Siyasiler, İnsan Şeytanları ve Kardeşlik
Siyasilerin ve insan şeytanlarının etkisinden kurtulmak, toplumun birlik ve kardeşlik içinde yaşaması için elzemdir. Hakikati haykırmanın ve bu uğurda mücadele etmenin devrimsel bir eylem olduğunu unutmamak gerekir. Hakikat, eninde sonunda karanlık güçleri alt edecek ve toplumu aydınlığa kavuşturacaktır.
HANIF TÜRK
Allah'ın Adaletİ VE SEÇİM PALAVRASI
Seçimlerin adalet getireceğine dair inanç, çoğu zaman yüzeysel ve yanıltıcıdır. İnsanlar, seçim süreçlerine katılarak kendi iradelerini ortaya koyduklarını ve böylece adil bir düzen inşa ettiklerini düşünürler. Ancak, bu süreçlerde ortaya çıkan çelişkili tutumlar, insanların gerçekten ilahi adalete mi yoksa kendi çıkarlarına mı hizmet ettiklerini sorgulatır. Örneğin, Kur'an'da sıkça bahsedilen "zulüm" kavramı, insanların birbirlerine haksızlık etmeleri ve adaleti kendi lehlerine çarpıtmalarıyla ilgilidir. Nisa Suresi 135. ayette, "Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhine de olsa, Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olun" ifadesiyle, adaletin kişisel çıkarların üzerinde tutulması gerektiği vurgulanmaktadır.
Kötünün İyisi: Seçimlerin Gerçek Yüzü
Seçimler, demokrasinin temel taşı olarak kabul edilse de, çoğu zaman "kötünün iyisi" olarak nitelendirilir. Bu ifade, seçmenlerin genellikle ideal adaylardan ziyade, mevcut seçenekler arasında en az zararlı olanı seçmek zorunda kaldığına işaret eder. Seçim süreçlerinin gerçekten adil ve temsilci olup olmadığı, siyasi oyunlar ve manipülasyonlar üzerinden tartışmaya açıktır. Bu bağlamda, toplumun nasıl yanıltıldığı ve hangi çıkar gruplarının bu durumu kendi lehine kullandığı üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Seçimlerin adil olup olmadığını belirlemek için öncelikle seçim sistemlerine ve uygulamalarına bakmak gereklidir. Birçok ülkede seçim sistemleri, belirli partilerin veya adayların avantajına olacak şekilde yapılandırılmış olabilir. Bu durum, halkın gerçek iradesinin sandığa yansımasını engelleyebilir. Örneğin, seçim bölgelerinin sınırlarının manipüle edilmesi, yani "gerrymandering", seçmen dağılımını değiştirerek belirli bir partinin lehine sonuçlar doğurabilir.
Siyasi manipülasyonlar sadece seçim bölgeleriyle sınırlı kalmaz. Medya aracılığıyla yapılan propaganda, seçmenlerin algılarını etkileyebilir ve yanlış bilgilendirme ile yönlendirilmiş kararlar alınmasına neden olabilir. Sosyal medya platformlarında yayılan sahte haberler ve dezenformasyon kampanyaları, demokratik süreçleri zayıflatabilir. Bu manipülasyonların arkasında genellikle belirli çıkar grupları yer alır. Bu gruplar, kendi ekonomik veya politik menfaatlerini korumak amacıyla seçim süreçlerini yönlendirmeye çalışırlar.
İkiyüzlülüğün Bedeli
Sabır ve dünya malına tapma konusundaki ikiyüzlülükler, toplumsal adaletin sağlanmasında ciddi engeller teşkil etmektedir. Sabır, birçok dini ve etik öğreti tarafından yüceltilen bir erdemdir. Ancak, sabırdan dem vurarak, dünya malına düşkün olan bireyler ve grupların, bu erdemi kendi çıkarlarına alet etmeleri, toplumsal eşitliği zedelemektedir. Bu tür ikiyüzlülükler, toplumun adalet duygusunu zayıflatmakta ve insanlık adına ciddi bir bedel ödetmektedir.
Dini metinler ve tarihi olaylar, bu ikiyüzlülüğe dair birçok örnek sunmaktadır. Örneğin, İslam'ın kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim'de sabır ve dünya malı arasında dengeli bir yaşam sürdürülmesi gerektiği vurgulanırken, dünya malına aşırı düşkünlüğün tehlikeleri de dile getirilir. Benzer şekilde, Hristiyanlıkta da İsa'nın öğretilerinde dünya malına tapmanın ruhsal yozlaşmaya yol açacağı uyarısı yapılır. Bu öğretilere rağmen, tarih boyunca birçok lider ve din adamı, dünya malına olan düşkünlükleri nedeniyle eleştirilmişlerdir.
Toplumsal adaletin tesis edilmesinde sabır ve dünya malına yönelik tutumların önemi büyüktür. İkiyüzlülüğün bedeli, sadece bireyler için değil, toplumun genel huzur ve refahı için de ağır sonuçlar doğurur. Sabır, adil bir toplumun inşasında temel bir taş olarak kabul edilmelidir. Ancak, dünya malına aşırı bağlılık ve bu bağlılığın meşru gösterilmesi, toplumsal değerlerin erozyonuna yol açar. Bu noktada, bireylerin ve liderlerin, sabır ve dünya malı arasında dengeli bir duruş sergilemeleri gerekmektedir.
Tarihten alınan dersler, toplumsal adaletin sağlanmasında sabır ve dünya malına yönelik tutumların ne denli kritik olduğunu gözler önüne sermektedir. Geçmişte yaşanan olaylar, liderlerin ve toplumların, bu konudaki ikiyüzlülüklerinin bedelini ağır şekilde ödediklerini göstermektedir. Dolayısıyla, günümüzde de benzer hatalardan kaçınmak, toplumsal adaletin tesis edilmesi ve korunması açısından büyük önem taşımaktadır.
Kur'an'da DİLİ SARKAN Köpek, Zulüm ve Adaletsizlik
Kur'an'daki köpek benzetmesi, adaletin ve zulmün sınırlarını belirlemede önemli bir rehberdir. Köpek, genellikle sadakati ve koruyuculuğu ile bilinen bir hayvandır. Ancak burada, köpeğin sürekli dilini çıkararak soluması ve bir şey istemesi gibi nitelikleri, dünyanın geçici nimetlerine olan aşırı bağlılığı ve doyumsuzluğu temsil eder. Zulüm ve adaletsizlik kavramları da bu nitelikler üzerinden değerlendirilebilir. Adaletsizlik, insanların haklarını gasp etmek ve zulmetmek suretiyle ortaya çıkar. Bu benzetme, adaletin sağlanmaması durumunda toplumların nasıl yozlaşabileceğini göstermektedir.
İlahi Plan ve İnsanların Tiyatrosu
İnsanlık tarihi boyunca, bireylerin ve toplumların kararları ile ilahi bir planın varlığı arasındaki ilişki hep merak konusu olmuştur. Bu bağlamda, insanların dünyadaki rollerini bir tiyatro oyunu gibi düşünmek, analitik bir yaklaşım sunar. İnsanlar, kendi bireysel ve kolektif tiyatrolarında rol alırken, bu oyunların sahibi olan ilahi planın farkında olmadan hareket ederler. Bu durum, insanların özgür iradeleriyle aldıkları kararların, daha büyük bir plana nasıl hizmet ettiğini sorgulatır.
İlahi planın varlığına inanmak, insanların günlük yaşamlarında ve seçimlerinde ne ölçüde bağımsız olduklarını anlamak için önemlidir. Bu perspektifte, insanlar kendi kaderlerini belirleme gücüne sahip olduklarını düşünürken, aslında daha büyük bir düzenin parçası olabilirler. Bu düzen, adaletin sağlanması ve evrensel dengenin korunması için kritik bir rol oynar. Ancak, insanların bu planın farkında olmadan hareket etmeleri, zaman zaman karmaşık ve adaletsiz görünen durumların oluşmasına neden olabilir.
Gerçek anlamda adaletin sağlanabilmesi için, insanların kendi sorumluluklarını ve rollerini anlamaları gerekmektedir. Her birey, kendi tiyatrosunda bir aktör olarak, daha büyük bir oyunun parçası olduğunu kabul ettiğinde, toplumsal ve bireysel adaletin tesis edilmesi daha mümkün hale gelir. Bu, insanların birbirlerine karşı duydukları saygı ve adalet duygusunu pekiştirir.
Silah Ticareti ve Global Etkileri
Silah tacirlerinin, tek bir tetik bile çekmeden, kendilerini tertemiz ve saygın göstererek sattığı silahlarla dünyayı kan gölüne çevirebildiklerini çarpıcı bir şekilde görüyoruz. Bu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin yaralar açan bir gerçekliktir. Dünya genelinde 550 milyon ateşli silahın dolaşımda olduğu tahmin ediliyor. Bu da her 12 kişiden birinin silahlı olduğunu gösterir. Şimdi sorulması gereken soru: Geriye kalan 11 kişiyi nasıl silahlandırabiliriz?
Patronlar Sınıfı ve İnsan İlişkilerinin Değişimi
Patronlar sınıfı, yani büyük sermaye sahipleri ve onların güdümündeki şirketler, insan ilişkilerini alt üst ederken, bizlere insanca yaşayabileceğimiz bir hayat bırakmıyor. Silah ticareti üzerinden elde edilen büyük kazançlar, toplumun genel refahını artırmak yerine, daha da bölünmesine ve kutuplaşmasına neden oluyor. Bu süreçte, silah ve ölüm tacirlerinin yaşattığı acılar ve ölümler, onların elde ettiği zenginliklerle ters orantılı bir şekilde artıyor.
Silahlanmanın Akıl Almaz Boyutları
Silahlanmanın geldiği akıl almaz boyutlar, hem bireysel güvenlik hem de ulusal güvenlik açısından ciddi tehditler oluşturuyor. Silah ticareti, sadece çatışma bölgelerinde değil, aynı zamanda şehirlerin arka sokaklarında, okullarda ve hatta evlerde de korku ve şiddeti artıran bir faktör haline geliyor. Bu durum, bireylerin ve toplumların güvenlik algısını derinden sarsarken, silah tacirlerinin kazandığı paralar, kan ve gözyaşı üzerinden elde ediliyor.
Silah Ticareti ve Zenginlik
Silah ve ölüm tacirlerinin yaşattığı acıların ve ölümlerin karşılığı olarak elde ettikleri zenginlik, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biridir. Bu zenginlik, sadece finansal değil, aynı zamanda sosyal ve politik gücü de beraberinde getiriyor. Silah ticareti üzerinden elde edilen bu güç, daha fazla silahlanmayı ve daha fazla çatışmayı teşvik eden bir döngü yaratıyor. Bu döngü kırılmadıkça, dünya genelinde barış ve güvenliğin sağlanması da imkânsız hale geliyor.
Kaybolan Nesil ve Uyuyanlar
Sen demokrasi, adalet ve hakikat diye bağırırken, bir nesil kayboldu sen sıcacık yatağında uyurken! Hakikati dışarıda araman ne acı, Allah'ın ipi sende sarkarken. Dünya, siyasi şeytanların, sahte dindarların, holdinglerin ve sömürgecilerin olduğu bir yer olmamalı. Hayalini kurduğumuz dünya, her birinin hakk'ın çöp sepetine atıldığı ve yakıldığı bir yer olmalıdır.
Zalimlere Sessiz Kalanlar
Her birinin vebali her bir insanın boynunda, zalim kadar zalimlere susanlar da onlar kadar şeytan! Kaos'un ortasında ölüme meydan okuyan bir avuç kişi, dünyayı değiştirmeye muktedirdir. Bunu asla unutma! Herkesin bu mücadelede bir rolü var ve herkesin bir sorumluluğu var. Zalimlere sessiz kalmak, en az onlar kadar suç ortağı olmak demektir.
Allah'ın Nuru VE GELMEKTE OLAN HAKERENLER
Ümitlerin tükendiği yerde ufak bir ateş belirir, yığınlar gibi büyür de önüne geleni yakar ve yıkar. Allah'ın nuru işte budur, nur üstü nur sırrına vakıf olanlardır. Umut, en karanlık anlarda bile bir ışık kaynağı olabilir ve bu ışık, dünyayı değiştirecek bir güç haline gelebilir. İnancını kaybetme ve Allah'ın nurunun seni aydınlatmasına izin ver.
Mazlumun Ahı ve Hakikat
'Mazlumun ahı yerde kalmaz' sözü, evrensel adaletin ve hakikatin derin anlamını ifade eder. Tarih boyunca mazlumların uğradığı haksızlıklar, toplumların vicdanında derin izler bırakmıştır. Bu söz, adaletin er ya da geç tecelli edeceğine olan inancı pekiştirir. İslami perspektiften bakıldığında, adalet ve hakkaniyetin temel ilkeler olduğu görülür. Hakikat, adaletin temel taşıdır ve mazlumların haklarının teslim edilmesi, toplumsal barışın sağlanabilmesi için elzemdir.
İslam'da 'sayha' ve 'tövbe' kavramları, adaletin sağlanmasında önemli rol oynar. Sayha, bir uyarı ve hatırlatma niteliği taşır, mazlumların sesini duyurur. Tövbe ise, haksızlık yapanların pişmanlık duyarak doğru yola dönmesini teşvik eder. Bu iki kavram, adaletin ve hakikatin ne denli önemli olduğunu vurgular. Mazlumların ahı, adaletin tecelli edeceğine olan inancı güçlendirir ve bu inanç, toplumsal düzenin sağlanmasında önemli bir rol oynar.
Hakikat, sadece bir bireyin veya grubun değil, tüm insanlığın ortak değeridir. Tarih boyunca haksızlık yapanların, er ya da geç hesap verdiği görülmüştür. Bu durum, 'Mazlumun ahı yerde kalmaz' sözünün doğruluğunu bir kez daha gözler önüne serer. Adaletin sağlanması, toplumların huzur ve refahının teminatıdır. Hakikat ve adalet, birbirini tamamlayan iki temel ilkedir ve mazlumların haklarının teslim edilmesi, bu iki ilkenin hayata geçirilmesiyle mümkündür.
Sonuç olarak, 'Mazlumun ahı yerde kalmaz' sözü, adaletin ve hakikatin önemini vurgulayan evrensel bir gerçektir. Toplumların barış ve huzur içinde yaşayabilmesi için, haksızlıkların giderilmesi ve mazlumların haklarının teslim edilmesi gerekmektedir. İslam'ın adalet ve hakikat ilkeleri, bu süreçte yol gösterici bir rol oynar ve mazlumların sesi, sayha ve tövbe kavramlarıyla yankı bulur. Adaletin sağlanması, toplumsal barışın ve huzurun teminatıdır.
İbrahim'in Ateşi ve Hakikatin Savunucuları
İbrahim'in ateşi ve hakikati savunanların karşılaştıkları zorluklar, tarih boyunca insanlığın en çetin sınavlarından biri olmuştur. Hakikatin peşinde koşanlar, kimi zaman bu ateşe odun taşıyanlar tarafından tehdit edilmiş, kimi zaman da zulümle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Bu cesur savunucular, hakikati koruma adına büyük fedakarlıklar yapmış ve mücadelelerinde yılmamışlardır. İbrahim'in ateşi, bu mücadelenin sembolü olarak, hakikatin bedelini ve bu bedeli ödemeye gönüllü olanların cesaretini temsil eder.
Hakikat uğruna mücadele edenlerin karşılaştıkları zorluklar, yalnızca dışarıdan gelen tehditlerle sınırlı değildir. Bu mücadele, aynı zamanda içsel bir savaş da gerektirir. Çünkü hakikati savunmak, zaman zaman kişisel çıkarların ve rahatlıkların feda edilmesini gerektirir. İbrahim'in ateşine odun taşıyanların cesareti, bu fedakarlıkları göze alabilme yeteneğinden gelmektedir. Bu cesaret, yalnızca fiziksel bir direnişi değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal bir dayanıklılığı da içerir.
Hakikati savunanların karşısında, bu mücadeleleri görmesine rağmen sessiz kalanlar ve zalimlerle iş birliği yapanlar da bulunmaktadır. Sessiz kalanlar, bu haksızlıkları görmezden gelerek dolaylı olarak zulme ortak olurlar. Zalimlerle iş birliği yapanlar ise, kendi çıkarlarını koruma uğruna hakikate sırt çevirirler. Bu iki grup, tarihin her döneminde varlığını sürdürmüş ve hakikatin savunucularına karşı durmuştur.
Hakikati savunmanın zorlukları, insanlık tarihi boyunca değişmemiştir. Ancak, bu zorluklara rağmen, İbrahim'in ateşine odun taşıyanların cesareti ve mücadelesi, hakikatin korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu mücadele, sadece geçmişte değil, günümüzde de devam etmektedir ve hakikatin savunucuları, her dönemde olduğu gibi, cesaret ve kararlılıkla yollarına devam etmektedir.
Siyasiler, İnsan Şeytanları ve Kardeşlik
Toplumun ileriye taşınması ve hakikatin ortaya çıkması, siyasilerin ve insan şeytanlarının etkisinden arınarak mümkün olabilir. Siyasi güçler genellikle kendi çıkarlarını koruma amacı güder ve bu uğurda masum insanların adalet arayışlarını manipüle eder. İnsan şeytanları olarak adlandırılan bu karanlık figürler, toplumu bölmek ve kardeşlik bağlarını zayıflatmak için çaba sarf eder. Ancak hakikatin devrimsel gücü, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı seçen insanların iradesinde saklıdır.
Birlik ve kardeşlik, toplumun en temel yapı taşlarıdır. Bu değerler, siyasi baskılara ve kötülüğe karşı güçlü bir direniş hattı oluşturur. İnsanlar, siyasilerin ve kötülüğün etkisinden sıyrılarak kardeşlik ve birlik içinde yaşamayı seçtiklerinde, içinde bulundukları karanlık dönemlerin üstesinden gelebilirler. Karanlık güçler ne kadar güçlü görünürse görünsün, hakikatin ışığı onları er ya da geç yok eder. Toplumun bu bilinçle hareket etmesi, gerçek devrimsel bir eylemdir.
Rahat bir yaşam arzusunun yanılsamaları, insanları hakikatten uzaklaştıran en büyük engellerden biridir. Maddi çıkarların peşinde koşan bireyler, hakikatin saf ve değişmez doğasını göz ardı eder. Oysa hakikat, dünyevi isteklerle bağdaşmaz; aksine, bu isteklerin ötesine geçerek insanlara gerçek özgürlüğün kapılarını aralar. Bu nedenle, hakikat yolunda yürümek isteyenlerin, dünyevi arzularının ötesine geçerek, daha yüksek bir bilinç seviyesine ulaşmaları gereklidir.
Sonuç olarak, siyasilerin ve insan şeytanlarının etkisinden kurtulmak, toplumun birlik ve kardeşlik içinde yaşaması için elzemdir. Hakikati haykırmanın ve bu uğurda mücadele etmenin devrimsel bir eylem olduğunu unutmamak gerekir. Hakikat, eninde sonunda karanlık güçleri alt edecek ve toplumu aydınlığa kavuşturacaktır.
Hanif TÜRK