. Bu bir Kazai İlahidir ki sadir olsa gerektir.

“Vesselamu ala men ittebeal Huda” (Selam Huda’ya tabi olanların üzerinedir) Çünkü bu mektup Muaviye’ye vasıl oldu.

Amr Bin As: “Ey Muaviye bundan sonra bu mektup işi tamam oldu. Ey Muaviye eğer bütün kâtipler ve münşiler bir araya gelseler fesahatte belağatta ona ulaşamazlar. Ey Muaviye eğer muharebeye meylin var ise o işe koyul. Yok eğer Aliden korkuyor isen ona biat eyle.”

Muaviye Amr Bin Asın bu ikazı üzerine savaş hazırlığına başladı.

*****Emirel Müminin Muaviye Tarafına Teveccüh Buyurup Ol Esnada Nazıl Olan Havadisi Âsûmâniden Bir Şemme

Çünkü Halife-i Zaman Amr Bin As ve Muaviyenin husumet ve nizalarının kılıç ve mızraksız mümkün olmayacağını anladı. Emrindeki memleketlere ulaklar gönderip ferman buyurdu ki; “Erbabı şecaat ve celadet tez zamanda Asitane-i Hilafet ve Südde-i İmamete toplansın”

Az zamanda Küfede o kadar asker toplandı ki; Ezmine-i sabikede, kuruni maziyede benzeri görülmüş değildi. Emirel Müminin Cuma günü minbere çıkıp bir hutbe okudu. Çünkü hutbe-i ğarradan fariğ oldu. Mescitte toplanan cemaate hitap ederek:

“Ey insanlar; Himmetinizi eshabı isyanın sindirilmesine bezl ediniz. Bir toplulukla savaşınız ki; Muhacir ve ensarın katilleridir. Onlar öyle bir taifedir ki; Kalpleri zeharifi dünya ile suret bulmuştur. Nuri yekini bir an bile muşahede etmemişlerdir.”

Bu esnada Fezzâre kabilesinden Erbed isminde biri Emirel Müminine: “Ya Ali senin maksadın bizim dinde kardaşlarımız olan Ehli Şam la mukatele etmektir. Nitekim Basra’da Aişe ile mukatele etmiştin. Huda hakkı için. Biz bu işe karışmayız.” dedi.

O sırada Malik Eşter: “Tutunuz şu şahsı ki; Herne ne tekellüm etti ise çirkindir.” dedi.

O şahıs meclisten çıkıp kaçmaya çalıştıysa da bir cemaat tarafından yakalanıp infaz edildi. Öldürenin kim olduğu bilinmeyince Emirel Müminin onun diyetini beytül maldan yakınlarına ödenmesine hüküm eyledi.

Malik Eşter: “Ey Emirel Müminin; Sakın üzülme. Biz senin rikabı devletine talibiz. Bir lahza olsun senin fenandan sonra kendi bekamızı istemeyiz. Hemen bir an evvel ehli isyanın defterini dürmek gerek.” dedi.

Ayanı devletten dahi bir cemaat Malik Eşteri tasdik ettiler. Bunların arasında Ammar Bin Yaser, Sahr Bin Hanif, Kays Bin Said ve Vadi Bin Hatemi Tai de vardı. Bunların esamisi kütübü siyerde yazılıdır. Malikin kelamını tasdik edip muharebenin artık kaçınılmaz olduğunu belirtiler. Bütün kabileler orada toplanmışlardı. Hazreti Emirin işaretini beklemekteydiler.

Lâkin orada Abdullah Bin Mesudun ashabından bir topluluk vardı ki; Onlar:

”Kariânı Kelâmı Melikil Mennân ve Ruvvâtı Hadisi Resulullah “ idiler.

Süddei Şehadete arzettiler ki; “Ey Emirel Müminin senden niyazımız budur ki; Bizi İslam’ın sınırlarından birinin muhafazasına tayin edesin. Küffar ile muharebeye ruhsat veresin. Bu lütfunu bizden esirgemeyesin”

Emirel Müminin onların bu isteklerini hoş karşılayıp Rabia Bin Haşimiyi onlara serdar tayin edip Kazvin eyaletine gönderdi.

Ulemâi Ahbar kitaplarında yazmışlardır ki; Ne zamanki Emirel Müminin bil istişare Muaviyenin üzerine gitmeye karar verdi. Asakiri Mansûre ferman mucibince Nahile denilen mahalde toplandı. Malik Eşter umûri askere tertip verip, birliklerin yerlerini belirledi. Hazreti Halife; Ebu Mesudi Ensâriyi yerine vekil bırakıp Eshabı Resulullah ile birlikte ordugâha teşrif buyurdular. O sırada Abdullah Bin Abbas Basra leşkeriyle birlikte gelip Ol Hazrete katıldılar. Bir rivayete göre halifenin ordusu altmış bin neferdi.

Derler ki;

Ehli Bedirden seksen sahabe ve Hüdeybiye seferinde Resulullahla birlikte olan sekiz yüz sahabe bu seferde Emirel Mümininle birlikteydiler. Hatta içlerinde biri vardı ki; onu tanımayan yok gibiydi. Uveysil Karani hazretleri. Emirel Müminine yakın olmayı kendisine vazife edinmişti. Hazreti Emir Üveysinin nasihatlarını dinler, Üveys ise O ilim şehrinin kapısını aralamaya çalışırdı. Tâ Sıffın harbinde şehit düşene kadar Emirel Mümininin etrafında pervane gibi döndü durdu. Rahmetullahı Aleyh ve ala cemii şüheda.

Emirel Mümininin emri ile ordu sabah erkenden Nahileden hareket ederek öğleye doğru bir yere geldiler ki orada bir mescid bulunmaktaydı. Salatı zuhri orada kasr ile eda ettiler. Oradan da hareketle tâ Dübrü Ebu Musa denen yere vardılar. Orada da salatı asrı eda ettiler. Oradanda sefer edip Fırat suyunun kenarına vardılar. Oradan da sefer edip Darul Mülkki Kisrayi Nuşi Revâne geldiler. Oradanda seferle Cezire hududuna eriştiler. Orada bir rahibin manastırı vardı. Emirel Müminin rahibe seslendi. Rahip sesi duyunca manastırın çatısına çıktı.

Emirel Müminin: “Suyun varmı?” dedi.

Rahip: “yirmi kişiye yetecek kadar vardır” dedi.

Emirel Müminin: “Ey Rahip bu manastıra yakın bir yerde bir çeşme vardır ki; Enbiyadan altı tanesi oradan su içtiler.”

Rahip: “O çeşme şimdi kaybolmuştur. Yeri belli değildir” dedi.

Bu arada rahip manastırın damından aşağı inip Emirel Mümininin yanına geldi ve arz etti ki: “Benim pederim kendi pederinden rivayet eyledi ki; Bu mahalde bir çeşme gizli ki onu bir peygamber vasisinden başka hiç kimse açamaz.”

Emirel Müminin:“İnşa Allah onu ben açacağım” buyurdular.

Rahip: “Sen kimsin?” dedi.

Emirel Müminin: “Ali Bin Ebu Talibem” dedi.

Rahip: “Bana pederimden bir kitap erişti. O kitapta Peygamberin vasıfları ve bu çeşmeyi ortaya çıkaracak kişinin namı yazılıdır. Eğer o kişi sen isen ben dini İslam’ı kabul ederim.”

Şahı Merdan o manastırın doğusunda yirmi arşın uzunluğunda ve yirmi arşın genişliğinde bir daire çizdi. Emir buyurdu o dairenin içini kazdılar. Bir miktar kazınca bir kayaya rast geldiler. Fakat o kayayı oynatmaya kimse güç yetiremedi. Emirel Müminin; Herkesin geri çekilmesini emredip taşın olduğu yere indi.

“Lahavle ve la kuvvete İlla Billahil Aliyyil Azim” diyerek o kayayı yerinden oynatıp yana yuvarladı. Altından o mübarek çeşme zahir oldu. Tekrar rahibe dönerek:

“Ey rahip biz vahyi semavinin varisleriyiz.” dedi.

Rahip o hali müşahededen sonra o kitabı getirip Emirel Müminine gösterdi. Kitap Süryaniceydi. İçinde şunlar yazılıydı. ”Şemun Mesh Aleyhis Selamdan rivayet eder ki;

“Benden sonra Hak Subhanehu bir peygamber gönderecek. Bu Nebilerin sonuncusudur. O bu cihandan ayrıldıktan sonra ona tabi olanlar ihtilafa düşecekler. Onun ümmetinden biri ehli meşrıkle mağrip arasına yönelip deniz kenarından geçecek. Yine o kişi süre ve mana yönünden Resulullaha diğerlerinden daha yakın olacaktır. Adaleti ve insafı elden bırakmayacaktır. Her kim ki; onun zamanına kavuşa ona itaat ede.”

Çünkü Emirel Müminin bu kitabı okudu. Rabbül Erbaba hamd ve sena eyledi. O rahip ise Müslüman oldu ve Harbi Sıffında şehit oldu.

Emirel Müminin Medayin den ayrılacağı vakitte Muhtar Bin Ebu Ubeyde-i Sakafinin Amcası Said Bin Mesudi Medayine halife bıraktı ve Muakkal Bin Kaysi üç bin süvariyle Musul yoluna gönderdi. Rakka diyarında gelip asakiri mansureye katılmasını tembih eyledi ve kendisi de ayrıca Ordusuyla birlikte Rakkaya doğru hareket etti. O diyarın halkı Osman ve Muaviye dostlarından olup Osmanın kanını talep edenlerden idiler. Ne zamanki; Fırat nehrine köprü koymaya memur oldular. İtaat etmediler. Emirel Mümininde Fırat’ı başka bir mahalden geçti.

Malik Eşter o diyarın halkını tehdit etti. “Eğer Emirel Müminine itaat etmezseniz. Sizi kılıçtan geçiririz” dedi.

Rakka ahalisi bu tehditten korkarak fıratın üzerine bir köprü kurdular. Malik Eşter askeriyle o köprüden geçip gittiler.

Derler ki;

Emirel Mümininin Fırat nehrinden geçtiği haberi Muaviye’ye ulaştı. Kendi askerlerine hitap edip: “Ali ibni Ebu Talip ordusuyla bu tarafa gelmekteler. Eğer onlar ile mukateleye meyliniz ve rağbetiniz varsa sabitkadem olasınız ki; Zafer bulasınız.” dedi.

Bu sırada haber geldiki; Emirel müminin Rakka Şehrinde Fırat nehrinin kenarında demir atmış. Bu haber üzerine Muaviye Ebul Averi bir miktar askerle ol tarafa gönderdi. Bu tarafta Emirel Müminin Averin gelişinden haberdar olup Zeyyad Bin Nasri ve Şerih Bin Haniyi bir bölük asker ile Avere karşı gönderdi. Averin askerinin çokluğu müdahale etmelerine engel oldu. Emirel Mümininden takviye kuvvet istediler.

Emirel Müminin şecaatiyle düşmanların korkulu rüyası haline gelen Malik Eşteri bu işle görevlendirdi: “Ey Malik tez onların imdadına yetiş. Ama emri muharebede muharebeyi başlatan sen olmayasın. Gerekli nasihatlarını yapıp uyarasın. Kabul ederlerse ne ala. Etmezlerse Barigahi Ahadiyyetten yardım isteyesin. Hak Teâlâ’ya tevekkül kılıp işe öyle koyulasın”

Malik Eşter üç bin seçkin askerle yola koyuldu. Emirel Müminin Haşım Bin Utbeyi de bir miktar askerle Malikin ardından gönderdi. Çünkü Malik Zeyyad ve Haniye mülaki oldu. Ebul Avere gizlice bir mektup gönderip onu Emirel Müminine biata davet eyledi. Hamili mektup zühd ve tekvasıyla bilinen Ebu Necdil Endiraniydi. Ebun Necd dedi ki: “Ne zaman ki; Ebul Averin çadırına eriştim. İki nefer sarhoş gördüm onun çadırından çıktılar. Çadırının önüne bir halı serilmişti. Ben atımı halının üzerine sürdüm. Oradaki cemaat bana: “Ey edepsiz atından aşağı in ve bu halıyı da atınla kirletme” dediler.

Bende onlara: “Fasıklar topluluğuna tevazu vebaldır” dedim.

Çünkü Averin meclisine dahil oldum. Selam vermeyip:

“Ey Ebul Aver sen ve senin nedimlerin kafalarımı çekersiniz?

Zira ben senin meclisinden mesti harap dışarı çıkanları gördüm.”

Aver: “Sen elçisin elçilik vazifeni gör” diyerek beni savuşturdu. Nameyi eline verdim ve nasihatte bulundum ama kar etmedi. Cevabını da birkaç satır yazarak bana verdi. Cevabı mektubu Malike yetiştirdim. Malik mektubu Emirel Müminine verilmek üzere saklamasını tenbih eyledi. Ondan sonra Malik Eşter Zeyyad Bin Nasri sağ kanada. Şerih Bin Haniyi sol kanada tayin eyledi ve savaş davullarının çalınmasını emreyledi. Aver dahi savaş kararı verip yanında bulunan, meydanı şecaatte şöhret bulmuş Abdullah Bin Münziri Rumi’yi meydana gönderdi. Gönderirken de şunları söyledi: “Muaviye katında Malikin katlinden mühim bir iş yoktur. Göreyim seni” dedi.

Abdullah: “Ben Malik gibilerin cengine varmağa ar ederim. Onun gibi bin tane olsa yinede benimle baş edemezler.”

Zeyyad Bin Nasr diledi ki Abdullah’a karşı çıka. Malik onu men edip kendisi karşı çıktı.

“Adın nedir?” dedi.

Abdullah: “Şimdi benim kılıcım sana kim olduğumu söyler” dedi.

Malik: “Galiba sen Şamın alçaklarındansın. Geri dön ki; benim dengim değilsin” dedi.

Abdullah kendi namını ve şanını beyan eyledi.

Malik: “Ne yazık ki meydanı delalette at koşturmaktasın. İmamul Müminine karşı isyandasın.”

Abdullah: “Muaviye vahiy kâtibi idi.”

Malik: “Doğru söyledin. Lâkin bir gün onu çağırdığında yemek yediğini söyleyip gecikebileceğini belirtti. Bunun üzerine Resulullah: “Allhumme lâ teşbe’ badnehu” (Allah’ım onun karnını doyurma) diye niyazda bulundular. Ondan sonra Muaviye hiçbir zaman karnının doymadığını itiraf ederdi. Bu hadisten sonra Malik Emirel Mümininin menakıbını anlattı.

Abdullah: “Ey Malik senin anlattıkların hak ve vakıa mutabıktır. Amma benim Şamda iki yüz bin dirhemim ehlim ve çocuklarım var. Bundan sonra ne sizin için nede Muaviye için cenk ederim” deyip geri çekildi. Ebul Aver bu durumu müşahede eyleyince adamlarından birini ona karşı gönderdi. Abdullah o kişinin kelimatından gururuna yediremeyip geri döndü. Bir miktar savaştıktan sonra yorulup dinlendiler. Tekrar muharebeye başladılar Malik ansızın bir mızrak darbesiyle Abdullah’ı ölüm bataklığına sürükledi. Bu sefer Abdullah’ın kardeşi çıktı Malikin karşısına. Oda aynı akıbete ducar oldu. Üçüncü kişi olarak Matraf adlı kişi çıktı karşısına.

Malik: “Ey matraf benimle senin aranda Bir hukuk vardı. Neden o hakkı ihlal edip çıktın karşıma?” dedi.

Matraf. “Doğru dersin sofra hakkıda cümlesi vacibattandır” deyip geri döndüğü bir sırada Malik onu bir kılıç darbesiyle öldürdü. Malikten bunun sebebini sorduklarında:

Matraf Harbi Cemel gününde meydana girip rakip istedi. Kız kardeşimin oğlu Kasım meydana girmişti.

Matraf Ona: “ Babanla aramızda dostluk var. Seninle cenk etmem” dediğinde. Kasım geri döner dönmez o namert kılıcıyla kafasına vurup katletmişti. Şimdide ben ona aynı muameleyi yaptım.” dedi.

Matrafın katlinden sonra kardeşi Hamza intikam için meydana çıktı. Bir lahza cenk ettikten sonra Malik onunda ruhunu bedeninden ayırdı. Hamza’nın katlinden sonra Ebul A’ver Malike haber gönderdi ki: “Benim leşkerimde nice bin bahadır vardır. Birer birer cenk ettikleri takdirde iş uzar gider. Münasip olan bütün leşkerin cenge katılmasıdır.”

Bunun üzerine iki ordu cenk ve kitale başladı. Malik cenk esnasında askerlerinden Sinan isminde birine: “Ebul averin yanına git. Ona meydan okuduğumu haber ver.” dedi.

Asker emir gereği Malikin mesajını Avere ulaştırdı.

Aver: “Osman onun gayretiyle öldürüldü. Osmanın katili benim dengim olamaz” dedi.

Asker dönüp durumu Malike haber verdi. Malik tebessüm edip: “Can korkusu onu böyle dedirtti” dedi ve leşkerine hücum emri verdi. O gün akşama kadar sak-i ecel peymanesini doldurup boşalttı. Gecenin karanlığıyla beraber Averin ordusu dağıldı.

Aver Muaviye’nin katına varıp: “Ordu yok olmadan geri çekilmeyi münasip gördüm” dedi.

Muaviye bundan sonra aceleyle göç edip yola koyuldu. Sufyan Bin Amr Ebul Avere: “Yanına üç bin asker al. Ordu için münasip bir yer araştır” dedi.

Onlar dahi varıp Sahrayı Sıffını ihtiyar ettiler. Orada Romalılar zamanından kalma yüksek binalar ve imaretler vardı. Yine orada fırata giden tek bir yol vardı. Muaviye askeri o yolu kontrol altına alıp Emirel Müminin ordusunun suyla irtibatını kesmişlerdi.

*****Malik Eşterin İkinci Defa Ebul Aver İle Cengi

Muaviye Emirel Mümininin gelişini haber aldı. Ebul Averi on bin askerle Sıffına gönderdi. Sıffında Fırat nehrine giden yolu kapamalarını söyledi. Halifenin ordusu Muaviyenin birliklerine yakın bir yerde karargâh kurdu. Sucular Fırat’tan su getirmek için gittiklerinde su alamayıp elleri boş olarak geri döndüler. Bu durum Emirel Müminine arz olundu. Emirel Müminin Sasaa İbni Suhanı Muaviyenin katına gönderdi.

“Ey Muaviye sizden bir taife ki; Cenabi Feyyazı Mutlakın Bütün kullarına mubah kıldığı Fıratın suyunu bizden esirgemektedirler. Münasip olan odur ki; Bu duruma son verile. Aksi halde kandan ırmaklar akıtmak iktiza edecektir.”

Çünkü Sasaa Muaviye’ye bu haberi iletti. Muaviye bu hususta mütereddit olup bunu ileri gelenleriyle meşveret eyledi. İçlerinden bazıları: “Onların ekserisi Osmanı katledenlerdir. Onlar ki muhasara günlerinde Osmanı susuz bırakmışlardı. Şimdi ise devran döndü, biz onları susuz bırakıyoruz. Nehri Fırat’tan su içmelerine izin vermeyiz” dediler:

Derler ki;

Ehli maariften biri ol mecliste hazırdı.

“Ey Muaviye; Mürüvvet ve mertlik yüzünün suyunu döktün ve şeraiti insafı yerine getirmedin. Eğer senin kavgan Türk ve Rum kavimleriyle olaydı; İnsaf ve mürüvvet onu iktiza ederdi ki; Önce onların su içmelerine izin veresin sonra onlarla cenk edesin. Kaldı ki Bu Nehri Fırat’tan nehy ettiğin cemaat Ehli bedirin içinde bulunduğu bir cemaattir. Muntakimi hakikinin intikamından korkmazmısın.” dedi.

Emirel Mümininin elçisi eli boş geri dönüp durumu Emirel müminine haber verdi. Asker arasında susuzluk son haddine varmıştı. Sucular suyu çok uzak yerlerden taşıyorlardı. Ne zamanki Malik Eşter ordunun bu durumunu müşahede eyledi. Emirel Mümininin yanına varıp: “Eğer ruhsat buyurur isen Sahrayı Sıffını düşmanın kanıyla boyayayım.” dedi.

Esas Bin Kays dahi Maliki haklı bulup: “Ey Emirel müminin. Revamıdır. Müslümanlar susuzluktan ölmek üzereler. Halbu ki biz henüz kılıçlarımızı kınılarından çıkarmış değiliz. Bizim Emirimiz sensin. Huda hakkı için bize izin ver”

Emirel Müminin: “Durum neyi gerektiriyorsa onu yapın” buyurdu.

Malik Eşter ve Eşhas Bin Kays izin alır almaz bin gönüllü bahadıran ile Avni Melikil Gaffar ile canib-i maksada doğru hareket ettiler. Malik piyadeleri önden gönderdi. Arkalarından süvariler onları takip eyledi. Akıbet Fırata yakın bir yerde Muaviyenin askerleriyle karşılaştılar. Malik ve Esas başlarını açıp seslendiler ki;

“Ey ehli tuğyan Kenarı Fırat’tan çekilin. Canlarınızı sahili necata eriştirin. Yoksa kendi kanınızla boğulursunuz.”

Ebul A’ver: “Bizi buradan kaldırmak kolay değildir. Gelinde kılıçlarla açılan yaraları görün” dedi.

Malik süvarilere, Eşas piyadelere komuta ettiler. İki leşker birbirine girdi. Ebu hani derki: “Ben o zaman Malikin yanındaydım. Malikin aşırı susuzluğunu biliyordum. Bir yerlerden bir maşraba su tedarik edip Malike arz ettim.”

Malik: “Huda hakkı için Müslümanlar Fırat’tan içip rahat etmedikçe ben su içmem” dedi.

Bu sırada Malik muhaliflere hamle ederek onlardan yedi kişiyi helak eyledi ve askerlerine: “Ben düşmana saldırdığımda sizde benimle beraber olun” dedi.

Malik ve beraberindekiler düşman saflarını yara yara ta Fırat nehrinin kenarına vardılar. Önce susuzluklarını giderip sonra tekrar saldırdılar. Düşman safları dağılmaya başladı. Ebul A’ver bulunduğu yerden ayrılıp başka bir yere çekildi ve Muaviye’ye yardım için adam gönder dedi. Muaviye Amr Bin Ası üç bin askerle yardıma gönderdi. Amr savaş meydanına girince Malik Eşter tarafından fark edildi. Siperini yüzüne tutup Amr’in üzerine hücum eyledi. Amr kurtuluşu firarda arayıp geri çekildi. Malik onu ta Şam askerinin bulunduğu yere kadar kovaladı. İki ordu arasında yaman bir savaş oldu. O gün bin kişilik bir ordu on üç bin kişilik bir orduyu yendi. Muaviye’nin ordusundan kurtulanlar kaçıp Muaviyenin katına vardılar. Muhaliflerin hezimetinden sonra Leşkeri Zaferlerin Nehri Fıratın kenarına indiler.

Ne zaman ki; Amr Bin As ve askerleri yenilerek Muaviyenin yanına geldiler. Muaviye’yi azarlayıp: “Eğer Ali Bin Ebu Talip dün sizin ona yaptığınızın aynısını size yaparsa hal nice olur?”

Muaviye: “Geçen geçti şimdi çare nedir sen onu söyle?” dedi.

Amr: “Ali intikam peşinde koşan biri değildir. Sizin ona yaptığınızı o size yapmaz kanaatindeyim” diye cevap verdi.

Muaviye yaptıklarından pişman olup; Komutanlarından Zahhak Bin Kaysi, Beşir Bin ırtaı, Mukatil Bin Zeydi ve Hoşeb Bin Zi Zulm gibi on kişiyi Emirel Mümininin katına gönderdi. Her biri Emirel Mümininin katına gelip su için iltimasta bulundular.

Zehhak: “Ey Emirel Müminin ferman senindir. Su hususunda bize merhamet göster. Muaviyenin yaptıklarıyla bizi cezalandırma.” dedi.

Mukatil: “Ey Emirel Müminin Ben Diyarı Şam dayım. Ancak Allah şahidim dir ki; Daima senin muhabbetin benim canımın virdidir. Allaha yemin ederim ki; Bundan sonra Muaviyenin hizmetinde olmayacağım. İznin olursa yanında kalıp hizmetinde bulunmak istiyorum” dedi.

Emirel Müminin: “Muaviye’ye Nehri Fırat’tan su içebileceğini söyleyin. Sizinle Fırat arasındaki engeli kaldırıyorum.” dedi.

Ebul Averin yarenlerinden biri Hazreti Halifenin bu merhameti karşısında ona muhalefet ve isyandan pişman olup tövbe etti. Böylece her iki tarafta Fıratın suyunu ortaklaşa kullandılar.

Bazı kütübü tevarihte mevcuttur ki; Su meselesinin hallinden bir hafta sonra. Muaviye birliklerine Irak yolunu kontrol ettirip o taraftan halife ve taraftarlarına gelen gıdalara el konulmasını istedi.

Amr Bin As: “Ey Muaviye bu tedbir sana nedamet ve pişmanlıktan başka bir şey getirmez.”

Muaviye: “Ya nice delim? Ali ile mukatele kolay iş değil. Ekseri muhacir ve ensar onunla beraberdir. Zannı galibim odur ki; O bu gidişle bize galip gelecektir. Bari onların gıda yollarını keselim ki; Birlikleri dağılsın.”

Amr: “Eğer bu haber Alinin kulağına giderse senin göndereceğin taife üzerine öyle bir taife gönderir ki; Onları tarumar eder.”

Bu nasihatler Muaviye’ye kar etmedi. Abdur Rahman Bin Halit Bin Velide; Irak yolunu beklemesini gelen kervanları alıp kendi ordugâhına getirmesini emreyledi.

Abdur Rahman: “Ey Muaviye Şam şehirlerinin ve beldelerinin tamamını kendi adamlarına tahsis edip beni hepsinden mahrum eyledin. Şimdi ise beni vadi-i helaka gönderiyorsun. Halbu ki; Mal ve menaldan bir fülüsi ahmere malik değilim. Kıyamet gününde Hazreti Yezdan bana.

“Osman’ın kanını niçin talep etmedin?” diye hitap etmese gerek. Lâkin Aliyi değilde seni tercih ettiğim için itab ve azaba uğrasam gerek.”

Muaviye Abdur Rahmanın bu sözlerini hoş karşılamayıp onun yerine bin süvariyle Zahhak Bin Kaysi gönderdi. Zahhak Irak yolunu kontrol ederken gördü ki bir kervan geliyor. Kuru üzüm ve hurma taşıyan bu kervanın yolunu kesip: “Bu zahireyi Muaviyenin karargâhına götürün ve onlardan bahasını alın” dedi.

Kervandakiler: “Biz Emirel Müminin Alinin düşmanlarına mal satmayız.” dediler.

Bunun üzerine Zehhak cebren onları alıp Muaviyenin katına getirdi. Kervandan biri kaçıp kurtulmuştu. Emirel Mümininin katına varıp durumdan onu haberdar eyledi.

Emirel Müminin: “Bu Ciğer yiyen(Âkiletül ekbâd )kadının oğlundan bana erişen belaları görüyormusunuz? Benden sonra onun evladından benim evladıma nice belalar isabet etse gerektir.”

Emirel Müminin ol şahsa: “Size taarruz edenlerin serdarı nasıl biriydi?” dedi.

Şahıs: “Uzun boylu, çatık kaşlı, yassı burunlu biriydi. Sol yanağında yara izi vardı” diye cevap verdi.

Emirel Müminin: “Ol kişi Zahhak Bin Kays tır. Sizlerden kim gidip onlardan bunun hesabını sormak ister?” dedi.

Zehir Bin Kays bunu canına minnet bilip beş yüz süvariyle yola koyuldu. Zahhakla karşılaştıklarında onu yaralayıp ashabından da on iki kişiyi öldürdüler. Diğerleri bozulup geri çekildiler. Bu olaydan sonra Emirel Müminin Muaviye’ye elçiler gönderip onu kendisine biata davet eyledi. Lakin bunların hiç biri ona kar eylemedi. Çünkü O sırada Muaviyenin ordugâhında yüz atmış bin asker mevcuttu. Leşkerinin çokluğuna güvenip Kelamı Hakkı kabul etmedi.

Erbabı Tevarih derler ki; Emirel Müminin ile Muaviyenin Sıffın muharebeleriyle ilgili nice kitaplar ve risaleler yazılmıştır. Her birinin arasında da nice ihtilafı kesire vardır. Bunların her birini burada zikretmeye mecal yoktur. Biz ise; Kitab-ı Ravzatul Ahbabla yetineceğiz. Zira¸ Ebu Hanife-i Dinûrinin kelamı mana yönünden muhtasar. Rivayetleri makbul ve muteberdir. Bundan sonra onun yazmış olduğu tarihteki kıssalar anlatılacaktır İnşa Allahu Teâlâ.

*****SIFFIN SAVAŞI

Sıffın savaşı hakkında Ebu Hanife-i Dinûrînin rivayeti şudur; Hazreti Emirel Müminin ile Muaviye arasında Rebiul Evvel, Rebiul Ahir, Cemadiyel Evvel Olmak üzere tam üç ay süreyle elçiler gidip geldi. Ama yine de sulh tesis edilemedi. O günlerde her iki tarafın askerleri seksen beş kez karşı karşıya geldiler. Her defasında da sulh için araya girenler oldu. Nasihatler edip her iki tarafı da sükûnete davet ettiler. Ne zaman ki; Cemadiyel Ulanın yarısı oldu.

Emirel Müminin Muaviye’ye haber gönderdi: “Yarın cenk günüdür hazır ol” dedi.

Cemadiyel Ulanın yarısından Recebin Ğurresine değin iki tarafın savaşçıları bölük bölük çıkıp birbirlerine ölüm şerbetini içirdiler. Çünkü Hilali Recep göründü. Her iki tarafta muharebeden el çekti. Sebebi ise Recebin Eşhurul Hurumdan sayılmasıydı. Bu ay içerisinde Ebu Derda ve Ebu Emame ki; Şam’da mesken tutmuşlardı.

Muaviye’ye: “Hepimiz iyi biliriz ki; Seriri Hilafete oturmağa Ali senden daha layıktır. Onunla niçin savaştığını bize beyan eder misin?”

Muaviye: “Osman’ın kanını talep ederim” dedi.

Onlar: “Osman’ı Âli mi katletti?” diye sordular.

Muaviye: “Osman’ın katilleri Ali’nin himayesi altındadır. Eğer siz Ali’yi, Osman’ın katillerini bana teslime razı ederseniz, Şam halkından Ali’ye ilk biat eden ben olurum” dedi.

O iki sahabe Emirel Müminin’in katına varıp durumu Hazret’e arzettiler. Çünkü Halifenin ordusunda bu haber duyuldu. Askerin ileri gelenlerinden iki bine yakını o iki sahabenin karşısına çıkıp yüksek sesle: “Biz hepimiz Osman’ın katilleriyiz” dediler.

O iki sahabe bu durumu muşahede edince Emirel Müminin’in karargâhından ayrılıp gittiler. Muaviye’ye dahi destek olmaktan vazgeçip inzivaya çekildiler.

Ebu Hanife-i Dinûrî der ki;

Ğurre-i Receb’ten, Muharremül Haram’ın sonuna kadar savaş olmadı. Muharremin sonunda Emirel Müminin, Muaviye’nin ordugâhına bir münadi gönderdi. Munâdi Halife-i Zaman’ın şu bildirisini onlara okudu: “Biz Eşhurul Hurum’da muharebeden el çekip sizleri Tariki Hakk’a davet ettik ama hiçbir sözümüz ve nasihatımız size kar etmedi. Şimdi; Yarın savaş zamanıdır haberiniz olsun”

Bu bildirinin ardından ertesi sabah iki ordu karşı karşıya geldiler. Emirel Müminin süvarilere Ammar Bin Yaseri; piyadelere Abdullah Bin Bedili Huzai’yi; Sağ kanada Eşas Bin Kaysi; Sol kanada Abdullah bin Abbas’ı komutan tayin etti. Sancağı ise Haşim Bin Utbe’ye teslim ettiler.

Muaviye dahi; Süvarilere Abdullah Bin Amrıl As’ı; Piyadelere Mesleme Bin Utbe’yi; Sağ kanada; Abdullah Bin Ömeril Hattab’ı; Sol kanada ; Habib Bin Mesleme’yi komutan tayin etti. Sancağı ise; Abdurrahman Bin Halidid Bin Velidin eline verdiler.

Her iki ordu saflar bağlayıp karşılıklı durdular. Fırka-i naciye ile fırka-i bağiye kendi alem ve sancakları altında sessiz kalıp beklemeye koyuldular. Bu sırada halife ordusundan Hacel Bin Asal isminde biri meydana çıkıp kendine rakip istedi. Muaviye ordusundan Mezbur Hacel’in babası oğluna karşı çıktı. Her ikisi de zırha bürünmüşlerdi. Birbirlerini tanıyamadılar ve cenge koyuldular. Kılıçla birbirlerini alt edemeyince Baba Hacel oğlunu kemerinden yakalayıp bineğinden aşağı düşürdü. İkisi de yerde birbirleriyle mücadele ederken ikisinin de miğferleri yere düştü. Baba oğul birbirlerini tanıyınca mübarezeden vazgeçip her ikisi de kendi ordularına geri döndüler. O gün bundan başka bir olay yaşanmadı. İkinci gün Muaviye’nin kardeşi Utbe meydana girip, Ca’de Bin Hebireye İbni Vehp Kurşi’ye meydan okudu. Ca’de dahi saftan çıkıp Utbe’ye doğru yürüdü. Bu iki savaşçı uzun bir süre savaştıktan sonra yenişemeyip ordugâhlarına geri döndüler ve her birisi yine askerlerden birer gurupla geri dönüp birbirleriyle cenge tutuştular. Her iki tarafın askeri dahi bu cengi seyre koyulmuştu. Bu cengin sonunda Ca’de, Utbe’ye galip geldi. Utbe’yi meydandan kaçırıp onu hakir ve zelil eyledi. Hazreti Emir’in yaranı arasında Necaşi isminde bir şair vardı. Şiirlerinde o cenkten bahsedip Ca’denin kahramanlıklarını asumana yüceltti. Bazı tarih kitaplarında bu beyitler yazılıdır.

İş bu hengâmede iken Emirel Müminin Merkezi Karargâhta bir hutbe-i beliğe irad eyledi.

Emirel Mümin’in Hutbesi: “Ya Ma’şerel ihvân; Biz itreti Resuli Emin, Ehli Beyti Tahirinleriz. İnayeti Melikil Kadim pertevini bizim üzerimize salmıştır. Kavaidi Milleti Beyzâ bizim ihtimamımızla ayaktadır. Biz Sefine-i Nuhuz. Bize gelen sahili selâmeti bulur. Her kim ki; Bize muhalefet eder fırtınayı delalete yakalanır. Ya Ma’şerel Müslimin; Mahzun olmayınız. Yarın kıyamet gününde Rahmet-i Perverdigâr ve Şefa’atı Resûlü Muhtar ve Sohbeti Ebrarve Ahyar ile hemdem olmanınızı ümid etmekteyim. Rabbinizin ismi dilinizden yere düşmesin. Zaferi Barigahi Ehediyetten isteyin. Ari firardan ve aybı hezimetten sakının. Karşı taraf size saldırmadıkça siz onlara saldırmayın. Onları Tariki Müstakime davet etmeden onlarla savaşmayın. Eğer İrade-i Subhani ile dağılıp perişan olurlarsa onları takip etmeyin. Öldürmeyin. Yaralılara dokunmayın. Kadınlara dokunmayın onları rencide etmeyin. Sizlere ağır söz söyleselerde aldırmayın. Zirâ kadınlar zayıf ve nahif tirler. Tahammülleri azdır. Biz ki; Zamanı Resulullahta cihad zamanlarınada kadınlara eza ve cefa eylemezdik. Ey Müminler Bari Teâlâ’dan haşyeti kendinize şi’ar edinin. Takva yolunu ihtiyar edin. Savaşta dişlerinizi iyice sıkınki korkaklığın pençesine düşmeyesiniz ve agâh olunuz ki; Halikin yardımı bizimledir. Hezimeti ve firarı ar belleyin. Bunlarazabı ruzi cezayı müstelzimdir.”

Bu hutbenin tamamı Nihecül Belâğede yazılmıştır. Bu hutbenin iradından sonra Emirel Müminin yaranıyla birlikte savaş meydanına doğru revan oldu. Yanında muhacir ve ensarla birlikte Uveysi Karanî de vardı.

Derler ki;

İki ordunun savaş düzenine geçtiği bir sırada. Muaviye’nin askerlerinden biri nida edip: “Ey Iraklılar; Uveysi Karanî sizin aranızda mıdır?” diye sordu. Evet, cevabını alınca. O şahıs Şam ordusundan ayrılıp Hazreti Emir’in ordusuna katıldı.

Nakildir ki;

Cenk gününde Muaviye’nin kölelerinden Haris isminde biri, cesareti ve görüntüsüyle korkunç olan bu şahıs, Muaviye’nin cübbe ve cevşenini giyip, Muaviye’nin atına suvar olup Muaviye’ye: “Eğer Ebu Talib oğlunu öldürürsem Taberiye vilayetini bana verir misin?” dedi.

Muaviye: “Siz benim iki nefer pehlivanlarımsınız. Birisi sen, birisi Abdurrahman Bin Halit Bin Velid’dir. Sizden birinize zarar gelsin istemem. Eğer illa da muharebe istiyor isen Malik Eşter ile muharebe eyle. Çünkü Amr Bin As Harisin Ali’yle muharebe iştiyakını fark etti.” Herîsi tenhaya çekip Ona: “Muaviye elbette Ali’nin ölmesini ister. Ama bunu sana belli etmez. Sen tez elden bu işe koyul” dedi.

Amr Bin Asın telkinine kanıp, Emirel Müminin’e meydan okudu. Hazreti Emir’in meydana girmesiyle Heris’in kellesinin meydana yuvarlanması bir oldu. Amr Bin As Muaviye’ye: ”Ali’nin cengine Abdullah Bin Mes’adi gönder” dedi.

Muaviye: “Ey Amr; İbni Mes’ad sana ne yaptı ki ölmesini bu kadar çok istersin?”

Amr: “Onların bana bir şey yaptıkları yok. Lâkin bir kişi ki hükûmet olmak ve eyalet idare etmek ister düşman kim olursa olsun ondan yüz çevirmemesi gerekir.” dedi.

İbni Mesade diline mühür vurdu ve bu teklifi kabul sureti göstermedi. Lâkin Muaviye ısrar edince de Ali’ye karşı çıkmak zorunda kaldı. Üzerinde Muaviye’nin zırhı altında da yine onun atı vardı. Daha ilk hamlede feryat ederek: “Ey Ali Ben Muaviye değilim. O zorla beni buraya gönderdi” dedi.

Emirel Müminin ona dokunmayıp geri gitmesine izin verdi. Muaviye onu kınayınca da: “Ey Muaviye bir makam ki Ali’yle muharebe şartına bağlıdır o makam bana lazım değildir. Göremeyeceğim makamın peşinden niçin gideyim.” diyerek Muaviye’den özür diledi. Yine Amr araya girip Muaviye’ye: “Ali’nin cengine Beşir Bin Eskarı gönder” dedi.

Beşir bu sözlerden gurura kapılıp meydana girmek isteyince, Beşir’in amcasının oğlu: “Kiminle savaşacağından haberin var mı?” dedi.

Beşir: “Muaviye’nin fermanını reddedemem “ dedi.

Ne zamanki Beşir, Şiri Yezdan’la karşı karşıya geldiler, Şahı Velayet elini uzatıp Beşiri atının üzerinden kaptığı gibi yere savurdu ve öylece bıraktı. Üzerine gidip onu öldürebilirdi ama yapmadı. Bu duruma her iki tarafta şaşırmıştı. Daha sonra Ayyaş Bin Rabia: “Ey Emirel müminin niçin o namerdi öldürmedin?”

Emirel Müminin: “Ey Ayyaş onun ecelinde tehir varmış. Ey Ayyaş eğer sağ kalırsan BENİM EHL-İ BEYTİM’e neler olacak görürsün”

Beşir düştüğü yerden kalkıp gittikten sonra Sahibi Zülfikar’ın karşısına çıkmaya kimse cesaret edemedi. Emirel Müminin biraz daha bekleyip sonra ordugâhına geri döndü.

Emirel Müminin Meydandan çıktıktan sonra Zeberkan Bin Bedr meydana girip mubariz talebinde bulundu. Zeberkan meydanı şecaatte şöhret bulmuş biriydi. Resulullahın zamanı risaletinde (Amili sadakat) zekâtları toplamakla görevlendirilmişti. Ebu Bekir’in Hilafeti zamanında elde edilen ganimet mallarının zaptına amil tayın edilmişti. Ömer’in hilafeti döneminde ise başka bir görevle Şama gelmiş ve orayı kendisine vatan edinmişti. İşte bu sahabenin meydana at sürüp kendisine rakip istemesi üzerine. İmam Hüseyin Pederi Azizinden izin alıp ona karşı çıktı. Çünkü İmam Zeberkanın yakınına vardı. Zeberkan: “Sen kimsin?” dedi.

İmam Hüseyin, kendi nam ve künyesini beyan edince, Zeberkan: “Ey Hüseyin; Senin kılıcınla etlerim limelime doğransa; Senin mızrağınla kalbim parçalansa yinede sana el kaldırmam. Nice kereler Resulullah’ın seni öpüp kokladığını görmüşüm.”

İmam Hüseyin: “Madem doğru söylersin. Ne diye Muaviye’nin yanında durursun?”

Zerkân: “Emirel Müminin’den benin affedilmem için iltimasta bulun.” dedi.

İmam Hüseyin dahi durumu Emirel Müminin’e arz eyledi. Emirel Müminin de Zerkan’ı affetti. Savaş ve kıtal o gün akşama kadar devam etti.

Ebu Hanife-i Dinûrî der ki;

Ammar Bin Yaser bir gürûh Irak askeriyle meydana girmişti. Amr Bin As dahi bir gürûh Şam askeriyle meydana girip ammara karşı durdular. Amrın elinde bir alem vardı ki; Resulullah onu kendi elleriyle bağlayıp Amra vermişti. Bu yüzen o alem halk arasında şöhret bulmuştu. Emirel Müminin buyurdular ki: “Ben o sancaktan size haber vereyim. Resulullah o sancak için ashabına: “Sizden kim bu sancağın hakkını yerine getire?” demişti de

Amr Bin As: “Ya Resulullah onun hakkı nedir?” diye sormuştu.

Resulullah: “Bu sancağın hakkı kâfirlerden kaçmak ve Müminlerle cenk etmektir” buyurdular.

Halbu ki; Amr Resulullahın zamanında bu sancakla küffar cengine gidip firar etmişti. Şimdi ise yine o sancakla müslümanlara karşı savaşmaktadır.”

Ammar ile Amr o gün akşama kadar birbirleriyle cenk ettiler ama taraflardan hiç biri diğerine üstünlük sağlayamadı.

Derler ki;

Ertesi gün Ehmer Bin Ebu sufyan ki; ortalığa nam salmış bir savaşçıydı. Meydana girip Emirel Müminine meydan okudu. Zeyd Bin Sasa’a Bin Suhan: “Ey mel’un senin gibi aşağılık bir kelbin karşısına öylesine hayrul ‘ibad varırmı sanırsın?”

O esnada Emirel Mümininin dostlarından Şakran onun meydanına girip şehit oldu.

Şakran şehit olduktan sonra Ehmer yüksek sesle bağırarak: “Aliden başkası gelmesin. Ali gelmeden ben buradan gitmem” dedi

Emirel Müminin atını yıldırım misali üzerine sürdü. Ehmer mel’unu daha ne olduğunu anlayamadan Şiri Yezdan’ın Pençeyi Kahrında can verdi. Ondan sonra Âli zû Yedandan

Kerîb isminde bir pehlivan ki; Heybetinden insanlar hazer ederlerdi. O kadar güçlü idiki; Parmaklarıyla madeni paraların üzerindeki yazıları silerdi. Emirel Mümininin leşkerinden Mürtefi Bin Vezza isminde bir pehlivan ona karşı meydana yürüdü. Mürtefi şehit oldu. Ondan sonra Saimud Dehr Kaimül Leyl olan Harisî Şeybanı çıktı. Oda şehadet şerbetini içti. Emirel Müminin anladı ki o melunun şerri ancak tahriki Zülfikar ile def olacaktır. Bizzat kendisi meydana girmek isteyince; Dostlarından Abdullah Bin Adil Harisi:

“Resulü Huda hakkı için bana destur ver. Eğer galip olur isem ne âlâ. Eğer maktul olur isem daha ne isterim ki; Senin Rikabı alinde şerbeti şehadeti içmiş olurum” dedi.

Emirel Mümininin izniyle meydana giren Abdullah bir saat cenk ve cidalden sonra şehit oldu. Emirel Müminin dostlarından ayrılmanın ıstırabıyla atını meydana sürdü. Rakibini önce Hak Teâlânın zabiyle korkuttu. Sonra onu Hakkın Yoluna davet eyledi.

Kerip Melûni ise: “Şu elimde olan kılıcım ile senin gibi nicelerini yere serdim” diyerek üzerine saldırdı Emirel Mümininin. Muharebeyi Sıffında bu anı seyreden her iki ordu önce çakan bir şimşeği ve sonra düşen bir yıldırımla ikiye ayrılan bir çınar ağacı gibi Kerbi hainin bedeninin ikiye ayrılıp, iki parça halinde yere serildiğini gördüler. Emirel Mümininin ordugâhında bir velveledir koptu. Hamd ve sena nidaları asumana yükseldi. Emirel Müminin dönüp makamına geldi. Oğlu Ebu Hanifeye meydana girmesini emreyledi. Ebu Hanife meydana girince ona karşı Öldürülen Kerbinin amcaoğullarından biri gelip cenk ettiler. Bilahere Muhammed Hanefi onu amcasının oğlunun yanına gönderdi. Arkasından amcaoğullarından altı kişi sırayla meydana girdiler. Her birisini birer birer inayeti Rabbani ile âlemi berzaha havale eyledi.

Rivayet olunur ki;

Muhammed Hanife’den sordular Ki; “Emirel Müminin tehlikeli işleri Ağabeyilerin Hasanla Hüseyine değilde daha çok sana havale eder. Bunun sebebi ve hikmeti nedir?”

Muhammed Hanife: “Ağabeylerim Babamın iki gözü mesabesindedirler. Ben ise iki eli mesabesindeyim. Sizlerde bilirsiniz ki; Gözler, ellerle muhafaza edilir”

Nakildir ki;

Resulü Huda bir gün Emirel Müminine: “Hak Subhânehu ve Teâlâ sana bir oğul verse gerektir. Ben ismimi ona verdim” buyurdular.

Emirel Müminin Resulullahın vasiyetine uyarak onu Muhammed Hanife ismiyle tesmiye eyledi. İlim ve şecaati Rebbül Alemin ona ihsan eylemişti.

Derler ki;

“Ebu Haşim ki; Muhammed Hanife’nin oğludur. İlmi usulü pederi Muhammed Hanife’den öğrendi. Vasil İbni Ata k; Reisi Mu’tezile idi. Bu ilmi Ebu Haşimden öğrendi. Sonraları Vasıl İbni A’ta tariki müstakimden ayrıldı. Mutezileden oldu.”

Nakildir ki;

Halid Bin Velidin oğlu Abdurrahman Harbi Sıffında kendi safından çıkıp meydana girdi ve kendisine bir rakip istedi. Emirel Mümininin ordusundan Malik Eşter ona karşı çıktı. Esnayı muharebede Abdurrahman yaralandı. Kılıcı elinden düştü. Kurtuluşu firar etmekte buldu. Muaviyenin katına vardı: “Galiba biz hepimiz helak olmadıkça bu işin sonu gelmeyecek” dedi.

Muaviye: “Seni bu kadar korkutan nedir? Hem şehit halifenin kanı için muharebe edersin. Hem de muharebeden kaçarsın”

Abdur Rahman: “Ey Muaviye; Sen rahat koltuğuna oturmuş seyredersin. Saltanat ve debdebe senin nasibin, kılıç ve mızrak ise bizim nasibimizdir. Eğer sözlerinde samimi isen sende silah kuşanıp meydana girmelisin” dedi.

Muaviye Abdur Rahmanın bu manidar sözleri üzerine zırh ve miğfer giyip meydana yürüdü. Şiirler okuyup Hamedan kabilesinden rakip istedi. Said Bin Kays Hamedan leşkerinden ayrılıp Muaviyenin üzerine yürüdü. Muaviye bu gelenle baş edemeyeceğini anlayınca gelişi gibi geriye dönüp kaçışıda hızlı oldu. Atından iner inmez hiç konuşmadan çadırına çekildi. Muaviyenin firarından sonra Malik Eşter meydana girip mubariz istedi. Ömer Bin Hattabın oğlu Abdullah kim olduğunu bilmeden ona karşı meydana çıktı. Malikin yakınına kadar gelince: “Sen kimsin? Ben dengim olmayanlarla savaşmam” dedi.

Malik Eşter: “Bana Malik Bin haris derler”

Abdullah: “Ey Emmim; Eğer senin Malik Eşter olduğunu bileydim. Senin meydanına gelmezdim. Bana izin ver geri döneyim” dedi.

Malik Eşter: “Ya halkın ayıplamasından korkmazmısın?”

Abdullah: “Bana canım gerektir. Halk ne derse desin umrunda olmaz” dedi.

Malik: “Madem böyle dersin selametle geri dön ve bir daha bilmediğin kişinin karşısına çıkma”

Abdullah bu fırsatı bir ganimet bilip geri döndü.

Muaviye: “Ey oğul bu derece korkuyu gerektirecek ne oldu? Yoksa yiğitlikte sen Malikten aşağı değilsin.”

Abdullah: “Ya sen niçin Malikin cengine varmazsın.”

Muaviye: “Ben şecaatte Malikten aşağı olmayan biriyle karşılaştım. Said Hemedaniye meydan okudum”

Abdullah: “Doğru dersin. Said’i görür görmez tilkinin Arslan’dan kaçtığı gibi kaçtın.”

Muaviye: “Huda hakkı için Alinin meydanından dahi kaçmam” dedi.

Bu sırada haber geldi ki; Ali Muaviye’ye meydan okuyor: “Ey Hindin Oğlu; Müslümanların kanından ellerini çek. Gel seninle hesabımızı görelim. Zira bu meydan korkaklara göre değildir. Ey Ciğer yiyenin oğlu Arslanlar meydana çıkınca tilkiler yuvalarına çekilir.”

Muaviye’yi korku bürümüştü. Ne diyeceğini ne söyleyeceğini şaşırmıştı.

Ömer Bin Hattabın Oğlu Abdullah: “Ey Muaviye sözün başka senin özün başka. Ali Bin Ebu Talip ne söyler duymaz mısın? Ali ile mukavemete iktidarın var ise davetine icabet et. Hünerini görelim. Yiğitmisin değilmisin bilelim”

Abdullah her ne dediyse Muaviye ona karşı kör sağır ve dilsiz kesildi. O sırada inanılmaz bir şey oldu. Her iki ordunun askeri bu olay karşısında donmuş kalmıştı. Emirel Müminin Muaviyenin gelmeyeceğini anlayınca inanılmaz bir şey yaptı. Tek başına yüz altmış bin kişilik Şam ordusuna saldırdı. Safları bir birine kattı. Karşı koyanları ekin biçer gibi biçti geçti. Sonra karargâhına geri döndü ve tekbir sesleri duayla karışıp Makamı Kübra’ya yükseldi.

Çünkü Abdullah gördü ki; Muaviye korku ve panik içindedir. Şahı Mardanın şecaat ve celâdetinden ne yapacağını bilememektedir. Muaviye’ye hitab edip: “Biz seni korkusuz ve cesur zannederdik. Sen ise Said Hamedaninin meydanından bile kaçtın ve dedin ki; “Ali benim karşıma çıkarsa onu kemerinden yakalar yere çalarım”

Ali ne zaman ki; Seni cenge davet etti. Yüzünün rengi değişti. Titremeye başladın .”

Muaviye: “Ey Hattabın oğlu; Ali’yle cenk edenlerden hiç kurtulan olmuş mudur ki; Ben kurtulayım”

Emirel Müminin tebdili kıyafet edip tekrar meydana girdi ve kendine bir mubariz talep eyledi. Amr Bin As bilmezlikle atını meydana sürdü. Eğer kim olduğunu bileydi korkudan helak olurdu. Amr Bin As bir şiir okudu. Şiirin muhteviyatı şöyleydi:

“Ey Kûfe Ordusu Serdarları; Ey Osmanın katilleri; Sizle savaşır, Eğer Ali aranızda olsa dahi, bedenlerinizi kılıcım ile lime lime ederim”

Emirel Müminin Amrın reczini dinledikten sonra. Hemen aynı üslup üzere fesihane ve beliğane bir zecr okudu ki dost düşman duyanları hayran eyledi. Ancak Amr rakibinin Ali olduğunu anlayınca atının yönünü Şam ordusuna doğru çevirip firar eyledi. Ancak hızla gelen bir mızrak darbesiyle atından yere yıkıldı. Düşerken de ayakları yukarı geldi ve ayağında donu olmadığından bütün edep yerleri göründü. Şahı Velâyet bu hale muttali olunca ona taruzdan el çekti ve: “Ey Nabiğenin Oğlu var git. Sen kendi avrat yerinin azadlı kölesisin” dedi.

Çün Amr pençe-i ecelden kurtuldu. Muaviye ona kahkaha ile gülüp: “Avrat yerinin sayesinde ölümden kurtuldun” dedi.

Amr: “Ey Muaviye eğer benim yerimde sen olaydın, avratların dul çocukların yetim kalmıştı. Ali seni meydana davet ettiğindeki korkun hala seninledir. Bana değil sen kendine bakmalısın” dedi.

Muaviye kahkahayla: “Ey Amr yere yuvarlandığında ayaklarını havaya kaldırmayı nasıl becerdin. Hem neden o gün ayağına don giymedin? Ey Amr Ali gibi birinden senin kaçışın ayıp değildi. Lâkin iki ayağını havaya kaldırıp avrat yerlerini Aliye göstermen büyük ayıp ve azim rusvaylıktı”

Amr: “Mühim değil. Ali Benim Emmim oğludur. Beni tanıyınca affedip bağışladı.”

Muaviye: “Bu sözlerinin bir ehemmiyeti yok. Ben Resulullahın şöyle dediğini duydum: “Ya Ali sen ve ben ikimiz bir çamurdanız.”

İşte Ali böyle bir şanın sahibidir. Onun pederi Haşim oğullarından bir serverdir. Senin pederin ise Kureyşten bir kasaptı.”

Amr: “Huda hakkı için bu sözlerin bana kılıç yarasından daha ağır geldi. Eğer ben evimde oturup senin yanına gelmeseydim, dinimi dünyaya değişmeseydim senden bunları duymamış olur, bunca rezilliğe de katlanmamış olurdum. Ey Muaviye Ali hakkında böyle dersinde yinede onunla cenk ve kıtal edersin. Çeşme-i âfitabı balçıkla sıvamak neye yarar” dedi.

Derler ki; harbi Sıffın günlerinde Ğarrar Bin Edhem adında biri vardı ki; Şam bahadırlarından idi. Meydana at sürüp kendine rakip istedi ve Ricaller okuyup kendini methu sena eyledi. Şecaat ve cesaretiyle iftihar eyledi. Herkes tarafından şecaati ve cesaretiyle bilinen biriydi. Gönüllü olarak onunla muharebeye çıkan olmadı. O sırada Ğarrarın gözü Ayyaş Bin Rabia ya takıldı.

Ğarrar: “Sen kimsin?” dedi.

Ayyaş kendini tanıttı ve nesebini beyan eyledi.

Ğarrar: “Bir saat benimle muharebeye varmısın?” dedi.

Ayyaş: “Varım ancak piyade olarak”

Ğarrar: “Peki, öyle olsun” dedi.

İkiside piyade olarak birbirlerine kılıç vurmaya başladılar. İki leşkerde harbi bırakıp onları izlemeye başladı. Her ikisininde zırhları o kadar sağlamdı ki kılıç darbeleri hiçbirine kar eylemedi. Bu kitalm ve cidal esnasında Ayyaş rakibinin zırhının en zayıf noktasını fark etti. Fırsat kollayıp aniden o zayıf noktadan vurarak onu helak eyledi. Bu taktik Emirel Mümininin dahi hoşuna gitmiş tekbir sesleri illiyine yükselmişti. Emirel Müminin onun Ayyaş olduğunu öğrenince onu huzuruna çağırmış ve azarlamıştı: “Sana ve Abdullaha vasiyet etmemiş miydim. “Yerlerinizi terk etmeyin” dememiş miydim. Niçin emrimi dinlemiyorsunuz?”

Ayyaş: “Hasmım bana meydan okudu. İcabet etmesem korkak olduğuma hükmederdi” dedi.

Emirel Müminin: “Senin kendi imamının vasiyetini dinlemen, başkalarının sözleriyle amel etmenden daha hayırlıdır.” buyurdu.

Muaviye Ğarrarın ölümüne çok üzülmüş ve: “Her kim Ğarrarın katilini öldürürse onu zengin ederim” dedi.

Necm Oğullarından iki kişi: “Biz bu işe talibiz” dediler.

Muaviye: “Eğer bu işi başarırsanız, her birinize yirmi beşer bin dirhem veririm” dedi.

O lki gönüllü Ayyaşın yanına gelip onu muharebeye davet ettiler.

Ayyaş: “Emirel Mümininin izni olmadan olmaz” deyip Emirel Mümininin yanına varıp durumu arz eyledi.

Emirel Müminin: “Muaviyenin maksadı yeryüzünde Haşim Oğullarından kimseyi sağ bırakmamaktır” dedi.

Ve buyurdu ki; “Ey Ayyaş atını ve zırhını bana ver. Sende benim zırhımı gıy atıma suvar ol ve benim makamımdan ayrılma”

O Şahı Velâyet Ayyaşın kılığında o iki necminin karşısına dikildi. O iki kişiden biri Emirel Müminine hamle eylemesiyle bedeninin ikiye bölünmesi bir oldu. Derler ki; O şahıs atının üzerinden yâre düşmedi. İki taraftan bunu görenler onun kurtulduğunu zannettiler. Ne zamanki atı hareket etti bedeni ikiye bölünüp yere düştü. Dost ve düşman bu darbenin sahibine hayran oldular. Arkadaşı dahi aynı akıbete uğramaktan kurtulamadı.

Muaviye Necmilerin katilinin Ali olduğunu anlayınca. Amr Bin Asa: “O Leclâce (Kekemeye)lanet olsun ki; tavla dedikleri oyunun mucididir. Her ne zaman oynamaya otururum mağlup olurum”

Amr: “Burada yenilen sen değilsin Necmilerdir”

Musannifi Kitab; Ravzatul Ahbap der ki; Muaviyenin kalp gözü kapalıydı. Mal ve kakam hırsı onu istila etmişti. Bu hırs ve tamahı yüzünden Ehli Bedirden ve Ehli Hüneyn den niceleri helak oldu. Çünkü akşam olup gün guruba erişti. İki fırka. Biri Ehli Hidayet ve saadet. Biri ehli delalet ve şekavet karargâhlarına geri döndüler.

*****Sahrayı Sıffında Emirel Mümininden Zahir Olan Bazı Kahramanlıkların Beyanı

Tarih ve siyer alimleri der ki; Şamlılardan Osman Bin Vail İsminde bir pehlivan vardı. Bununda Hamza adında bir kardaşı var idiki; Her ikiside sahibi şan ve şöhret idiler. Bir gün Osman Bin Vail meydana girip mubariz istedi. Ayyaş Bin Rabia ona karşı meydana girip bir darbeyle başını gövdesinden ayırdı. Kardeşi Hamza Ayyaşla muharebeye geldiğinde Emirel Müminin Ayyaşın zırhını giyinip tebdili kıyafetle Hamza’nın karşısına çıktı. Kılıçla başını ikiye bölüp omuzuna düşürdü. Halk Hamza’nın katilinin Ayyaş olduğunu zannettiler. Amr Bin Abese ki; Cesur bir savaşçıydı. Emirel Mümininin karşısına çıkıp kılıç kalkan oyunlarına başladı.

Emirel Müminin: “Bu gün muharebe günüdür oyun günü değil” dedi.

Bu sözden pek alınıp Emirel Müminine saldırdı. O anda neler oldu pek anlaşılamadı. Lakin Amr iki parçaya bölündü. Belden yukarısı yere düşerken belden aşağısı eğerin üzerinde kaldı. Amr Bin As bu durumu muşahede edince: “Huda hakkı için bu Alinin işidir” dedi. Muaviye bu söze inanmadı.

Amr Bin As: “Eğer benim sözüme inanmaz isen leşkere emret birden üzerine hücum eylesinler. Eğer leşkerin hücumundan korkmayıp geri çekilmezse Alidir. Eğer geri dönerse Ali değildir”

Muaviyenin emriyle leşker bir uğurdan hücum eylediler. Hazreti Emirel Müminin dahi tekbir getirerek çakal sürüsüne dalan bir aslan gibi üzerlerine atıldı. Saflar alt üst oldu. Askerlerin bir ucundan girip öbür ucundan çıktı ve muhaliflerden otuz üç savaşcı ekini biçilmiş tarla gibi yere serildi.

Malik Eşter: “Ya Emirel Müminin; Kendine bu kadar eziyet etme.”

Emirel Müminin: “Resulullah; Uhutta ve Hüneyn de düşmanla bire bir savaşmıştı” dedi. Ve geri çıkıp makamında karar eyledi. Bu arada Malik Eşter Muaviye’ye meydan okudu.

Muaviye: “Sen benim dengim değilsin” dedi.

Malik eşter; Muaviyenin kızına talip olan Cündep Bin Rabia’yı istedi. Cündep çekimser kalınca. Amr Bin As: “Eğer Malik Eştere galip gelirsen Muaviye kızını sana verir” dedi.

Cündep, Muaviye’ye damat olmak hevesiyle Malike karşı çıktı.

Malik Eşter: “Muaviye sana ne vadetti ki; Benim cengime geldin?”

Cündep: “Seni öldürmem karşılığında kızına bana vermeyi vadetti.”

Malik güldü ve onun hamle etmesini bekledi. Cündep mızrakla saldırdı. Malik Eşter onun mızrağını koltuğuyla yakaladı ve öylesine sıktı ki Cündep onu geri almaya kadir olamadı. Malik Cündebe dokunmadı. Onun bir sevda uğruna ölmesine gönlü razı olmadı. Cündebin mızrağıyla Şam leşkerine hücûm eyledi. Askerler onun önünden ürküp kaçtılar. Ondan sonra Malik Eşter Muaviyenin üzerine saldırdı. Diledi ki Müslümanları o fitnenin şerrinden halas eyleye. Ansızın Beni Müdellecten bir şahıs kendini feda edip araya girdi. Malik onun işini bitirirken de Muaviye kaçarak canını kurtardı.

Derler ki;

Bir gün Meharik Bin Abdurrahman namında biri meydana girip mubariz istedi. Mümin Bin Abdullah ona karşı çıktı. Akıbet Mümin şehit oldu. O kara kalpli kişi müminin başını kesip yerde sürükledi ve Mümini avret yerinide açıp teşhir eyledi. Tekrar mı bariz istedi. Bu sefer Müslim Bin Abdullah meydana atını sürdü. Oda şehadet şerbetini içti. O melun onada aynı muameleyi yaptı. Ondan sonra biri daha çıktı karşısına. Oda şehit olunca aynı muameleye ma’ruz kaldı. Emirel Müminin bu duruma hayli üzülmüştü. Tebdili kıyafet edip ol melunun karşını dikildi ve bir kılıç darbesiyle

Onu yere seriverdi. Şamlılardan yedi mubarizi dahi aynı akıbete ducar eyledi. Bu olayı muşahede edenleri korku istila edip kimsede meydana girmeye cesaret kalmamıştı. Muaviye bunu görünce. Haris ismindeki kölesine:

“Ey Haris var şu süvarinin hakkından gel. Şerrini üzerimizden def et” dedi.

Haris: “Ey emir onu öyle görürüm ki; Eğer bütün ordu ona hücum etseler o yüz döndüreceğe benzemez ve hepsini helak etmedikçe de durmaz. Eğer sen benim ölümümü istiyorsan bunu senin için seve seve veririm.” dedi.

Muaviye: “Maazallah ben senin ölümüne niçin razı olayım? Sen kalabilirsin” dedi.

Emirel Mümininin karşısına başkada çıkan olmayınca başından miğferini çıkardı. “Ben Aliyim” der demez. Muaviyenin ordusundan hayret nidaları ayyuka yükseldi. Emirel Müminin dahi dönüp makamına gitti.

Abdullah Bin Ömeril Hattabın Akıbeti Hali

Derler ki;

Abdullah Bin Ömeril Hattab ki; Kahramanlar taifesinden idi. Bir bölük leşkerle cenk meydanına girdi. Malik Eşter emrindeki askerlerle ona mukabil geldiler. Malik eşter diledi ki onun işini bitire. Lâkin İrâde-i Ezeli buna müsaade etmedi. İki fırka beyninde öylesine şiddetlendi bir muharebe oldu ki; Görenleri hayrete düşürdü. Akıbet Malik Eşter ve taraftarları galip geldiler. Ondan sonra Zül Kilai Hamiri kabilesi ki; Dört bin süvariden ibaretti. Savaş alanından ayrılmamak üzere yemin ettiler ve Abdullah Bin abbasın maiyetinde olan Rabia kabilesine saldırdılar. Kital ve cidal öylesine şiddetliydi ki; Kılıç ve hançerlerle birbirlerinin başlarını gövdelerinden ayırdılar. Niceleri cennete niceleri ise cehenneme revan oldular. Abdullah Bin Ömeril Hattab da bir güruh ile savaş meydanındaydı. Bir ara nida edip: “Ene tayyib ibni tayyib” (Ben temizin oğlu temizim) dedi.

Ammar Bin Yaser onun bu sözlerini işitti: “Bel Entel habis bin Tayyip” (Sen temizin necis oğlusun) dedi.

Ertesi gün Abdullah Bin Ömeril Hattab. Cenk meydanına girip Emirel Mümininin ordusuna saldırdı. Ama bir mubariz tarafından öldürüldü. Lakin onu öldüren hakkında ihtilafı kesire vaki oldu. Hamedan Kavmi; “Onu Hani bin Hattab öldürdü” dediler.

Hazre Mevt kabilesi; “Onu öldüren Heris Bin hanefidir” dediler.

Ebu Hanife-i Dinûri kendi tarihinde ikinci görüşü tercih etmiştir.

*****Ammar Bin Yaserin Şehadeti

Bazı tevarihte yazılıdır ki; Harbi Sıffının yirmi üçüncü günü harp şiddetlenince Ammar Bin Yaser cenge girmek istedi. Emirel Müminin ona engel oldu.

Ammar: “Ya Emirel Müminin; Asi olduğum halde öldürülmekten Rabbime sığınırım.” dedi ve izin alarak cenk meydanına girdi. Bu esnada Zül Kilaın kardaş İbni Harisi Hamrinin kılıç darbeleriyle işini bitirdi. Çünkü susuzluk Ammara galip geldi. Su istedi. Su yerine bir kadeh SEBAH getirdiler. Sebah lüğatı arapta bir çeşit süte derler ki katı olur. Onu sulandırmak için içine bir miktar su katarlar. Ammar kadehi görünce tekbir getirdi. Ondan bir miktar içtikten sonra dedi ki: “Resulullah bir gün bana: ”Ey Ammar sen bir gün bir gürûh eşkıya taifesi tarafından katlolunacaksın. Ve senin öleceğin mahal Cebrail ile Mikail arasında olacaktır. Alameti ölümün ise; Su isteyeceksin, sana su yerine Sebah getirecekler. Bana bu gün yolculuk görünmektedir. Emirel Müminine benden selam götürün.” dedi.

Bazı tarihçiler derki;

Ammar: “Ya Rab; Bu azgın gürûhla mukateleyi senin rızana muvafık bulurum.” dedikten sonra kendi yaranına: “Resulullah zamanında biz bu Muaviye’de olan alemler ile üç növbet küffar üzerine varıp cenk eyledik. Şimdi ise bu alemlerin sahipleriyle cenk eder olduk. Ali bizim imamımızdır. Yarın kıyamette hayırlılar için şerlilerle husumet etse gerektir.”

Bunları söyledikten sonra cenk meydanına girdi. Bir gurup Şamlı tarafından etrafı çevrilip Ebul Ariye isimli şahıs tarafından kılıçla ağır şekilde yaralandı. Savaş alanından geri çekilip su istedi. Kölesi bir kadeh süd getirip eline verdi. Ammar o kadehe bakınca tekbir getirdi. Ve: “Sadeke Resulullah” (Resulullah doğru söyledi) dedi.

Çün hakikat halden sual eylediler. Cevap verdi ki; “Bir gün Resulullah bana: ”Ey Ammar senin Dünyadan son nasibin süd olsa gerektir” buyurdular. Sonra kadehi eline alıp içti ve canı şirinini teslim eyledi. Emirel Müminin bu hale muttali olup yanına geldi. Dua ve niyazdan sonra: “Her ne zamanki Resulullahın huzurunda üç kişi görsem Ammar onların dördüncüsü olurdu. Her ne zaman ki Resulullahın yanında dört kişi görsem Ammar onların beşincisi olurdu. Ammar cennete bir kere değil belki defalarca mustahak olmuştur. Çünkü Hak onunla idi. Resulü Huda onun katili hakkında: “Beşşirû binnari” (Onu ateşle müjdeleyin) buyurdular.

Ve yine buyurdular ki; “Yedûrul hakku mae Ammar. Heysu mâ darel feleküd devvâr”

(Hak ammarla birliktedir. Seyyarelerin döndüğü yerde)

Derler ki;

Çün Ammar Bin Yaser şehit oldu.

Abdullah Bin Amr Bin As: “Ey Muaviye Ammar öldürüldü.” dedi.

Muaviye: “Onun ölümüne sevinmedin mi?”

Abdullah: “Resulullah onun hakkında: “Tektuluke fietül bâğiye” (Seni eşkiyalar gürûhu katledecek)

Muaviye: “Hakikatte onu öldüren, onu bu cenge getirendir” dedi.

Abdullah: “O takdirde Hamza’nın katili Vahşi olmayıp Resulullah olmuş olur. Çünkü Hamza’yı Uhud cengine götüren Resulullahtı”

Tarihi Taberide derki; Abdullah’ın bu cevabı nedeniyle Muaviye onunla üç gün konuşmadı. Bazı güvenilir tarihi kaynaklarda yazılmıştır ki; Emirel Müminin Muaviyenin bu sözünü işitince bunu söyledi. Yani bu cevabı veren Abdullah değildi. Emirel Müminindi.

*****Harbi Sıffındaki Bazı Olayların Beyanı

Bazı tarihçiler; Sahrayı Sıffın muharebeleri; Eşhurul Hurum, yani haram aylar hariç on iki ay sürdü. Bu zaman zarfında teke tek veya guruplar halinde birbirleriyle savaşırlardı. Lâkin Cengi Sultaniye teşebbüs etmezlerdi. Kitabı Mustafa’da anlatıldığına göre her iki tarafın kaybıda çoktu.

Emirel Müminin tarafından: 20.000 bin.

Muaviye tarafından:35.000 bin zayiat vardı.

Ehli Hak şühedasının en meşhurları: Ammar in Yaser ile Uveysil Karanî idi. Birde Huzeyme Bin Sabit ki; Resulullah bir olayda onun şahitliğini iki şahit yerine saymıştı. Sahibi Mustesfa der ki; Ehli bedir den yetmiş nefer kimse Emirel Mümininin saflarında şehadete yürüdüler.

Derler ki;

Harbi Sıffının sonlarına doğru bir gün Emirel Müminin Resulullahın Rezih namındaki atına bindi. Yine Resulullahın amamesini başına bağladı ve yine Resulullahın zırhını giyinip Malik Eştere: “Ey Malik Şu sancak ki; Resulullah başlangıçta onunla cenge giderdi. Ben bugün o sancağın altında cenk etmeyi arzu ettim. Yine bir vakitte Resulullah: “Ya Ali sen benden sonra Nakiseyn ve Kaşidin ve Marikin İle cenk edeceksin. Sana Şamilerden nice meşakkatler erişecektir.” buyurdular.

Nakıseyn: Talha’yla Zübeyr dir. Onlar Neksi biat ettiler. Yani biatlarını bozdular. Kasidin: Ehli fesad ve tuğyandır ki; bunlar Şamlılardır.

Marıkın: İse haricilerdir.

Çünkü Emirel Müminin hazırlığını tamamladı. Orduya Harbi Sultaniye hazır olun emrini verdi. Resulullahın sancağını çıkardı. Eskimiş neredeyse pörsümeye yüz tutmuştu. O sancağı görünce sahabeyi kiramın gözleri yaşla doldu. O sırada Muaviye minbere çıkıp halkı harbe teşvik etmekle meşguldü. On iki bine yakın kimse onun meclisinde hazır bulunuyordu. Emirel Müminin Elinde Zülfikar tekbir getirerek atını ileri sürdü. Ve ordusu arkasından yürüdü. Zemine ve asumana gelgele düştü. Ehli Şamin safları birbirine girdi. Birlikleri tarumar oldu. Çünkü Haydari kerrardı bu gelen. Muaviye bir ata binmiş ve yerinde duramaz olmuştu. Bir o tarafa bir bu tarafa giderdi. Bir taraftanda seslenirdi: “Ey Şamlılar; Nereye kaçarsınız? Geri dönün.”

Muaviyenin bu sözleriyle geri dönen Şam ordusu Irak ordusuna hamle etti. O kadar cenk ve cidal oldu ki başlar top gibi meydanda yuvarlandı. Kanlar sel olup akmaya başladı. En sonunda Muaviyenin ordusu dağıldı. Kaçıp kurtulmanın telaşına düştüler. Emirel Müminin cenkten elini çekti. Şamlıların takip edilip öldürülmelerinede izin vermedi. Hatta Bazıları:

“Ey Emirel Müminin; Neden bizi engellersin? Eğer bu fırsat Muaviyenin eline geçseydi. Hiç birimizi sağ bırakmazdı.”

Emirel Müminin: “Muaviye Kitabi Huda ile amel etmez. Benim ise Kitabı Huda’nın dışında amelim olmaz. Eğer Muaviye ilim ve amel sahibi olaydı, benimle mücadeleye girmezdi.” dedi.

Muaviye ise izdırab içindeydi. Hazreti Halifeye bir mektup yazdı.

Mektubu Muaviye: Sen ve ben eğer işin buraya varacağını bileydik. İkimiz dahi bu işe baş koymazdık. Şimdiki halde maslahat oldur ki; Geçmişi unutalım ve anlaşalım. Ben kendi beka ve hayatımı isterim. Sen dahi kendi bekanı ve hayatını istersin. Malumunuz üzere nice sahabe bu cenkte şehit olmuşlardır. Ben bundan önce Şam Hükûmetini bana bırakmanı istemiştim. Şu şarttaki biat hususunda beni mazur göresin. Şimdi dahi senden istediğim budur. Eğer bu savaş devam ederse hayatta kimse kalmayacaktır. Cümlemiz Abdul Menafin oğullarıyız. Aynı soydan gelmekteyiz. Birbirimizden üstünlüğümüz yoktur.”

Mektubu Emirel Müminin: “Ey Muaviye mektubunu okudum. Mektubundan zulüm ve inadın, şekavetin bana malum olmuştur. Yazmışsın ki: ”Eğer işin bu mertebeye varacağını bileydik ikimizde bu işe başlamazdık ”Evvela şunu bil ki; Bu sözün doğru değildir. Zira seninle muharebeye her zamankinden daha istekliyim. Benim ölümden korkum yoktur. Sizin korkunuz ehli şek ve riya olmanızdandır. İltimasın daha önce olduğu gibi şimdide tarafımdan kabul görmemiştir. Abdu Menaf oğulları olduğumuz haktır. ”Birbirimizden farkımız yoktur” Sözleriniz batıldır. Zira Haşim Oğulları Ümeyye oğullarına asla benzemez. Sen ne islamda nede hicrette benden öndesin. Ben Resulullahın hem biraderi hem vasisiyim. İlim Şehrinin kapısıyım. Benim Resulullaha nispetim Harunun Musaya nispeti gibidir. Hâsılı kelâm budur ki; Eğer bana biat etmez isen öyle bir belaya uğrayasın ki benzeri olmaya.

Kalellahu Teâla: “Ve se ye’lemüllezine zalemû eyye munkalebin yankalibun”

Ahiri Harbi Sıffın Ve Leyletül Harir: Ne zaman ki; Muaviye Emirel Mümininden gelen mektupta aradıklarını bulamadı. Ertesi gün İki tarafta cenk ve cidale hazır oldular. Hazreti Emirel Müminin Resulullahın Destarı Ferhundesini başına bağlayıp yine Ol Hazretin atına suvar oldu ve gidip iki ordunun arasında durdu. Yüksek sesle son derece etkileyici bir hutbe irad eyledi.

Hutbe-i Şahı Velâyet: “Ey insanlar; Her kim Ki bu gün: “İnnellaheştera enfeseküm… ayeti mucibince nefsini satışa çıkara. Alıcısının hazır olduğunu görecektir. Alinin hayatı Onun kabze-i kudretindedir. Eğer ehli inadın tuğyanından hududa din ve hukuki müslimin zayi’ olmayacağını bileydim kendi hanemde oturup, hane nişin olurdum. Cenk ve cidalle işim olmazdı. Ama ayineyi devran öyle zuhur etmedi. Bu ümmete musallat olan bu eşkıya güruhuna Hakkın yolunu göstermem ve onları Hakka davet etmem gerekiyor. Muaviyenin sinesinde mütemekkin olan kibir ve hased ki; Geçmişte atalarında mevcut olan kibir ve hasedin bakayasındandır.”

Ne zamanki; Emirel Mümininin hutbesi sona erdi. Muhacir ve ensar bu düreri nadide-i sem’i kabul ile kabul ettiler. Emirel Müminin onlara hayır dualarda bulunup Hicaz ve Irak cengâverlerinden meydana gelen on bin gönüllüyü ayırıp onlar: “Ey Benim yiğitlerim; Birbirinizden ayrılmayın. Hepinizin hamlesi birinizin hamlesi gibi olsun.” dedikten sonra en önde kendisi olmak üzere on bin süvarinin yalın kılıç düşmanın üzerine öyle bir gidişleri var idiki. Sanki tepesinden alevler fışkıran koca bir dağ hareket halindeydi. Eşkiya güruhunun safları birbirine karışmıştı. O gün Malik Eşter nice Şamilerin başlarını bedensiz bedenlerini başsız bıraktı. Ve sahabe-i kiramdan dahi niceleri dahi şerbeti şehadeti nuş ettiler. Malik Eşter onları görünce o kadar ağladı ki. Emirel Müminin onu teselli edip: “Ey Malik Hak Teâlâ Senin gözlerini bir daha ağlatmasın” diyerek ona hayır dualarda bulundu. O gün her iki asker arasında kandan bir deniz meydana geldi. Sanki demirden iki dağ birbirine tokuştular.

“İnne zelzeletes sa’eti le şeyün ‘azîm”

Gününden nişan verdiler. Süvariler piyade oldu. Alemler düştü. Kılıçlar kırıldı. Toz duman öyle bir mertebeye vardı ki birbirlerini göremez oldular. O gün hiç kimse ye erkâniyle salatı eda etmek nasip olmadı. Kılabilenler ancak ima ile kılabildiler. O gece Emirel Müminin yüzünü asumana çevirip yalvardı: “Huda’ya; Gönüllerini sana tevcih ederler. Ellerini Senin Dergâhı Ahediyetine kaldırırlar ve hacetlerini senden isterler. Perverdigarımız bizim aramızda hükmünü icra eyle.”

Derler ki;

Emirel Müminin hem dua eder hem de safları birbirine katardı. Rivayet olunmuştur ki; O Şahı Velayet her kim ki Zülfikar’la yere sererdi tekbir getirirdi. Yanı başından ayrılmayanlardan biri: “Emirel müminini tekbirlerini hafızamda tuttum sabah olunca beş yüz yirmiye ulaştığını gördüm.” dedi.

Amr Bin Asın Hilesi: Muaviye askerlerindeki korku ve zafiyeti müşahede edince.

Amr Bin Asa: “Ey Amr; Hanı nerde kaldı o senin yaptığın hileler? Eğer halimize Bir tedbir düşünmez isen sonumuzun helak olacağı muhakkaktır.”

Ertesi sabah Emirel Müminin serdarlarına hitab ederek: “Siz düşmanlarınızla bir mertebeye eriştiniz ki; Zaferle aranızda bir adım mesafe kaldı. Yarın Hak Subhanehu ve Teâlâ onlarla bizim aramızı fasleyleye. “Ve Hüve Ahkemül hakimîn” (O hakimlerin Hakimidir)

Çünkü bu haber Muaviye’ye erişti. Amr Bin Asa: “Bu hususta senin görüşün nedir?” dedi.

Amr: “Ehli Hicaz ve Ehli Iraktan öyle bir şey isteyeceğiz ki; Eğer kabul ederlerse

Aralarında hilaf ve ihtilaf peydah olur. Eğer kabul itmezlerse dağılıp perişan olurlar.”

Muaviye: “Düşündüğün nedir?”

Amr: “Onları Kitabullaha davet edeceğiz.” dedi.

Orada bulunanlardan Eşas Bin kays: “Eğer yarın dahi dünkü gün gibi cenk olursa her iki tarafta da savaşan kimse kalmayacak. Ailelerimiz ve evlatlarımız zelil ve perişan olacak.” dedi.

Muaviye: “Eşas doğru söyler. Bir kere daha cenk olursa Rumlar Şam’ı istila ederler. Kavmi ‘acemde Irak’ı yağmalar” dedi.

Ertesi günü güneş doğmadan önce Amr Bin Asın o korkunç tedbiri muktezasınca mızraklarına mushaf yapraklarını bağladılar ve saf çekip durdular. İlk önce onları alem zannettiler. Sonra durum anlaşıldı. Bu esnada merkezden Fazl Bin Edhem. Sol kanattan Şerihi Hamedanî Sağ kanattan Verka Bin Azib meydana çıkıp nida ettiler: “Ey Arap topluluğu; Allah için kendi evlat ve kadınlarınıza merhamet edip cenkten elinizi çekiniz. Eğer bu gün dahi cenk ederseniz ölürüz. Avratlarımız ve evlatlarımız düşmanın yani Rumların eline geçer. Farisiler dahi sizin avrat ve çocuklarınızı esir edip vilayetlerine götürürler. İşte Kitabullah sizinle bizim aramızdadır.” dediler.

Bu arada Ebul Aver bir boz ata binip iki saf arasında durdu ve feryat edip: “Ey Ehli Irak sizi aramızda hakim olan Kitabullaha davet ediyoruz.” dedi.

Iraklılar vaziyeti iyice anlayınca: Kerdos Bin Hani: “Ey Ehli Irak sakın aldanmayınız. Bu yapılanlar hileden başka bir şey değil.” dedi.

Sufyan Bin sevr: “Biz bundan evvel Şamlıları Kitabullaha davet etmiştik. İcabet etmedikleri için savaş kaçınılmaz olmuştu.” dedi.

Halit Bin Muammer: “Bu hususta karar verecek olan Emirel Müminindir.” dedi ve Emirel Müminine varıp onu vaziyetten haberdar eylediler.

Emirel Müminin: “Bu bir hiledir ki; onu düşünmüşlerdir. Bunların bundaki maksatları onunla amel etmek değildir. Nusret ve zaferden ümitlerini kestikleri için bu yola baş koydular. Canlarını kurtarma derdine düştüler. Biz onlarla cenk etmeliyiz tâ hükmü Huda’ya razı olalar. Fakat ekseri sipah ve ümera ve âyan Muaviye’den rüşvet almışlardı. Gittiler: “Ya Ali Muaviye’ye icabet et ki; Seni Kitabullaha davet eder. Biz Osman’a bu cihetten muhalefet etmiştik.”

Çünkü Emirel Müminin onlardan bu sözleri işitti: “İnna Lillahi ve inna ileyhi raciûn” (Biz Allaha aidiz ve dönüşümüzde onadır) dedi.

Bu esnada Muaviyenin elçileri gelip Mushaflar getirdiler.

“Ya Ebel Hasan Şamiler derler ki; Sizinle bizim aramızda bu kitaptan gayri bir hakem yoktur.” dediler.

Eşas Bin Kays ki; Arap Kabilelerinin çoğu onun idaresindeydi. Muaviye ona yüklü miktarda rüşvet vermişti.

“Ey Emirel Müminin nitekim dün ki gün biz sana tabi idik. Bu gün dahi öyleyiz. Amma Muaviye bu sözü insafla söyler. Hakkın kelamına davet eyler.” dedi.

Emirel Müminin: “Vallahi ben Kitabullahı onlardan daha iyi bilenlerdenim. Bu Amrın hilesidir”

Bu haber ordu içinde yayılınca savaşa katılan askerler geri çekildiler. Muhaliflerin karşısında Malik Eşterden başka kimse kalmadı. Emirel Müminin askerlerin bölük bölük geri döndüklerini görünce elini eline vurup: “Ciğer yiyenin oğlu bize galip geldi” dedi.

Bu esnada İbnu kuva ve Emirel Mümininin askerlerinin kurra ve zuhhadından bir cemaat ki; Bundan sonra onlar HAVARİC imiyle anılacaklardır. Hazreti Şiri Huda’nın meclisine gelip: “Muaviyenin davetine elbette icabet etmen gerekir. Aksi halde senden ayrılırız” dediler.

Emirel Müminin tefrikayı önlemek niyetiyle kerhen onlara muvafakat gösterdi. Bir kavm dahi Emirel Müminine: “Malik Eşter daha muharebeden elini çekmedi. Ona haber gönder ki geri dönsün” dediler.

Emirel Müminin Yezid isminde birini göndererek, fitneyi azimin çıktığını, Malikin askerleriyle acilen gelmesini tembih eyledi. Çünkü Yezid Emirel Mümininin haberini Malike ulaştırdı.

Malik: “Huda hakkı için; Bu fitne refi mesâhiften zuhur etti.” dedi.

Malik Eşter cenkten el çekip askeriyle birlikte geri döndü. Huzuri Emirel Mümininde: “Ey ehli Irak, ey güruhu zil ve nifak Huda hakkı için düşmanınıza galip gelmiştiniz. Şimdiki halde beni kendi halime bırakın yeter. Ben onların işini bitiririm.” dedi.

Onlar: “Biz senin günahına ortak olmayız” dediler.

Çünkü Emirel Müminin Muaviyenin davetine icabet hususunda haricilerin inadını muşahede etti. Eşas Bin Kayse: “Var sancak darlara söyle alameti harp olan sancakları meydandan çıkarsınlar. Eşas ferman gereği Rabia kavmine vardı. Rabia kavminin reisi olan Amr Bin Ümeyye itti: “Ey Eşas; Ehli Şamın hüccet ve davetine icabet etmek isteriz. Hâlbuki biz o kavmin kanı deryasında vurgun yedik.”

Ve kılıcını çekip: “La hükme İllallah” (Hüküm Allah’ındır) dedi.

Eşas: “Kılıcını kınına koy. Şamiler bizi öyle bir şeye davet ettiler ki; Geri çevirmenin imkânı yoktur.”

Amr: “Biz onları daha önce aynı şeye davet eylemiştik. İcabet etmemişlerdi.” diye cevap verdi.

Bu sırada Muaviye Şamın eşrafına hitab ederek: “Bizimle ehli Irak ve Hicaz arasında muharebe çok uzadı. Bu iki taraftan her biri hakkın kendi taraflarında olduğunu iddia etmektedir. Şimdi onları Kitabullaha ve Hükmü İlahiye davet ettik. Eğer kabul ederlerse ve hüvel matlup. (Arzulanan budur) Etmezlerse savaşın devamı için bir mazeretimiz olur.”

Bundan sonra Muaviye Emirel Müminine bir mektup gönderdi.

Mektubu Muaviye: “Ey Ali; Ben seni Kitabullaha davet ediyorum. Bir hakem senin tarafından, bir hakem benim tarafımdan tayin edelim Kuranın muktezasınca hükmetsinler. Eğer ehli kuran isen kuranın hükmüne razı olasın”

Emirel Mümininin Mektubu: “Ey Muaviye; Sen beni Hükmü Kurana davet edersin ve ben bilirim ki; Sen Kur’an’ın hükmüyle amel etmezsin. ”Ve men lem yerda bi Hükmillahi faked dalle delalen beida”(Kimki Allah’ın hükmüne razı olmaz. O uzak bir sapıklığın içindedir)”

Derler ki;

Muaviye habip Bin Menarı Emirel Müminine gönderip dedi ki: “Bu bizim kavgamız kolay hallolmaz. Sen bir şahıs ihtiyar et ben bir şahıs ihtiyar edeyim. O şahıslar hilafeti sana tevzi ederlerse ben razı olayım, eğer bana tevzi ederlerse sen razı ol. Eğer hilafeti üçüncü bir şahsa tevzi ederlerse ikimizde feragat edelim.”

Orada bulunanlardan Arap kabilelerinin birçoğunun reisi olan Eş’es Bin Kays: “Muaviyenin bu sözü insaftan hariç değildir. Onunla amel olunmalı” dedi.

İki kişi daha: “Ya Emirel Müminin bizim ekseri yiğitlerimiz şehit oldular. Bari kalanlara merhamet etseniz” dediler.

Muaviye Emirel Mümininin ordusunun kendi ordusuna galip geleceğini biliyordu. Ona binaen ordunun ileri gelenlerinden Eşas Bin Kayse bir mektup yazıp ondan yardım istedi. Eğer bu sulh işinde yardım ederse kendisine mükâfat olarak yüz bin dirhem vereceğini vadetti. Eşas bu vadi duyunca Dünyaya olan meyli onu gayrete getirdi. Ezd, Rabia ve Eşariye kabilelerini toplayıp muharebeden çekilmeye; Eğer Malik bu hususta ısrarcı olursa onuda öldürmeye karar verdiler. Beni Bekr ve Vail kabileleri dahi onlara katıldılar.

Bu esnada Abdullah Bin Haris ki; Onun zühd ve tekvası öyle bir mertebeye erişmişti ki; Rivayete göre 23 yıl yatsı namazının abdestiyle sabah namazını kılmıştı. Ve Leyletül Harirde on altı yerinden yara almıştı. Emirel Mümininin Çadırına geldi.

Emirel Müminin: “Ey Abdullah nasılsın?” dedi.

Abdullah: “Ya Emirel Müminin benim tasavvurum oldur ki; Bu fakirin ömrü bir günden ziyade kalmamıştır.”

İmam Alinin gözleri doldu ve: “Ey Abdullah gönlünü hoş tutasın. Perverdigarı Gafurun rahmetine ulaşacağını umuyorum.” dedi.

Abdullah: “Ya Emirel Müminin; Duydum ki senin ashabın muhalefet makamına gelip derler ki;

“Muaviye ile sulh et ”Sakın muharebeden el çekmeyesin.”

Emirel Müminin: “Ey Abdullah; Hangi leşker ile mukatele edeyim. Kimlerle onlara galip geleyim? Eğer beni dinleyen olursa onlarla savaşırım. Aksi takdirde urve-i vuskayı sabre sarılırım. Ey Abdullah; Resulü Huda bu durumu ve bundan sonra olacakları bana haber vermişti. Ben bu kavmi Dergâhı Ahediyete havale ediyorum. Bana itaat ve inkıyat dairesinden ayrılanlar şakilerdir. Onlara çok zararlar dokunacaktır.”

Derler ki; Çünkü Amrın hilesi gerçekleşti. Şam ve Irak halkından Hafızı Kelamullah olanlar bir araya gelip iki ordunun arasında Kur’an okumaya başladılar. En sonunda hilafetin hakemler tarafından belirlenmesine karar verildi. Şamlıların hakemi Amr Bin As tı. Reisi havâriç olan Eşas Bin Kays ve ona tabi olanlar ise: “Bizim hakemimizde Ebu Musal Eş’ari olsun “ dediler.

Emirel Müminin: “Ben onun reyine razı değilim. Zira onun bu babda vukufu yoktur. Abdullah Bin Abbas olsun” dedi.

Hariciler: “Seninle Abdullah Bin Abbas arasında ne fark var. Sen dilersin ki kendi hususunda kendin hükmedesin. Biz dileriz ki; Bu hususta hakem olan kişinin seninle Muaviye’ye olan nispeti denk olsun.”

Emirel Müminin: “Ya niçin Şamiler Amr Bin Ası hakem olarak tayin ettiler. Amr benim düşmanımdır.”

Haricilerin Reisi: “O onların problemi. Herkes kendi maslahatını daha iyi bilir.”

Emirel Müminin: “Malik Eşter bu işin ehlidir. Ben onu münasip görürüm” dedi.

Haricilerin Reisi Eşas: “Biz onu kabul etmeyiz. Bu fitne ateşini başlatan oydu.” dedi.

Hâsılı kelam: Emirel Müminin ve sair ukelâ ve Ahnef Bin Kays: “Ebu Musa bu işe uygun değildir” dediler.

Hariciler ise razı olmayıp: “Eşariden gayrısını istemeyiz” dediler. Ve ayrıca onu getirmeyede adam gönderdiler. Eşari o sıralar köşe nişinlik ihtiyar etmişti. O kişi Ebu Musaya varıp: “İkitaraf sulh oldu” deyine Ebu Musal Eşari: “Elhemdu Lillah” dedi. “Seni Hakem tayin ettiler” deyince de: “İnna Lillahi ve inna ileyhi raciun” dedi.

Eşari Emirel Mümininin ordugâhına geldi. Emirel Mümininin desti buseyle müşerref oldu. Eshabı Kiramdan bu işe ehil olmadığı için ona nasihatte bulunanlar oldu. Ancak:

Eşari: “Eğer bu hususta bana itimadınız yoksa. Beni bu işten uzak tutun”

Malik Eşter: “Ey Eş’ari sen o kişi değilmisin? İmam Hasan Küfeye geldiğinde Küfelilere evlerine çekilip tarafsız olmalarını tenbih eyledin. Alinin oğluyla gitmeyin ki bu mucibi fitnedir demedin mi?”

Eş’ari: “Haklısın öyle dedim. Ancak o söylediklerime pişmanım. Şimdi buraya sizinle beraber olmaya geldim.”

Ne zaman ki; Hakem olayı hakikat hal aldı. İki ordu arasına bir meclis kuruldu. Kâtipler tayın edildi. Abdullah Bin Ebu Rafi Emirel Mümininin kâtibi idi. Abdullah yazdı ki; “Haza ma salehe aleyhi Emirel Müminine Ebu Talip”

Muaviye Abdullaha hitab ederek: “Ne bed kişisinki Alinin kendi ismiyle ve pederinin ismiyle yetinmeyip Emirel Müminin yazarsın. Emirel Müminin olduğunu bileydik onunla kital etmezdik. Emirel Müminin lafzını sil. Yerine Ali Bin Ebu Talip yaz.” dedi. Ahnef Bin Kays bu sözü duyunca müteellim olup: “Ey Emirel Müminin; Müminlerin Emiri lafzının silinmesine izin verme. Şayet silinirse bir daha geri dönmemesinden korkarım.” dedi.

Emirel Müminin: “Sadeka Resulullah” (Resulullah doğru söyledi)

Ey Ahnef bu olayın benzeri benim elimde cereyan etti. Ben bu olayı bizzat yaşadım.

Ahnef: “Nasıl Ey Emirel Müminin?”

Emirel Müminin: “Hüdeybiye gününde Kureyşle aramızda bir sulh name yazdığımda yazmış idim ki; “Hâzâ mâ salehe aleyhi Muhammedur Resulullah” (Bu anlaşmada yetkili, Allah’ın Resulü Muhammed’dir)

Ehli Mekke’den Sehl Bin Amr: “Resulullah lafzını sil yerine Muhammed Bin Abdullah yaz.

Zira biz onun resul olduğuna inansaydık umreden men ‘etmezdik” dedi.

Resulullah: “Ya Ali; Dediğini yap. Bir gün sende aynı durumla karşılaşacaksın” buyurdular.

“Ey Abdullah Muaviyenin dediği gibi yaz”

Ve sulh name bu şekilde yazıldı.

“Hâzâ mâ aleyhi Ali Bin Ebu Talip ve Muaviye Bin Ebu süfyan”

Her iki tarafta Fatiha’dan Kur’an’ın nihayetine kadar Kur’an’ın hükmüyle ‘amel edecekleri hususunda anlaştılar. Ebu Musal Eşari ile Amr Bin As bu anlaşmada hakem olarak atandılar. Onlar dâhi; Kur’an’ı kendilerine rehber kılıp, Kelam-ı İlahiden ayrılmayacaklarına söz verdiler. Ve her iki tarafın hakemleri şeraiti emaneti ve diyaneti yerine getirdiklerinde her iki tarafın canları malları ve evlatları diğerlerinin taarruzundan emin olacak. Eğer hakemler ramazan ayına kadar bi karara varamazlarsa her iki taraf muharebe edip etmemekte serbesttir. Çünkü Sulhnâme tamamlandı. Zeyline şunlar ilave edildi.

“Şehide hazel kitabe Hasan ve hüseyin Ebna Ali.

Ve Ali bin Abdullah Bin Abbas ve Abdullah Bin cafer Bin Ebu Talip. Ve kütibe Yevmül Erbaa. Li selâsete aşere min Saferil Muzaffer. Li seneti hamsin ve selâsine”

(Şahitler: O Şahı Velayetin iki oğlu Hasan ve Hüseyin. Abdullah Bin Abbasın Oğlu ali ve Ebu Talibin Oğlu Cafer’in Oğlu Abdullah. Tarih-i Hicrî:13 Sefer. Sene:35)

Ebu Hanife-i Dinûrî nin FUTUH nam kitabında yazılıdır ki; Çünkü Emirel Müminin Aliyyul Mürteza’ya Malik Eşterin sulha rızasının olmadığını söylediler.

Hazreti Mürteza: “Huda hakkı için o sulha benimde rızam yoktu. Fakat kavmimin rızaya ittifaklarıyla ben dahi razı olmuş bulundum. Artık bu andan itibaren geriye dönmem doğru olmaz. Keşke içiminde Melik Eşter gibi biri daha bulunsaydı düşmanın çokluğu umurumda olmazdı”

Derler ki;

Sulh name yazıldıktan sonra Eş’es Bin Kays onu alıp ordugâhtaki kabileler arasında gezdirdi. Ne zaman ki; Kabileler duruma vakıf oldular. İçlerinden iki kardeş gayrete gelip feryat ettiler.

“Ve lâ hükme illâ Lillah” (Allah’ın hükmünden başka hüküm yoktur) diyerek düşman saflarına saldırdılar. Fazla dayanamayıp bu uğurda canlarını verdiler. Eşes Bin Keys Sulh Nameyi Murad kabilesine okurken o kavmin ileri gelenlerinden Salih Bin Şakik itiraz edip: “Lâ hükme İllellah” (Hüküm Allah’ındır) dedi. Ekseri kabail bu sulha rıza göstermeyip Eşes Bin Kayse lanet okudular.

Derler ki;

Emirel Mümininin kâtibi; Abdullah Bin Ebu Rafi’ sulh nameyi yazıp Şamlılara verdi. Ve Muaviyenin kâtibi; Amr Bin Ubade-i Kelbî dahi sulh nameyi yazıp ıraklara verdi. Erbabı Irak ve Eshabı şikak o sulh nameye kendi isimlerini de yazdılar. Çünkü sulh nâme tamamlandı. Emirel Mümininin askerlerinden Rabia kabilesinden biri suratla atına bindi ve Muaviyenin askerlerine saldırıp bir kaçınıda yaraladıktan sonra geri dönüp Emirel Mümininin askerlerine saldırdı. Gâh o tarafa gâh bu tarafa saldırıp: “Ey insanlar bilin ki; Ben Alidende Muaviyedende ve onların hükümlerinden de bizarım.

Allah’ın Hükmünden gayrı hüküm yoktur. ”Velev kerihel müşrikûn” diyerek yine Emirel Mümininin askerlerine saldırıncada öldürüldü. Haricilerden ilk öldürülen buydu. Sulhun tamamlanmasından sonra Emirel Müminin Kûfeye, Muaviye’de Şama döndü. İttifak ettiler ki; Ebu Musal Eşari ehli maariften ve Ayanı Hicaz ve Iraktan bir taife ile. Amr Bin As Şemiler ile giderler ve ittifak ile emri hilafette hüküm verirler. Emirel Müminin Şerîh Bin Haniyi beş bin askerle kararlaştırılan yere gönderdi. Abdullah Bin Abbasıda onlara imam olarak tayin etti. Muaviye’de Ebul A’veri bir güruh askerle aynı yere gönderdi.

Bazı rivayetlerde her iki taraftan sekiz yüz kişi Devmetül Cünd ele gittiler. Bunların dört yüzü bu taraftan dört yüzüde diğer taraftandı.

Kureyşin Devmetül Cündelde Toplanması

*****Amr ile Eş’arinin Ayalarınd da Vaki Olanlar

Ne zaman ki; İki fırka Devmetül Cündelde bir araya geldiler. Amr Bin As Ebu Musaya iltifat edip: “Ey birader nice zamandır sizinle mülakat etmedik. Hak Teâlâ bu buluşmamızı mübarek eyleye.”

Her gün Amr Eşarinin yanına gelir, ona hizmet eder, karşısında diz çökerdi. Ondan meseleler sorardı. Ve derdi ki; “Senin ilmin ve faziletin herkesin malumudur.”

O kadar iltifat eylediki. Oda bunları hakikat zanneyledi. Hile olduğunu bilemedi. Amr Bin As bir gün Eşariyi halvete çekip: “Sen Resulullahın sohbetiyle benden ziyade müşerref oldun. Şunu bil ki; Ben senin evet dediğine hayır demem. Fikrin ne ise söyle bilelim ve öyle hareket edelim” dedi.

Eşari: “Ey Amr; Benim fikrim oldur ki; Abdullah Bin Ömer Salih ve iffetli bir kişidir. Bu olayların dışında kalmış ve uzleti ihtiyar etmiştir. Hilafeti ammeyi ona tevfiz edelim”

Amr: “Muaviye Osmanın velisidir. Eğer sen onun hilafetine Rıza vermezsen fitne zuhur eder. Halkın sana kini büyük olur.”

Eşari: “Muaviyenin Osmanın velayetine salahiyeti yoktur. Osmanın kanının velisi iki oğludur. Gel rıza göster hilafeti Abdullah Bin Ömer’e ısmarlayalım.”

Amr: “Abdullah hilafete layık değildir. Maslahat oldur ki; Hilafeti Her ikisinden de alıp şuraya havale edelim. Bu işe şura karar versin” Eşariye bu düşünce ma ’kul göründü. Eşari kendi menziline geldi. İbni Abbas: “Ey Ebu Musa; Benim endişem odur ki; Amr seni kandırmıştır. Benim sana nasihatim odur ki; Neye karar verdiyseniz önce onun kararını halka açıklamasını bekleyin. Onun kararını dinledikten sonra siz kendi kararınızı açıklarsınız. Zirâ Amrın hilesi çoktur” diye tembihatta bulundu.

Ertesi gün Ebu Musal Eşari ve Amr Bin As ve insanlar bir mescitte toplandılar. Eşari Amra: “Hutbeye çık ve üzerinde ittifak ettiğimiz şeyleri ilan et” dedi.

Amr: “Asla senin önüne geçemem önce siz buyurun “ dedi.

Eşari minbere çıkıp Allaha hamd ve senadan Resulüne tehiyyat ve selamdan sonra. Aliyi de Muaviyeyide hilafetten uzak tuttuklarını. Emri Hilafeti şuraya havale ettiklerini onlar kimi dilerlerse onu halife seçebileceklerini söyledi ve yüzüğünü parmağından çıkardı ve: “Bu yüzüğü parmağımdan çıkardığım gibi ben Aliyi hilafetten çıkardım.” diyerek minberden indi. Bu sefer Amr Bin as minbere çıktı ve: “Hepiniz gördünüz ve duydunuz Eşari Sahibini hilafetten azletti. Şimdi bende sahibim olan Muaviye’yi halife kıldım. O halife mazlumun yerine halifeliğe en layık olan Muaviye’dir” der demez halkta büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı meydana geldi. Çünkü Eşarinin söyledikleriyle Amrın söyledikleri tamamıyla farklıydı. Biri işi şuraya havale ediyor diğeri ise şurayı kabul etmiyor. Doğrudan doğruya Muaviye’yi halife ilan ediyordu. Ebu Musal Eşari: “Ey Amr Allah sana rahat yüzü göstermesin. Sözlerinin tamamı iftiradır. Biz seninle böyle anlaşmamıştık. Ey Amr; Senin misalin o köpeğin misali gibidir ki; “Fe meseluhu ke meselil kelbi. İn tahmil aleyhi yalhes ev tetrukhu yalhes…” Araf: 176 (Onun durumu köpeğin durumu gibidir. Üstüne varsanda dilini sarkıtır. Bıraksan da sarkıtır)

Amr Eşariye: “Yalan söylüyorsun” dedi.

Şerih Bin Hani Amrın başına kırbaçla vurdu. Sonraları Şerih: “Neden kamçı yerine ona kılıçla vurmadım” diyerek hasret çekerdi. O sırada o mecliste hazır olanlardan bazıları feryat edip: “Lâ Hükme İllellah. Eşariyle Amrın Emri Huda’ya ne gibi bir bağlılıkları vardır?” dediler.

Ehli Iraktan bir taife dahi kılıçlarını çekip savaşmak isteyince Abdi Bin Hatemi Tai engel oldu. “Halifenin izni olmadan kital caiz değildir” dedi.

Bu durum Ehli Hicaza ve Haşim Oğullarına çok zor geldi. Abbas Bin Abdul Muttalibin Ebu Bekir’e biatında söylediği şu beyitleri yeniden terennüm eylediler.

Şiir:

“Ne dânem hilâfet çirâ munsarif

Şüd ez Haşim ângâh ez bül Hasan

Ne o evvel –imukbil-i kible bûd

Ne o e’lemi vahyu şer’u sünen

Ne Akreb-i be ahd-i Nebi bûd û

Mu’ini Cibril biğusli kefen”

Tercüme:

(Hilafet Haşim ve ebul Hasandan niçin geri alındı bilmiyorum.

O gün halife olan ne kibleye ilk dönendi. Nede vahyi,

Şeriatı ve sünneti daha iyi bilendi. Nede ahde vefada Nebiye en yakın olandı.

Nede Nebi yıkanıp kefenlenirken onun yardımcısıydı Cebrail)

O mecliste olanlardan bazıları Eşariye hakaret edip: “Emirel Müminin senin ahmaklığını ve cehaletini bilirdi. Onun için senin hakemliğini kerhen kabul etti.” dediler.

Bir kısmı dahi Eşariyi öldürmek istediler. Bunun üzerine Eşari korkuya kapılıp Mekke’ye kaçtı. Amr ise kendi adamlarıyla Muaviyenin yanına döndüler. Abdullah Bin Abbas ve Şerih Bin Hani askerleriyle birlikte Emirel Mümininin yanına vardılar.

Kitabı Mustasfada yazılmıştır ki; Çünkü hakem olayına Amrın hilesi damgasını vurdu. Minberlerde başta Muaviye olmak üzere Amr Bin Asa Ebul Afere, habib Bin Müslime’ye, Zahhak Bin Kayse, Velid Bin Utbeye Ebu Musal Eşariye lanete başladılar. Bu haber Muaviye’ye ulaşınca oda Şam minberlerinde Ehli Beyti Resulullaha İbni Abbasa ve Malik Bin Eştere hakaret etme talimatını verdi.

*****Malik Eşter Ve Muhammed Bin Ebubekir’in Şehadeti

Daha önce anlatıldığı üzere Emirel Müminin Kays Bin Sadi yi Mısır Hükümetinden azledip yerine Muhammed Bin Ebu bekri tayin etmişti. Kays Bin Sadi yerini Muhammed’e teslim ederken ona bazı nasihatlarda bulunmuş:

“Emirel Müminine biatta acele etmeyip mühlet isteyen taifeler üzerine varmayasın. Falan kabilelerinde gönüllerini hoş tutasın. Zira. Mısır memleketinin idaresi onların yardımına muhtaçtır.” demişti. Muhammed bu nasihatleri unutup o taifelerin üzerine asker gönderdi. Bu savaşta Muhammedin askerleri yenildi. O sıralarda Mısırda Muaviye Bin Medih isminde biri vardı. Gizliden gizliye Emirel Müminine kin beslerdi. Harbi Sıffın sona erdiğinde bu kişi; Osmanın kanını talep bahanesiyle ortaya çıktı. Bir takım güruhu eşkıya dahi onun etrafında toplandı. Muhammed Bin Ebubekir durumu Emirel Müminine bildirdi. Emirel Müminin Sıffın seferinden döndükten sonra Malik Eşteri Cezire vilayeti valiliğine göndermişti. Mısır meselesi çıkınca istişare için onu geri çağırdı. Maliki Eşterle istişare eden Emirel Müminin: “Muhammed Bin Ebu Bekir henüz delikanlı olduğu için tecrübeden yoksundur. Onu Mısır idaresinden uzak tutmak isterim. Bu hususta senin reyin nedir oraya kimi göndermeliyiz?” dedi.

Malik Eşter: “Mısırın idaresine en layık olan Kays tır. Ondan daha uygunu yoktur” dedi.

Bu haber kayse gidince Kays bu görevden muaf tutulmasını istedi. Bu isteği kabul edildikten sonra Kendisi Azerbaycan memleketlerinin zaptı için görevlendirildi. Mısır Valiliğini ise Malik Eştere tevdi eyledi ve: “Bu göreve senden daha liyakatlısı yoktur. Hem sen nasihatada muhtaç değilsin. Zira senin ferasetin var. Her şeyi yerli yerinde yaparsın. Hemen oraya gitmeli ve o fitneyi yerinde yok etmelisin.” dedi.

Malik Eşter emir gereği Küfeden çıkıp Mısır tarafına revan oldu. Şamda Muaviye nin bundan haberi olunca korkuya kapıldı. Hesap ettiki; Eğer Emirel Müminin Küfeden Malik Eşter Mısırdan üzerine gelirlerse kaçıp gizlenmekten başka çaresi kalmayacaktır. O sırada Muaviyenin dostlarından bir Zerdüşt vardı. Mısır yolu üzerinde bir kasabada otururdu. Ona bir mektup yazdı: “Malik Eşter Mısıra doğru yola çıkmıştır. Sen onun geçeceğim yol üzerinde bulunmaktasın. Onu Evine davet etmeli ona ikramda bulunmalısın ve yemeğine zehir katıp onun hışmından bizi kurtarmalısın.”

Dehkan Muaviyenin isteğini yerine getireceğini bildirip işe koyuldu. Gerekli hazırlıkları yapıp misafirin gelmesini beklemeye başladı. Malik Eşterin yolu o kasabaya varınca Dehkan denen Mecusi onun önüne çıkıp: “Ben ehli haraçtan biriyim. Senin yardımına muhtacım”

Diyerek Maliki evine davet eyledi. Zımmınin davetini geri çevirmeyen Malik Eştere sofrada zehirli bal şerbeti içirdiler. Savaş meydanlarında orduları birbirine katan bu efsane savaşçı Bu yolculuğunun Mısıra değilde şehadete doğru olduğunu nereden bilecekti.(Reziyallahu anh)

Bu esnada Maliki şehadeti haberi duyulunca:

Muaviye: “Alinin iki eli var idi. Biri Ammar biri Malik idi. İkiside kırıldı.”

Çün Malikin şehadet haberi Emirel müminine ulaştı. Ol Hazret Malikin ardından çok ağladı. Ve Muhammed Bin Ebu Bekre bir mektup yazarak Malikin irtihali Darı Bekâ eylediğini haber verdikten sonra makamında sabitkadem olmasını. Düşmana karşı uyanık olmasını. Halkı tarıkı müstakime çağırmaktan geri durmamasını sıkı sıkı tembih eyledi.

Malik Eşterin vefatından sonra Emirel Müminin harici fitnesini ortadan kaldırma işiyle meşgul oldu. Bütün bunları Muaviye fırsatı belleyip, Mısırı vilayetini Amr Bin Asa verip altı bin askerle onu mısırın istilası işiyle görevlendirdi. Ayrıca Muaviye Bin Medihe namındaki eşkıyaya da bir mektup yazarak ondan Amr Bin asa yardım etmesini istedi. Amr Mısır topraklarına girince Muaviye adındaki eşkıya maiyetiyle beraber gelip Amra tabi oldular.

Amr Bin As Muhammed Bin Ebu Bekre haber gönderdi: “Derhal Mısırdan çıkıp gidesin. Zira Osmanın kanı senin gerdanındadır.” dedi.

Muhammed dahi: “Ben senin ne mal olduğunu en iyi bilenlerdenim. Sen Osmanın kanının peşinde değil, Muaviyenin attığı kemiğin peşindesin. O kemiğide alman için hak etmen lazım” dedi.

Neticede her iki tarafta harbe karar verdi. Muhammed Bin Ebubekir Osmanı önce bıçakla yaralayan Kinane adındaki şahsı bir taife ile Öncü birlik olarak Şam askerine karşı gönderdi. Amr Bin As dahi Abdur Rahman Bin Halid Bin Velidi bir güruhla Kinaneye karşı gönderdi. İki gurup arasındaki savaşı Kinane kazandı. Halid Bin Velidin oğlu Abdurrahman yenilerek geri çekildi. Bunun üzerine Amr Bin As, Muaviye Bin Medihe: “Git kendi oğlunla savaş” diyerek Kinaneye karşı Babası Muaviye’yi gönderdi. Kinane Babasıyla olan cenginde yenildi. Kendisi de babası tarafından öldürüldü. Kinane yenilince Muhammed Bin Ebu Bekir’le birlikte olanlar dağılıp perişan oldular. Bu savaşta yalnız kalan Muhammed bir harabede gizlendi. Sonra onu bulup ele geçiren Muaviye Bin Medih tarafından şehit edildi. Cesedini bir atın ya da eşeğin karnına koyarak ateşte yaktılar. Amr ise zahmet çekmeden Mısırda hâkimiyeti ele aldı.

Derler ki;

Muhammed Bin Ebu Bekir; Amrın Mısır üzerine yürüdüğü haberini alınca Emirel Mümininden yardım istedi. Ol Şahı Velayette Küfe halkından ona yardım göndermelerini istedi fakat icabet eden olmadı. Emirel Müminin Barigâhı İlahiye dua ve niyazda bulundu: “Huda’ya; Bu cemaatin üzerine öyle birisini musallat et ki; Onlara gün yüzü göstermesin. İlahi, Sakif kabilesinden bir çocuğu bu taifeye havale eyle” dedi.

Şahı Velayetin duası Dergâhı İcabete erişip hemen o gece, Haccac Bin Yusuf Sakafi ki; Haccacı Zalim denmekle meşhur olan kişi dünyaya geldi. Ondan ise Küfelilere erişen erişti.

*****Muaviyenin Vilayeti Cezireye Asker Gönderdiği

Muhammed Bin Ebubekir öldürülüp, Amr Bin As Mısır ülkesini ele geçirince Muaviye bu seferde Basra Vilayetini ele geçirmek için Abdullah Bin Harzemiyi o tarafa göndermişti. Abdullah Bin Abbas Tarafından Basra Hakimi olan Zeyyad Bin Semye gözden kayboldu. Bu hale muttali olan Emirel Müminin Harise yi Hazreminin cengine gönderdi. Harise varınca işki ordu arasında kıtali şehit oldu. İbni Hazremi yenilerek bir saraya sığındı. Harisenin emriyle sarayı ateşe verdiler. Muaviyenin komutanı maiyetiyle birlikte yanıp kül oldular.

Hicretin otuz dokuzuncu senesinde Muaviye Numan Bin Beşi Ensariyi on iki bin askerle Aynus samer vilayetini istilaya gönderdi. O sıralarda oranın hakimi Emirel Müminin tarafından tayin edilen Malik Bin Kaab dı. Malikin askeri Şamdan gelen orduyu görünce kaçtılar. Malik yanında kalan birkaç kahramanla birlik bir hisara çekilip Emirel Mümininden yardım istediler. Emirel Müminin Küfe halkından ona etmelerini istediyse de icabet eden olmadı. Malik yardımın gelmeyeceğini anlayınca yanındakilerle Hisardan çıkıp akşam oluncaya kadar cenk eyledi. O sırada Abdurahman Bin Ahnef pederinin emriyle Malikin yardımına koştu. Numan gelenleri bir ordu zannedip Şama doğru geri çekildi.

Yine bu yıl içinde Muaviye Sufyan Bin Affı altı bin askerle Heyte gönderdi. Heyt Musul tarafında bir şehrin adıdır. Sufyan Heyte varıp oradan Anbar tarafına geçti. Oraların hakimi Emirel Müminin tarafından tayin edilen İbni Hassan-ı Bikri idi. Sufyanla savaşırken şehit oldu. Şamın askerleri oraları yağmalayıp talan ettiler. Bu haber Emirel Müminine ulaşınca bizzat kendisi Sufyanı def için tek başına küfeden ayrılıp ordugâhına vardı. Ertesi gün Küfe İleri gelenleri yanına varıp iltimasta bulundular. Küfeye dönmesi için yalvardılar: “Ya Emirel Müminin bu iş senin tek başına yapacağın iş değildir” dediler.

Emirel Müminin onların isteklerini kabul edip geri döndü ve erbabı şecaatten bir taifeyle Kays Bin Sadiyi Sufyanın üzerine gönderdi. Sa’ad aldığı emirle Şam hududuna kadar gitti fakat kimseyi bulamadı. Şam ordusu geldiği gibi orada beklemeyip geri gitmişti.

Yine bu yıl içinde Muaviye Mesedetul Ğazzarı bin yediyüz neferle teymaya gönderdi. Teyma Şam hududuna yakın bir yerdi. O tarafta sakin olan arabı badiyeden zekât toplamasını, vermeyenlerle savaşmasını tenbih eyledi. hattav Mekke ve Medine taraflarına varıp aynı minval üzere hareket etmesini söyledi. Çünkü bu haber Emirel Mümininin katına erişti. Musabbib Fezzariyi iki bin savaşçıyla onun üzerine gönderdi. Müsabbib ferman gereği Teyma denilen mahalle vardı. Orada Şamlılardan nice toplulukları kılıçtan geçirdi. İbni masade kendi akrabasından olduğu için dostane üç kılıç vurdu ve her kılıç darbesinde kendisine: “ Kaç ve canını kurtar. Beyhude kanını döktürme bana” dedi.

İbni Mesade yanındaki askerlerle Teyma kalesine sığındı. Kays Bin Saad onun nasihat kabul etmez olduğunu görünce. O hisarın etrafını odun tepeleriyle doldurup ateşe verdi. İçerdekiler yanacaklarını anlayınca feryada başladılar. kays Bin Sa’d onlara merhamet edip ateşi söndürdüler. Gecenin karanlığı çöküncede İbni Masade yanındakilerle birlikte hisardan çıkarak Şam tarafına doğru kaçtılar.

Yine bu yılda Muaviye Zahhak Bin Kaysi bir orduyla Badiye gönderdi. Ve Ferman ettiki Badiyeden kimseyi sağ komaya. Kuyularını toprakla doldura. Evlerini başlarına yıka. huccacıda Mekke’den engelleye. Ve onlara diye ki: “İmamınız olmayınca siz kime gidersiniz ve kiminle hac edersiniz?”

Zahhak o taraflara varıp çok katliam yaptı. Emirel Mümininin Badiye menazilinden bir menzilde hüccace delil olmaları için görevlendirdiği bir taifeyi kılıçtan geçirdi. Bu haber Emirel Müminine ulaşınca Hıcr Bin Kendiyi dört bin askerle Zehhakin üzerine gönderdi. Hicr Zehhakla karşılaşınca aralarında çok şiddetli cenk oldu Zehhakin askerlerinin çoğu öldürüldü. Zehhak ise Kaçıp kurtulmayı canına minnet bildi.

Yine bu yılda Muaviye Şamın eşrafın birini emiri hac tayın etti. Mısır halkını ve Hududu Mağrip ahalisini hac ettirmekle görevlendirdi. O sırada kasım Bin Abbas Emirel Müminin tarafın dan tayin edilmiş Mekke emiriydi. Muaviyenin tayın ettiği emiri Mekke’yi ziyaretten men etti. İki fırka arasında muharebe tehlikesi zuhur edince Mekke halkı bu duruma mani oldular. Hac mevsiminde biz buna izin vermeyiz dediler. Muaviyenin emiri yerine Şeybe Bin Osmanı Emiri hac tayın edip huccacın haccını eda etmelerini sağladılar.

Hicretin kırkıncı senesinde Muaviye Bişr ibni Ertanı üç bin er ile Haremeyni zabt edip halkını kendine biat etmek için Medineye gönderdi. Bışr önce Medineye geldi. O vakitte Ebu Eyubel Ensarı Medine’nin Hâkimiydi ve Emirel Müminin tarafından tayin edilmişti. Kendini gizledi. Bışr mescide gelip minbere çıktı. Ve esnayı hutbede Osmanın ahvalinden bahsetti. Medine halkından ağlayanlar oldu.

Bışr: “Ey Medineliler, Osmanı siz öldürdünüz şimdi ise onun için ağlıyorsunuz. Huda hakkı için eğer Muaviye sizi katilden nehy etmemiş olaydı sizden birinizi sağ bırakmazdım. Sizden her kim Muaviye’ye biat etmezse onun ölümü kaçınılmaz olacaktır.” diyerek minberden indi. Ve halkı Muaviye’ye biata davet eyledi. Halkın çoğu biat etti. Yalnız Ebu Eyyubel Ensarıyı bulamıyorlardı. Dostlarının evlerini basıp yağmalıyorlardı. Nihayet dostlarının daha fazla zarar görmemesi için. Mihmandarı Resulullah ortaya çıkıp izdırar halindeki ruhsatla amel edip zahirde Muaviye’ye biat etmiş göründü. Zira O bu katil sürülerinin merhametten nasiplerinin olmadığını çok iyi biliyordu. Bişr Ebu Hureyreyi Medine’de Halife koyup Mekke’ye gitti. O zaman Emirel Müminin tarafından Mekke hâkimi olan Kasım Bin Abbas firar etti. Eşari dahi ortalıkta görünmez oldu. En son Bişrin adamları onu bulup getirdiler. Muaviye’ye biat aldıktan sonrada serbest bıraktılar.

Bışr Mekke’nin zaptından sonra Yemen Vilayetine yöneldi. O asırda Yemen Hâkimi olan Abdullah Bin Abbas yerine Harisi kaymakam bırakarak firar etti. Beşir Yemene gelince Harisi ve oğlunu katleyledi. Abdullah Bin Abbasın iki küçük masumunu dahi öldürdü. Bişrin Mekke ve Medine taraflarına gittiği haberini alan Emirel Müminin Harise Bin Kudameyi, Vehb Bin Mesudi sakafiyi dört bin askerle Bişrin takibine gönderdi. Halifenin ordusu önce Harrana uğradı. Orada Bişrin tabilerinden buldukları bir cemaati kılıçtan geçirdiler. Sonra Yemen tarafına yöneldiler. Bişr ise bu takipten ancak kaçarak kurtulabildi.

Emirel Müminin Abdullah Bin Abbasın masumlarının öldürüldüğü haberini alınca. Ellerini Barigahı Ehadiyete kaldırdı: “Allahumme eslib ‘aklehu ve dinehu” (Allahım onun aklınııda dininide elinden al) diye niyazda bulundu. Kısa bir zaman sonra Bişr de delilik alametleri göründü. Abuk sabuk konuşmaya başladı. Sonra kendi kılıcıyla kendini öldürdü. Lanetullahi aleyh.

Bu yılda Ukeyl Bin Ebu Talip Emirel Mümininin katına varıp geçim sıkıntısından ve kesret-i iyalden şikâyet eyledi. İstedi ki Beytül maldan kendisine ayrıca tahsis yapılsın.

Emirel Müminin: “Beytül maldan ben senin hakkın olanı sana verdim.” dedi.

Ukeyl: “Geçinemiyorum. Çok zor durumdayım.” dedi.

Emirel Müminin: “Eğer sana bir şey vermekten başka çarem yoksa bu gece benimle beraber gel. Varıp falancanın gizlice sarayına girip malını alıp sana vereyim Tamam mı?”

Ukeyl: “Bu hırsızlık olur” dedi.

Emirel Müminin: “Mahşerde malını çaldığım bir kişiye cevap vermek tüm müminlerin her birine ayrı ayrı cevap vermekten daha kolaydır. Zira beytul malda bütün ümmetin hakkı vardır” buyurdular.

Derler ki;

Ukeyl Emirel Mümininden payının artırılmasını isteyince. Ona bir miktar beklemesini söyleyip yanından ayrıldı. Sonra dönüp geldiğinde elinde kızgın bir demir vardı. Onu Ukeyle uzatıp: “İşte senin payın al” dedi.

Ukeyl: “Sen benim yanmamı mı istersin?”

Emirel Müminin: “Evet, tıpkı senin benim cehennemde yanmamı istediğin gibi” dedi.

Ukeyl bu sefer gizlice Şama gitti. Muaviyenin katına vardı. Muaviye onu tazimle karşıladı. Ona izzet ve ikramda bulundu. Özel meclislerinde ondan övgüyle bahseder: “Ukeyl öyle bir kişidir ki; Ebu Talip onu daima Aliye tercih ederdi.” derdi.

Ukyl de bunları dinler: “Heyhat heyhat. Benim ona nispetim zerrenin güneşe olan nispeti gibidir. Ey Muaviye insaf et. Ali Resulü Huda ile salata ve cihada kıyam ederken biz seninle put perestliğimizle iftihar ederdik.” derdi.

Hariciler derler ki;

Emirel Müminin Ebu Musal Eş’ariyi tahkim için Devmetül Cendele göndermek isteyince haricilerin ileri gelenleri dediler ki; “Hükmü Kitabullahı Eşarinin insafına bırakma. Onu muhaliflere gönderme.”

Emirel Müminin: “Bir anlaşma oldu. Ben bunu nasıl bozarım. Hem Rabbimiz “Ufu bi ahdillahi iza ahettüm” (Allaha verdiğiniz sözü yerine getirin) Ben şimdi bunu nasıl bozarım deyince hariciler hep bir ağızdan: “Lâ hükme illa Lillah” (Hüküm Allah’ındır) Bu kararından tövbe et. Halen asker hazır beklemektedir. Emir buyur varıp düşmanın işini bitirelim.” dediler.

Emirel Müminin: “Ebu busayı göndermemin sebebi sizlersiniz. Sizin sui tedbiriniz olmuştur. Onlar Kur’an sahifelerini mızraklarının ucuna taktıklarında bunun bir hile olduğunu ben size söylemedim mi. Sözümü dinlemediniz. Bana itaat etmediniz. Şimdi ise benim size itaat etmemi bekliyorsunuz.”

Hariciler: “Eğer bu tahkim olayından vaz geçmez isen seninle mukatele ederiz” dediler.

O sırada Haricilerden biri Emirel Müminine: “Bu taife tahkime izin verdiğin için seni tekvir ediyorlar. Eğer tövbe etmezsen seninle savaşacaklarını söylüyorlar.”

Emirel Müminin: “O zaman bende onlarla savaşırım” dedi.

Ne zaman ki; Tahkim olayından bir sonuç elde edilemedi. Bu habere hariciler şaduman oldular. Hatta: “Ali kendini hilafetten azlettiği için kanı dahi mubahtır” diyecek kadar ileri gittiler. Emirel Müminin onlara: “Eğer bana itaat etmez iseniz sizi üç şeyden kendimi ise bir şeyden men’ ederim.

1)Mescide girmekten

2)Ganimetten

3)Siz benimle savaşmadıkça ben sizinle asla savaşmam. dedi.

Derler ki;

Ebu Hanife-i Dinûrinin tarihinde yazılıdır ki; Tahkim olayının haberi haricilere ulaşınca. Haricilerin ileri gelenleri Abdullah Bin Vehbi’n hanesinde bir araya geldiler. Ve halkı Küfeden çıkıp gitmeye teşvik ettiler. Emri hilafeti ise içlerinden Yezid Bin Hasine teklif ettiler. Lakin o bunu kabul etmedi. Bu seferde Ubey Bin vafiye teklif ettiler, oda kabul etmedi. Ondan sonra Abdullah Bin Vehpten bu görevi üstlenmesini istediler.

Abdullah Bin Vehb: “Sizin bu imaretinizi kabul ettiğim Dünya için değil ahiret içindir.” diyerek oradakilerden teker teker biat aldı. Ve: “Ve men lem yehküm bima enzelellahu feulaike hümül kafirun” Maide:44 (Allah’ın indirdikleriyle hüküm etmeyenler kâfirlerdir) ayeti celilesini okudular ve Küfe şehrinden ayrılmaya karar verdiler. Ayrıca Basraya bir mektup yazıp oradakileride bu durumdan haberdar ettiler. Kendi aralarında kararlaştırdılar ki; “Küfeden toplu halde değilde birer ikişer ayrılalım. Buluşma yerimiz Nehrevan köprüsü olsun.”

Yolculuk esnasında etraftan ve Basra’dan Cem’i kesir gelip onlara katıldı. Basra haricileri yolda giderken her kime rast gelseler mezheplerini onlara anlatırlardı. Kabul edenler kurtulur, etmeyenler ise öldürülürdü. Haricilerin Nehrevanda toplandıkları haberi Emirel Müminine ulaşınca. Onlara mektup yazdı;

Mektup: “Bismillahirrahmanirrahim. Emirel Mümininden Abdullah Bin Vehbe. Bizim hakem tayın ettiğimiz kişilerin hükümleri Kitabullaha muvafık olmadığı için biz onların hükümlerini yok saydık. Ben Hala Müminlerin halifesiyim. Şimdi dönüp gelesiz. Hak Teâlâ size merhamet eyleye.”

Bu mektup Haricilere ulaşınca: ”Sen tahkime razı olduğunda kâfir oldun. Tâ tövbe edip iman etmedikçe biz sana tabi olmayız” dediler.

Emirel Müminin onların itaatinden ümidini kesip diledi ki onları kendi halleri üzere bıraka. Küfeden çıkıp Nahle denilen yere vardı. Orada ordugâhını kurdu. Orduya Şamın kuşatılması talimatını verdi. Emirel Müminin etrafı memalike haberciler gönderdi. Abdullah Bin Abbasada haber gönderdi. Abdullah ferman mucibince Basralılardan yedi bin askerle gelip onlara katıldı. Emirel Mümininin ordusu o anlarda seksen binden daha fazlaydı.

Bu esnada haber geldi ki; Hariciler Irak topraklarında fesada ve kitala başladılar. Kitabullahı ve Sünneti Mustafayı unuttular. Hatta Resulullahın ashabından iki sehabeyi dahi katlettiler. Emirel Müminin bu haberin doğruluğunun araştırmak için Haris Bin Mürreyi Nehrevana gönderdi. Haris Bin Mürre Nehravana varır varmaz onuda katlettiler. Bu olay üzerine umera ve yârân Emirel Müminine bu tehlikenin def-i hususunda iltimasta bulundular: “Bunları kendi hallerine bırakmak maslahat değildir. Mümkündür ki; Bu taifenin fesadları Kûfeye dahi ulaşa. Önce bu beliyye-i ortadan kaldırmamız gerekmektedir. Bu tehlikeyi bertaraf edincede Şama azimet eder, bu seferde o eşkıya gürûhunun işlerini bitiririz” dediler.

Bu tedbir Emirel Müminin tarafından kabul gördü. Ordu haricilerin ordugâhlarına bir fersah mesafede karar kıldı. Emirel Müminin Ebu Eyyubel Ensari ile Abdullah Bin Abbası havarice elçi olarak gönderdi. Tâ varıp onlara nasihat edeler. Onları Hakka davet edeler. Fakat bu nasihatlerin hiç biri onlara kar etmedi. Dönüp keyfiyeti hali Emirel Müminine arzettiler. Bunun üzerine Emirel Müminin iki ordunun arasında bir yerde durup: “Ey insanlar ben tahkim olunan Eşariyle Amr a: ”Kitabullah muktezasınca hükm ediniz.” dediğimi siz bilmezmisiniz. Muhaliflerin mızraklarının ucuna Kur’an sahifelerini geçirip karşımıza çıktıklarında; ” Bu bir hiledir, bir saat daha sabredin. Zafer bizimdir” dememiş miydim. Sizler ise: “İki hakemin hükmünden başka hükme razı olmayız” Demediniz mi?

Benim dahi rızam Hükmü Kitabullah üzere değilmiydi. Eşariyede Amrede: “Kuranın ihya ettiğini ihya ediniz. Öldürdüğünü öldürünüz” dediğimi bilmezmisiniz? Onlar ki Kitabullahla amel etmediler bizde onların aldıkları kararları iptal ettik. Peki, şimdi sizin bana muhalefetiniz ne içindir?”

Hariciler: “Doğrudur. Biz tahkime razı olduğumuz zaman kâfir olmuştuk. Şimdi ise pişman olup tövbe ettik. Sen dahi tövbe edip pişman olup Müslüman olur isen biz yine sana inkiyad ederiz.” dediler.

Emirel Müminin: “Ben islamda kadim ikan, Resulullahın emanetlerinin emini iken, ilk hicret edenlerden iken, O Resulü Hudanın Vasisi ve kardeşi iken, bunca cenklerde hazır bulunmuş iken kendi aleyhime küfür ile şehadet edersem ehli hidayetten iken ehli delaletten olurum. İçinizden birini bana gönderin onunla bu meseleyi konuşalım” buyurdu.

Hariciler Abdurrahman Bin Kevvabı gönderdiler.

Emirel Müminin: “Ey Kevva siz benim hilafetime razı olup benim yanımda cenk ederken şimdi bana karşı cenk etmenizin sebebi nedir? Harbi Cemel de sizden böyle bir şey vukua gelmemişti. Bunun aslı nedir?” dedi.

İbni Kevva: “Harbi Cemelde tahkim yoktu. Sen tahkime razı olduğunda kâfir oldun.”

Emirel Müminin: “Peki, Eşariyle Amrın durumları nedir?”

İbni Kevva: “Her ikiside kâfirdir.”

Emirel Müminin: “Peki, eşari Devmetül Cündele gittiği vakitte mi kâfir oldu yoksa hüküm verdiği vakitte mi?”

İbni Kevva: “Hüküm verdiği vakitte” dedi.

Emirel Müminin: “Gittiği zaman müslüman olup, hükmettiği zaman kâfir olduysa benim onda ne günahım var. Faraza Resulü Huda müşrikleri dini islama davet için bir şahıs göndermiş olsa. O şahıs varıp müşrikleri başka bir dine davet eylese Resulü Huda ondan sorumlu olurmu?”

Hariciler ki bu sözleri eşittiler. İbni Kevvaya münazaradan el çekmesini söylediler. İbni kevva dönüp makamına gitti.

Çün Cenab-ı Velâyet Penâh kılıçtan gayrı çarenin olmadığına kanaat getirdi. Orduyu savaş düzenine soktu.

Sağ kanadı: Hicr Bin Adi ye

Sol kanadı: Şiş Bin Rabia’ya

Süvarileri: Ebu Eyubel Ensari’ye

Piyadeleri: Ebu Ketade-i Ensariye havale eyledi.

Hariciler:

Sağ kanadı: Muhammed Bin Hasbiye

Sol kanadı: Erih Bin Ebu Evfaya

Süvarileri: Herkos Bin Zehire

Piyadeleri: Abdullah Bin Kevvaya ihale eylediler.

Emirel Müminin sancağın muhafazasına iki bin asker tayın eyledi. Ve nida ettirdi ki; “Her kim ki; Sancağın bulunduğu yere gele eman bula. Ve yine her kim ki; Kûfe tarafına gide eman bula”

Bu esnada Mürre Bin Nevfel ki; Harici reislerinden idi. Kendi tabilerine: “Ben emin değilim. Ali damat ve biraderi ve vasi-i Resulullah iken ben onunla nasıl cenk edem.” dedi ve beş yüz leşkeriyle haricilerden ayrılıp Küfe tarafına gitti. Yine harici taifesinden bir güruh dahi sancağın bulunduğu mahalle varıp canlarını kurtardılar.

Ebu Hanife-i Dinûri tarihinde yazılmıştır ki; Hazreti Şahı Velayet ferman buyurdu ki; “Muhalifler size saldırmadıkça siz onlara saldırmayın.”

Hariciler gördüler ki; karşı taraf savaşa istekli değiller. Toplu halde saldırıya geçtiler. Hamiyanı havza-i dinden olan Kays Bin Muaviye haricilerden Şerih bin Ebu Evfaya karşı geldi ve onun ayağını kılıçla kalçasından kopardı. Şerih o yarayla kays bin Said gelip işini bitirene kadar savaşmaya devam etti.

Derler ki;

Haricilerden Ahnes Taî isminde biri vardiki. Harbi Sıffında Emirel Mümininin yanında bulunanlardan idi. Sıffın harbinde nice kahramanlık göstermişti. Şamilerden niceleri onun kılıcıyla ecel şerbetini içmişti. İşte bu şahıs Nehrevanda saftan ayrılıp iki ordunun arasında durdu. Kendini methu sena ettikten sonra aç bir aslan gibi Halifenin ordusuna saldırdı. Safları yara yara ta öbür tarafa geçti. Emirel Müminin ki; Bunu gördü saftan çıkıp onun yolunu kesti. Ahlesi Zülfikar ile ikiye ayırıp hak ile yeksan eyledi. Sırayla üç muarız daha aynı akıbeti paylaştılar. Çünkü Abdullah Bin Vehp ki; Bu fitnenin başı idi. İleri çıkıp avazı Bülent ile: “Ey Ali ben yemin ettim ki; Ya seni katlederim yâda sen beni katledersin” diyerek Emirel Müminine yaklaştı. Lakin yaklaşmasıyla âdem diyarına gitmesi bir oldu. Ve Savaş kısa bir zaman içinde sona erdi. Şöyle ki; Dört bine yakın kişiden ancak dokuzu kurtulabildi.

Rivayettir ki;

Haricilerle savaşmadan önce O Şahı Velayetin lisanından şu sözler dökülmüştü.

“Bu savaş yerinde bizim şehidimizin sayısı dokuz. Muhaliflerden kurtulanlarda yine dokuz olsa gerektir.”

Derler ki;

Haricilerden kurtulan dokuz kişiden ikisi firar edip Horasan vilayetine gittiler. İki nefer dahi Vilayeti Cezirede sakin oldular. İkisi dahi Yemene gittiler. Yemendeki hariciler onların neslinden türedi. İkiside Ammana yerleşti. Birtaneside Havâzine gitti.

Diğer bir rivayet:

Emirel Müminin Nehrevan harbinden evvel demiştir ki; “Onlar(yani havariç taifesi)Kur’an okurlar amma Kur’an onların boğazlarından aşağı inmez. Kalplerinde Kur’an’dan bir nişan bulunmaz. Ol Huda hakkı için ki; Taneyi toprakta bitirir ve âdemilere hazeneyi cûdinden libası vucud giydirir. Resulullah bana haber verdi ki; “Ol taife ile cenk edeceksin. Onlar batıl yoldan hak yola dönmezler. Onların alametleri, ol cemaatin içinde biri vardır ki; Onun omuzunda kadın memesi gibi bir et bulunur. Kıllarıda kedi bıyığına benzer.”

Abdullah Selmani der ki; Ben o seferde Emirel Mümininin refiği idim. Ne zaman ki; Nehrevana yaklaştık, bir şahıs gelip bize haber verdi ki: “Hariciler Nehrevan köprüsünden karşıya geçtiler”

O sırada Emirel Müminin edayı salatla meşguldü. Salatı edadan sonra durumu Ol Hazrete arz ettik.

“Bu haber doğru değil. Onlar Nehrevan suyunu geçmediler. Onlar suyun beri yakasındalar. O taife sizden dokuz kişiyi katledecek. Onlardan ise dokuz kişiden başka kurtulan olmayacak.” buyurdu.

Harici taifesi Emirel Müminin işaret ettiği yerde dokuz kişi hariç imha edildi. Emirel Müminin ölüler arasında Zül Sedyi (yani meme sahibini) bulmamızı emretti. Bir kaç kişi onu aradılar lakin bulamadılar. O Şahı Velayet bize: “Yeniden arayın” dedi.

En son onu bir araya toplanmış kırk cesedin arasında bulduk. Çünkü onun omuzunu açtılar. Omuzunda Resulullahın haber verdiği et parçası vardı ve kedi bıyığı gibi kalın kıllarla kaplıydı. Onların silahları ve binekleri ganimet olarak alındı. Sair malları ise varislerine teslim edildi.

Ne zaman ki; Emirel Müminin İnayeti Rabbani ile bu beliyyeden kurtuldu. Huda’yı Muteâle hamdu sena ve Resulü Mustafaya salat ve selam eyledikten sonra orduyu Şam eşkıyasının halli için hareket emri verdi.

“Çün Hazreti Hak sizi MARİKİN üzerine galip eyledi. Şimdi ise sıra: KASİDİN denen o eşkıya sürüsünün işini bitirmeye geldi.” dedi.

Bu sırada komutanlarından bazıları Küfeye dönüp birkaç gün dinlenmeleri ve eksiklerini tamamlamaları için Emirel Mümininden iltimasta bulundular. Dileklerinin kabul görmesi üzerine tobulu rehil (Yola çıkış davulu)vurulup küfeye geri döndüler. Ordugâhlarını ise Kufenin dışında kurdular. Emirel Müminin ferman buyurdu ki; “Şehirde mühim işleri olanlar şehre varsınlar ve yine aynı gün geri dönsünler”

Fakat şehre inenler emre imtisalde tembellik gösterip geri dönmediler. Leşgergâhı boş bırakıp rahatı nefsi, meşakkati sefer üzerine tercih ettiler. Emirel Müminin her hutbede Küfe halkına sitem ve serzenişlerde bulunuyordu. Nihayet Küfe halkı ve etraf ahali Huzuri Aliye gelip: “Ya Emirel Müminin siz nereye giderseniz biz senin arkandan geliriz.” dediler.

Emirel Müminin: “Sözlerinde samimi olanlar yarın falan yerde hazır olsunlar” dedi.

Lâkin oraya vardığında üç yüzden ziyade kimseyi görmedi. Ve çok üzüldü. Buna rağmen ertesi güne kadar bekledi. Yine kimse gelmedi. Bunun üzerine Hıcr Bin Adi ve Kays Bin Adi ol Hazretin huzuruna gelip: “Ya Emirel Müminin; Maslahat oldur ki; Halka Şam seferini duyurasın. Eğer itaat etmezlerse asilerin cezalandırılmasına ferman buyurasın.” dediler.

Emirel Mümininden böyle bir ferman sadır olunca Küfede leşkerden kimse kalmayıp hepsi ordugâha geldiler. Ma’kal Bin Kays çevre nahiye ve köylerden leşker tedarikiyle görevlendirildi. M’akel henüz görevini tamamlamadan O Şahı Velayetin şehadet haberiyle yer gök sarsıldı.

*****Hicretin Kırkıncı Senesi Ve Emirel Mümininin Şehadeti

Enes Bin Malikten rivayettir ki; Aliyyul Mürteza Radiyallahu Anh hasta olmuştu. Resulullah Sallalahu Aleyhi ve Sallem Ebu Bekir ve Ömer ile onu ziyarete gittiler. Resulü Huda Alinin yüzüne bakıp hatırını sual eyledi. Ebu Bekir’le Ömer o sırada bir söz söylediler: “Acaba Ali bu hastalıktan kurtulur mu?” dediler.

Resulu Huda onların bu sözlerini duyunca: “Ali maktul ve şehit olmadıkça ölmez” buyurdular.

Kitabı Mustasfada yazılmıştır. Muhammed Bin İshak-ı Hamedani der ki; Haricilerin katlinden sonra Emirel Müminin Muhammed Bin Ebu Bekre haber gönderdiki; Mısır savaşçılarından birkaç kişi göndere. Muhammed emir gereği yirmi kişi seçip gönderdi. Onlardan biride Abdullah Bin Mülcem mel’uniydi. Bazı tarihi nüshalarda mevcuttur ki; Bir seferde ibni Mülcemin atı kayboldu. Emirel Mümininin katına gelerek ondan at istedi. Mübareğin gözleri o melune erişince: “Üridü ihsanehu ve yüridü katlî” (Ben ona yardım ederim o beni öldürmek ister) buyurdular.

Yine kütübü tevarihte vardır ki; Emirel Müminin Dünyaya veda etmeden birkaç evvel gâh Hasanın gâh Hüseyin’in gâh Abdullah Bin Cafer’in evine giderdi. Her akşam birinde iftar ederdi. Ve derdi ki: “Benim Dünyadaki sürem bitmek üzeredir”

Kitabi Ravzatul Ahbabıb sahibi der ki; İbni Mülcem Mel’ununun O Hazret-i Velayet Penâha sû’i kastıyla alakalı rivâyeti muhtelife görülmüştür. Bu makamda güvenilir tarihçilerin ittifak ettikleriyle yetinilmiştir.(Ve Minellahit Tevfik)

Yine derler ki;

Nehrevan olayından sonra Abdurahman Bin Mülcem, Berk Bin Abdullah ve Amr Bin Bekir. Bunlar harici taifesinden idiler. Mekke’de bir araya geldiler. Nehrevenda ölenler için ağlaştılar. Aliyi, Muaviye’yi, Amr ı öldürmeye yemin ettiler. Emirel Mümininin işini İbni Mülcem Hayini üstlendi. Berk Bin Abdullah Muaviye’yi, Amr Bin Bekr de Amr Bin Ası ihtiyar eylediler ve kılıçlarını zehirleyerek harekete geçtiler. Karar verdiler ki; ”Ramazanın falan gecesinde üçünden de kurtulmuş olacağız”

Sonra ayrılıp yola koyuldular. Çünkü İbni Mülcem Kûfeye geldi. Harici taifesinden bir avratla buluştu. O kadının güzellikte neziri yoktu. Derler ki; Şu beyt onun şanında söylenmiştir.

Beyt:

“Rûy-i çün hâsili nik-û kârân.

Zülfi çün nâme-i gunah kârân”

(Yüzü letafetin, hüsnün menbaı, kaynağı san ki

Zülfü ise içinde suikast planı bulunan nâmeye benzer)

O mel’ûnenin pederi, biraderi ve eri Nehrevanda öldürülmüştü. Adı Hudame idi. İbni Mülcem onun güzelliğinin esiri olup onunla evlenmek isteyince. O mel’ûne: “Eğer benim mihrimi ödemeğe güç yetirebilirsen seninle evlenirim” dedi.

İbni Mülcem haini: “Nedir senin mihrin?” dedi.

Hudame: “Benim mihrim Aliyi katletmendir” dedi.

İbni Mülcem bu teklifi kabul edince. O melune ona üç de yardımcı buldu.

Diğer bir rivayette ramazanın on yedinci gecesi idi. Berk Bin Abdullah Şama erişip o gece mescitte Muaviyenin kıçına kılıçla vurup onu yaraladı. Yakalanınca Muaviye’ye: “Seni sevindirecek bir haberim var” dedi.

Muaviye: “Nedir?” diye sordu.

Berk: “Karındaşım İbni Mülcem bu gece Ali Bin Ebu Talibi Öldürecek” dedi.

Muaviye: “Biz henüz böyle bir haber duymadık” dedi. Sonra emretti. Berkin ellerini ve ayaklarını kestiler. Dilini çekip kopardılar. Muaviye için doktor getirdiler.

Doktor: “Bu yaranın tedavisi için iki yol var. Ya dağlanırsın ya da şerbet içersin. Eğer şerbeti içersen dölleme gücünü kaybedersin ve bir daha çocuğun olmaz“ dedi.

Muaviye: “Benim dağlanmaya tahammülüm yoktur. Evlatlarım ise çoktur.” diyerek şerbete razı oldu. Ondan sonra Muaviye’ye mescitte bir kafes yaptılar. Mescide geldiğinde o kafeste muhafaza altında olurdu. Ayrıca etrafında da muhafızlar bulunurdu.

Öte yandan ne zaman ki; Amr Bin Bekr Mısır vilayetine vardı. Fırsat kollamaya başladı. Anlaştıkları o gece ise Amr Bin As karın ağrısına müptela olmuştu. İmamet için yerine Beni Amirden birini gönderdi. Amr mescitte, imam secdede iken öyle bir kılıç vurdu ki imam bir daha başını kaldıramadı. Mescid karıştı. Cemaatten dediler ki; “Ey zalim senin öldürdüğün kişi Amr Bin as değildi.”

Mescitten firar etti ve giderken de: “Eredtu Amren fe eradellahu haricehu” (Benim muradım başka Allah’ın muradı başka idi) derdi.

Rivayettir ki;

Emirel Müminin seherde Kûfe mescidine gelir fecre kadar ibadetle meşgul olurdu. Yarenlerinden bir gurup bu hale muttali’ olunca Ol Hazrete bir zarar ziyan erişmesin diye mescidin etrafında nöbet tutmaya başladılar. Bir gece Emirel Müminin mescide giderken onları görüp neden beklediklerini sordu.

“Ya Emirel Müminin; Sana düşmandan bir zarar gelir endişesindeyiz” dediler.

Emirel Müminin: “Siz beni afatı semaviyedenmi yoksa afatı arziyedenmi korursunuz?” dedi.

Onlar: “Biz seni, âfâtı semaviyeden korumaya kadir değiliz. Ancak sana ehli zeminden zarar gelir diye endişe ederiz” dediler.

Emirel Müminin: “Asumandan hüküm olunmadıkça rûyi zeminde hiçbir emir zahir olmaz.” buyurdu.

Bunun üzerine mescitte nöbetleşe durma işine son verdiler.

Yine nakildir ki;

O günlerde Emirel Müminin Şehadete kadem bastı. Bir gün Oğluna: “Ey Hasan Bu gece dedeni gördüm rüyada. “Ya resulullah bana ümmetten çok mihnetler ulaştı” dedim.

Buyurdu ki: “Ey Ali onlardan daha hayırlı bir toplulukla birlikte olmak istemez misin?”

Yine bazı nüshalarda; Emirel Mümininin şehadetinden beş gün evvel. Hasan ile Hüseyine:

“Bu aydan kaç gün geçti ?” diye sordu.

Onlar: “On iki gün geçti dediler.”

Bunun üzerine Emirel Müminin: “Beş gün daha sizin misafirinizim” dediler.

Emirel mümininin cariyelerinden biri der ki; Perşembe gecesiydi. Eline su dökerdim. Yüzünü yıkarken: ”Bu gece bu yüzüm kendi kanımla boyansa gerektir.” buyurdular.

Sözün özü:

O sabah ki bu olay zuhur eyledi. O Şahı Velayet buyurdular ki; “Ölüme çare yoktur. Muradı ilahi ne ise o olur.” diyerek mescide gitmek için Hane-i Saadetinden çıkınca Menzili Humayununda ki kazları O Afitabın yolu üzerinde durup feryadı figan eylediler. Hizmetkârlardan birisi eline bir çöp alıp onları kovalamak isteyince. Emirel Müminin ona mani oldu: “Onlara dokunma çünkü onlar benim matemimi tutuyorlar” dedi.

Çünkü hanesinden dışarı çıktı. O üç melun ki fırsat kollarlardı. Harekete geçtiler. İbni Mülcem arkadan gizlice zehirli kılıcıyla O Şahı Velayetin seri saadetlerine vurup firar etti. O sırada Ol Hazretin Femi Saadetlerinden şu sözler döküldü: “Firtu Bi Rabbil Ka’beti” (Yolculuğum Kabenin Rabbinedir)

Yârândan birisi bu hale muttali olunca arkasından yetişip İbni Mülcemi öldürdü.

Bir rivayet dahi şöyledir:

Ol mel’un karanlıktan istifade ederek kaçtı. Gündüz onu ele geçirip Emirel Mümininin huzuruna getirdiler. Emirel Müminin onu görünce: “Ey Düşman-ı Huda; Sen benim yardım ettiğim kişi değilmisin?” dedi.

İbni Mülcem:“Evet, senin çok iyliğini gördüm” dedi.

Emirel Müminin: “Benim ölümümden sonra ona kısas uygulayın. Zehirli bir kılıç darbesinden fazla vurmayın. Çünkü oda bana tek bir darbe vurdu. Yolculuğum sırasında benim için bir tabut hazır olsa gerek. Beni o tabuta koyun. O tabutun ön tarafı tutulmuş olacak. Siz arka tarafını tutun. O tabut nerede durursa mezarımı oraya kazın. Kabrimi zeminle bir edin.” buyurdu.

Çün Emirel Müminin, O şahı Velâyet, Afitabı Sema ve zemin, Alemi Fenadan Âlemi Bekâya doğru yola çıktı. Yerler ve gökler,alemi mülk ve melekût onun için ağladı. O gün ramazanın yirmi üçüncü günü idi. Yaşı ise altmiş üçtü. Sahih olanda budur. Onun kemalatı ise şerh ve beyandan müstağnidir.

(İkinci Cilt Burada Sona Erdi)