ŞOK DOKTRİNİ (5): VAHŞİ KAPİTALİZM
İşte Şok Doktrin’den kastım tam olarak, bir felaket sonrası kamudaki sistematik yükseliştir. İnsanlar gündelik aciliyetlerine fazlasıyla yoğunlaşmışken ilgilendikleri şeyleri korumak için. Belki de direnişin ilk sahnesi toplanan hafızaların silinmesine engel olmaktır.
IRAK’TA “ŞOK ENFORMASYON”
Muhalefeti bastırmak için son derece agresif yöntemlere ihtiyaç vardı. İşgalin ilk 3 buçuk yılında 61.500 Irak’Iı ele geçirildi. 2007 baharında, 19.000 kişi gözaltında tutuldu. Hapishanede uygulanan sorgulama tekniklerin birçoğu CIA tarafından gelişitirilen 1950’lerde Ewan Cameron’ın geliştirdiği tekniklerden oluşuyordu.
KızıI Haç’a göre, Birleşik Devletler askeri yetkilileri, Irak’taki tutuklamaların %70 ile %90’ında hata olduğunu kabul etti.
Irak’taki kaos, şok tedavisinin bir yenilgisi gibi görünse de felaket kapitalizmi devam etti. Şimdi felaket, kendisi için bir kâr sağIıyordu.
Savaştan İstifade
Birleşik Devletler askeri harcamaları 2001 yılından bu yana iki katına çıkmıştı. Yılda 700 milyar dolara yaklaşmıştı. 1961 yılında olduğu gibi, başkan Eisenhower, tanınmış bir liberal değilken güçlü bir askeri tehlike konusunda uyarmıştı.
Başkan Eisenhower: Muazzam bir askeri kuruluş ve büyük bir silah sanayisi, Amerika için yeni bir deneyimdir. Böylece, biz, istenmeyen etkilere karşı korunuyoruz. Askeri sanayii tarafından aranmış ya da aranmamış olsun bu ağırlıkların özgürlük ve demokrasi süreçlerine ağırlık koymasına asla izin vermemeliyiz.
Irak Savaşı, modern tarihin en özelleştirilmiş savaşıdır. Bağdat’taki yeşil bölge olarak adlandırılan yer dünyada ne olup bittiğinin örneğidir. Özelleştirilmiş, güvenli olarak adlandırılan dünya, bu kaostan korunmaktadır.
1991 yılında, ilk Körfez Savaşı’nda 100 asker içinde 1 taşeron (özel güvenlik) vardı. 2003 yılında, Irak Savaşı’nın başında her 100 asker içinde 10 taşeron vardı. 2006 yılı itibariyle, her 100 asker içinde 33 taşeron vardı. Bir yıl sonra, her 100 asker için 70 taşeron vardı. Haziran 2007’de, Irak’ta askerden çok taşeron vardı.
Bu, Milton Friedman’ın cesaretle umut ettiklerinin de ötesine gidiyordu.
Milton Friedman: “Sadece, ordu güçleri, mahkemeler ve bazı yollar ve otoyollar özelleştirilemez.”
En yüksek mertebedeki komutalardan biri de: “Karadeniz, Birleşik Devletler’in” diyordu.
Nisan 2004’teki Necef ayaklanması süresince Karadeniz üzerinden Birleşik Devletler’in gemileri komuta ediliyordu. Düzinelerce Irak’lı ,operasyonlar sırasında öldürüldü. Birleşik Devletler, Irak yasalarına karşı özel taşeron tazmin ediyordu. Sonuç olarak küçük bir Guantanamo gibi serbest bir baloncukla yönetiliyorlardı.
Cameron’un şok terapisi hastalarını şaşkın ve zarar görmüş halde bırakıyordu. Böylece Irak çoklu şoka maruz bırakıldı. Ülke kanunsuzluğa, şiddete ve mezhep ayrımına terkedildi.
Saddam Hüseyin’in 2006’daki idamıyla beraber her hafta 1000 Iraklı öldürülüyordu. Nisan 2007’de, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komisyonu, yaklaşık olarak 4 milyon kişinin evlerini terk etmek zorunda kaldığını, ve yüzbinlerce Iraklı’nın öldüğünü açıkladı.
Paul Bremer: Bence tarihçiler bizim burada yapmış olduğumuz büyük asil şeyleri yazacaklar.
New Orleans
Aynı yöntemin ABD’yi vuran Katrina fırtınası sonrası New Orleans’a da uygulandığını anlatıyor Klein. Sular çekildikten sonra, tüm devlet okulları özelleştirilmiş, yıkılan evlerini yeniden inşa edemediği için geri dönemeyenlerin, ki bunlar çoğunlukla siyahlardı, arsaları yine Halliburton gibi şirketlerin eline geçmişti.
New Orleans şehrinde de benzer bir durum yaşanır. New Orleans deniz seviyesinden alçakta kurulmuş bir şehirdir. Denizle şehri ayıran setin zayıflığı son on yıldır sürekli olarak ikaz edilmiş, ancak bu konuda hiçbir girişim yapılmamıştı.
Ağustos 2005’te, Katrina Kasırgası New Orleans’ı vurduğunda tüm dünya bir ırkçıIık felaketine tanık olmanın şokunu yaşadı. Ekonomik açıdan güvenli şehir dışı sürüşü on binlerin savunmasız olarak mahsur kaldığı zaman eyaletten çok az ya da hiç yardım olmadan gerçekleşiyordu. Hâlâ sular altındayken New Orleans’a gittim ve gördüğüm şey Irak’ta tanık olduğum olayların tekrar ediyor olduğuydu. Bir savaş sonu olmasa da, muazzam bir doğa olayının sonucuydu.
Çocuklar ülkenin her yerine dağıImış haldedirler. Bu bir trajedi, ama aynı zamanda eğitim sisteminin radikal olarak değişmesi için bir fırsattır. “O, bu şehrin okul sistemine delik açmak için özelleştirme uygulaması yapıyordu. Bu bir nevi onun Kuğu Şarkısı idi.
Naomi Klein: “Ben 2004’te Tsunami sonrasında benzer bir olaya tanık oldum. Yıllarca kumsallarda yaşamış olan insanlar geri dönüşü engelliyordu. Böylece tüm bölgeler özelleştirilebilecek ve lüks otellere satılacaktı. İşte Şok Doktrin’den kastım tam olarak, bir felaket sonrası kamudaki sistematik yükseliştir. İnsanlar gündelik aciliyetlerine fazlasıyla yoğunlaşmışken ilgilendikleri şeyleri korumak için. Belki de direnişin ilk sahnesi toplanan hafızaların silinmesine engel olmaktır.”
Sri Lanka, Thailand ve Endenozya
2006 yılına bir hafta kala Sri Lanka, Tayland, Endonezya kıyılarını vuran deprem ve sonrasında da tsunaminin yarattığı felaket hala belleklerdedir. 250 bin kişi yaşamını yitirmiş, milyonlarcası evsiz ve aç kalmıştı. Bu felaket yöre halkı için tam bir yıkım getirirken, Friedman’cılar için bulunmaz bir fırsattı.
Sri Lanka kıyıları doğal güzellikleriyle çok önceleri küresel şirketlerin dikkatini çekmişti. Zengin turistlerin tatil yapabileceği otellerle doldurmak istiyorlardı, tropik ormanların binlerce kilometrelik altın kumsalla birleştiği yerleri. Ancak yöre halkı bu projeye yığınsal protestolarla, şiddetle karşı çıktı. Yapılan referandumda da projeye ezici bir çoğunlukla hayır dedi. Sonra, depremle gelen tsunami kıyı boyunca yer alan köyleri silip süpürdü. Sri Lanka hükümetinin elbette halkın yaralarını saracak, yeniden yapılandırmayı sağlayabilecek ekonomik gücü yoktu.
Dünya Bankası ve IMF imdada yetişti. Biz size borç para veririz dediler. Ancak kıyılardaki “yeniden yapılandırma programı”na da evet demesi gerekiyordu hükümetin. Yani halkın daha önce ‘hayır’ dediği her şeye evet demek zorunda kaldı hükümet. Daha depremin şokundan kurtulmamış olan halk daha ne olup bittiğini anlamadan hükümet anlaşmayı imzaladı, yöre halkının kıyılara geri dönmesi yasaklandı.“ Yeniden inşa” başladı.
Villa Grimaldi, Pinochet rejiminin pisliğine dair en çok hatırlanan ve aynı zamanda, kaçınılmaz sonuyla da akıllarda yer etmiş bir isimdi. Villa Gramaldi, ekonomik şok zamanı ana işkence merkeziydi. Bu, kitapta söz edebileceğin şeylerden biri. Bu tecrit hücresi, hapsedilebileceğin bir yerdi. Pinochet’i sevdiğim söylenemez ama bana göre o pek çok açıdan bizim öğretmenimizdi. Kötülüğü öğrenmiş olduk.
1998 yıIında, Pinochet Londra’dayken yakalandı. Eski müttefiki Margaret Thatcer onun safında yerini aldı. Size ne kadar borcum olduğunu biliyorum. Ekonomik deneyimler 30 yıl sürdü. Irak’a dayatıIan dünyanın test sürüşü Pinochet’e nasip oldu. Ama geçmişte ve şu anda olanlar arasındaki benzerlikler endişe vericiydi. Pinochet’in konsantrasyon kamplarıyla, Bush’un Guantánamo’daki tutuklu kampları arasındaki gibi. Şili’de ortadan kaybolanlar ve Irak’takiler kaybolanlar arasındaki gibi. Abu Ghraib tutuklularına yapılan işkencelerin arasında Ewen Cameron deney fikirleri de yer alıyordu. Tüm geçmişi sildi ve bunun için elektro şok verdi hastaların tüm geçmişi sildi ve yeni fikirler ortaya koydu.Ama Janine reddetti. CIA, 1998’de Janine’e ve Ewan Cameron deneylerinin diğer kurbanlarına tazminat ödemeyi kabul etti. Janine, seni yolundan saptırmaya çalışmandan ve bu kadar şiddetle savaşmanla gurur duyuyor musun?
Gittiğim yol, benim yolumdur. Çünkü içimde tohumlanan güce sahip olmalıyım. Hükümetle savaşmak aşırı zordur. İnsanlar bana şöyle diyecekti: “Janine, hükümetle savaşma. Senin sorunun nedir? Çok büyükler. Ancak kazanacağımız umudunu taşıyordum.
Düzensiz piyasaların doğasında olan şey geçici olmaktır. Baloncuklar şişirilmeye başladı ve ardından kaçınılmaz patlama gerçekleşti. Big Bang’in 80’lerdeki serbestleşmesinden beri.. pek çok piyasa şoku ortaya çıktı.
1987’nin meşhur Kara Pazartesi’si. Piyasalarda olağanüstü bir düşüş görüldü. Bu, stok piyasası tarihindeki en büyük tek günlük düşüştü. 1992’nin Kara Çarşamba’sı. Piyasa spekülatörlerinin Pound’a karşı bahis yarışına girdikleri zaman. 1997’de Asya’da bir küçülme gerçekleşmişti. Bir yılda, Asya piyasası stoklarından 600 milyar dolar uçtu gitti. Ve 2008’e gelindiğinde ekonomi piyasası çöktü.
G. Bush: Piyasa doğru bir şekilde işlemiyordu. Geniş çaplı güven kaybı gerçekleşti. 15 Eylül’de “Lehman Kardeşler” bölüm 11 iflas koruması açtı. Henüz 1 hafta geçmişti. New York ofisindeki işçiler ikramiyelerinden 2.5 milyar doları paylaşacaklardı. Geçtiğimiz yıl, Wall Street’in 18.4 milyar dolar ödediği tahmin ediliyor. Çarpışma yılı.
Naomi Klein: Şişman kedilerin sorumluluğu ya da küçük adam için duruşumuzu sergilemek ve küçük insanlar dahil Main Street’i kurtarmak için aya kalkmalıyız. Wall Street için değil. Dipsiz bir sağlık transferinin tanıklığını yapıyoruz. Bu, para transferi halkın elinden hükümetin elinden, normal insanlardan ve vergilerden toplanıp, dünyadaki zengin şirket ve bireylerin eline verildi. Belirtmek gerekir ki, sıradan bireyler ve şirketler bu krizin sorumlusudur.
Alan Greenspan – Eski Birleşik Devletler Fon Başkanı: Yüzyılın kredi tsunamisinin tam ortasındayız. Bir pürüz buldum ve bunun ne kadar önemli ya da kalıcı olduğu hakkında bir fikrim yok. Ancak, bu sonuçtan dolayı oldukça üzüntülüyüm.
Birleşmiş Milletler’de Obama’nın zaferini koruyan bir mali kriz gerçekleşti. Amerikalılar tabii ki bir değişim istiyordu. Bu kriz açık şekilde hemen hemen herkesin ortaya çıkan serbest özelleşme ideolojisinin doğrudan sonucu olarak yer alması şeklinde anlaşıldı. Kriz ölçeği değişimi vadediyor. Bir strateji olarak Şok Doktrini işlevselliğini devam ettirmek için bizim hiç bir şey bilmediğimizden emin olarak hareket ediyor. Var olan ekonomik krizlerle ilgili en umut verici bulduğum şey.. mevcut taktiklerin işlevini kaybediyor oluşu. Çünkü artık sürpriz faktörü ortadan kalktı. Şu an onlarlayız ve bu hiç bir işe yaramıyor. Şoka dayanıklı hale geliyoruz.
1933’de, insanlar Yeni Anlaşma’nın ürünü olan Keynesyan politikalarına yöneldi.
Korkmamız gereken tek şeyle ilgili inancını belirteyim Korkunun ta kendisi. 2 milyondan fazla kişi Washington’a Obama’nın açılış konuşmasını.. dinlemek için geldi. Pek çok gazeteci FDR ile kıyaslama yapıyordu. Son zamanlarda Obama’nın, Franklin Delano Roosevelt’le kıyaslanması en çok konuşulan konulardan birisiydi.Şimdi birazcık da muhteşem bir hikayesi olan FDR’den bahsetmek istiyorum.
Yenilikçi bazı organizasyon ya da birlikler tarafından ziyaret edildiğinde yeni bir takım anlaşmaların parçası olmaları istenen Yeni Anlaşma önerilecekti. O onları duyabiliyordu, onları dinliyordu ve sonunda şöyle dedi: “Şimdi oradan çık ve bana bunu yaptır. ” Ve yaptılar. 1937 yılı, Yeni Anlaşma’nın yılı oldu.
EBU GUREYB İŞKENCELERİ
Irak Savaşı'nın ilk aşamalarında, Amerika Birleşik Devletleri Ordusu ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı üyeleri, Irak'taki Ebu Gureyb hapishanesindeki tutuklulara karşı bir dizi insan hakları ihlali ve savaş suçuyla suçlandı . Bu suistimaller arasında fiziksel istismar, cinsel aşağılama, fiziksel ve psikolojik işkence ve tecavüzün yanı sıra Manadel al-Jamadi'nin öldürülmesi ve bedeninin tahrip edilmesi yer alıyordu. Suistimaller , Nisan 2004'te CBS News tarafından fotoğrafların yayınlanmasıyla kamuoyunun dikkatini çekti, şok ve öfkeye neden oldu ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ve uluslararası alanda yaygın bir kınama aldı.
George W. Bush yönetimi, Ebu Gureyb'deki suiistimallerin münferit olaylar olduğunu ve ABD politikasını göstermediğini belirtti. Bu, Kızıl Haç, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi insani yardım kuruluşları tarafından reddedildi ve suiistimallerin Irak, Afganistan ve Guantanamo Körfezi'ndeki (GTMO) gözaltı merkezleri de dahil olmak üzere Amerikan denizaşırı gözaltı merkezlerindeki işkence ve vahşi muamele örüntüsünün bir parçası olduğu iddia edildi. İsyancıların havan saldırılarında Ebu Gureyb'de 36 tutuklunun öldürülmesinden sonra, ABD tesisi bir savaş bölgesinde tuttuğu için daha da eleştirildi. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi, Ebu Gureyb'deki tutukluların çoğunun silahlı gruplarla hiçbir bağlantısı olmayan siviller olduğunu bildirdi.
İşkence Muhtıraları olarak bilinen belgeler birkaç yıl sonra gün yüzüne çıktı. Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı tarafından 2003 Irak işgaline giden aylarda hazırlanan bu belgeler, yabancı tutuklulara yönelik belirli " geliştirilmiş sorgulama tekniklerinin " (genellikle işkence içerdiği düşünülen) kullanılmasını yetkilendiriyordu. Muhtıralar ayrıca Cenevre Sözleşmeleri gibi uluslararası insani yasaların yurtdışındaki Amerikan sorgulayıcıları için geçerli olmadığını savunuyordu. Hamdan v. Rumsfeld (2006) da dahil olmak üzere sonraki birkaç ABD Yüksek Mahkemesi kararı, Cenevre Sözleşmelerinin geçerli olduğuna hükmederek Bush yönetiminin politikasını bozdu.
Abu Ghraib olaylarına yanıt olarak, Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı 17 asker ve subayı görevden aldı. On bir askere görevi ihmal etme, kötü muamele, ağırlaştırılmış saldırı ve darp suçlaması yöneltildi. Mayıs 2004 ile Nisan 2006 arasında, bu askerler askeri mahkemede yargılandı, suçlu bulundu, askeri hapishaneye mahkûm edildi ve onursuzca hizmetten ihraç edildi. Hapishanedeki en kötü suçların çoğunu işledikleri tespit edilen iki asker, Uzman Charles Graner ve Er Lynndie England , daha ağır suçlamalara tabi tutuldu ve daha ağır cezalar aldı. Graner, saldırı, darp, komplo, tutuklulara kötü muamele, uygunsuz davranışlarda bulunma ve görevi ihmal etmekten suçlu bulundu; 10 yıl hapis cezasına ve rütbe, maaş ve yan haklarından mahrumiyete çarptırıldı. England komplo kurmaktan, tutuklulara kötü muamele etmekten ve ahlaksız bir eylemde bulunmaktan suçlu bulundu ve üç yıl hapse mahkûm edildi. Irak'taki tüm gözaltı tesislerinin komutanı olan Tuğgeneral Janis Karpinski uyarıldı ve albay rütbesine indirildi . Birçok üst rütbeli de dahil olmak üzere, bu önlemleri uygulamakla veya yetkilendirmekle suçlanan birkaç askeri personel daha kovuşturulmadı. 2004 yılında, Başkan George W. Bush ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Ebu Gureyb suistimalleri için özür diledi.
Haziran 2003'te Uluslararası Af Örgütü , ABD ordusu ve koalisyon ortakları tarafından Irak'taki gözaltı merkezleri ve hapishanelerde gerçekleştirilen insan hakları ihlallerine ilişkin raporlar yayınladı. Bunlar arasında, bir zamanlar Saddam Hüseyin hükümeti tarafından kullanılan ve işgalden sonra Amerika Birleşik Devletleri tarafından devralınan Ebu Gureyb hapishanesindeki acımasız muameleye ilişkin raporlar da vardı . 20 Haziran 2003'te, AI'nın Orta Doğu Programı'nın müdür yardımcısı Abdel Salam Sidahmed, tutukluların gözaltı koşullarına karşı ayaklanmasını şöyle tanımladı: "Saddam Hüseyin döneminde işkence ve toplu infazların merkezi olan meşhur Ebu Gureyb Hapishanesi, yine dış dünyadan kopuk bir hapishane. 13 Haziran'da bu hapishanede yargılanmadan süresiz gözaltılara karşı bir protesto düzenlendi. İşgalci güçlerin birlikleri bir kişiyi öldürdü ve yedi kişiyi yaraladı."
23 Temmuz 2003'te Uluslararası Af Örgütü, ABD ve koalisyon güçleri tarafından yaygın olarak gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini kınayan bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, tutukluların aşırı sıcağa maruz bırakıldığı, kendilerine kıyafet verilmediği ve tuvalet olarak açık siperleri kullanmaya zorlandıkları belirtildi. Ayrıca, uzun süreler boyunca uykudan mahrum bırakılma, parlak ışıklara ve yüksek sesli müziğe maruz bırakılma ve rahatsız edici pozisyonlarda tutulma gibi yöntemlerle işkenceye maruz bırakıldıkları belirtildi.
1 Kasım 2003'te Associated Press , Abu Ghraib'deki kitlesel insan hakları ihlalleri hakkında özel bir rapor sundu. Raporları şöyle başlıyordu; "Irak'taki Amerikan gözaltı kamplarında yasaklı konuşmalar, bir mahkûmun saatlerce bağlı ve güneşte uzanmış bir şekilde kalmasına neden olabilir ve yakın zamanda serbest bırakılan Iraklılara göre, çadır direklerini sallayan tutuklular düzenli olarak gardiyanlarına karşı ayaklanırlar." Rapor, mahkûmların Amerikalı esir alıcıları tarafından nasıl kötü muameleye uğradığını anlatmaya devam etti: " Yeni serbest bırakılan 38 yaşındaki Saad Naif, Amerikalılar için 'Bizi koyun gibi hapsettiler' dedi. 'İnsanlara vurdular. İnsanları aşağıladılar. ' " Buna karşılık, Irak'taki tüm ABD gözaltı tesislerini denetleyen ABD Tuğgeneral Janis Karpinski , mahkûmlara "insanca ve adil" davranıldığını iddia etti. AP raporu ayrıca, 1 Kasım 2003 itibarıyla ABD askeri personeline karşı iki davanın beklemede olduğunu belirtti; Biri Iraklı bir mahkumun dövülmesiyle ilgiliyken, diğeri gözaltında bir mahkumun ölümüyle ilgiliydi.
İşgalin başlangıcından bu yana, Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nin (ICRC) hapishaneyi denetlemesine izin verilmişti ve tutukluların muamelesi hakkında raporlar sunmuştu. ICRC raporuna yanıt olarak Karpinski, tutukluların birçoğunun istihbarat varlıkları olduğunu ve bu nedenle Cenevre Sözleşmeleri uyarınca tam korumaya hak kazanmadıklarını belirtti. ICRC raporları, Irak görev gücünün komutanı olan Korgeneral Ricardo Sanchez'in 1 Ocak 2004'te iddiaları soruşturmak üzere Tümgeneral Antonio Taguba'yı atamasına yol açtı. Taguba bulgularını (Taguba Raporu) Şubat 2004'te sunarak "birçok tutukluya çok sayıda sadist, bariz ve kasten suç teşkil eden suistimal olayının uygulandığını" belirtti. Tutuklulara yönelik bu sistematik ve yasadışı suistimal, askeri polis muhafız gücünün birkaç üyesi tarafından kasıtlı olarak işlendi. Raporda, fotoğrafik kanıtlar da dahil olmak üzere bu suistimale dair yaygın kanıtlar olduğu belirtildi. Rapor kamuoyuna açıklanmadı.
Skandal, 28 Nisan'da CBS News tarafından yayınlanan 60 Minutes II haber raporunun, askeri personelin çıplak mahkumlarla alay ettiğini gösteren resimler de dahil olmak üzere istismarı anlatmasıyla Nisan 2004'te kamuoyunun dikkatini çekti. Seymour Hersh tarafından The New York dergisinde bir makale yayınlandı, 30 Nisan'da çevrimiçi olarak yayınlandı ve günler sonra 10 Mayıs sayısında yayınlandı ve bu da yaygın bir etki yarattı. Fotoğraflar daha sonra dünya çapındaki basında yeniden üretildi. Taguba raporunun ayrıntıları Mayıs 2004'te kamuoyuna açıklandı. Kısa bir süre sonra, ABD Başkanı George W. Bush sorumlu kişilerin "adalete teslim edileceğini" belirtirken, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Irak'ta bir hükümet yeniden inşa etme çabalarının ciddi şekilde zarar gördüğünü söyledi.
Mahkumların kıyafetlerinin soyulması, Ebu Gureyb'deki işkence sırasında yaygın bir cinsel aşağılama ve onur kırıcı davranış biçimiydi. 2004 yılında, ABD Ordusunda tümgeneral olan Antonio Taguba , Taguba Raporu'nda bir tutuklunun "kimyasal bir ışık ve belki de bir süpürge sapıyla" sodomize edildiğini yazdı. 2009 yılında Taguba, Amerikan askerlerinin ve tercümanlarının Ebu Gureyb'de tutuklulara tecavüz ettiğine dair fotoğrafik kanıtlar olduğunu belirtti. Bir Ebu Gureyb tutuklusu, soruşturmacılara Iraklı bir genç çocuğun çığlık attığını duyduğunu ve bir Ordu tercümanının kendisine tecavüz ettiğini gördüğünü, bu sırada bir kadın askerin de fotoğraf çektiğini söyledi. Bir görgü tanığı, iddia edilen tecavüzcüyü tercüman olarak çalışan bir Amerikalı-Mısırlı olarak teşhis etti. 2009 yılında, Amerika Birleşik Devletleri'nde bir hukuk davasının konusu oldu. Başka bir fotoğrafta, bir Amerikan askerinin bir kadın mahkûma tecavüz ettiği görülüyor. Diğer fotoğraflar sorgulayıcıların cop, tel ve fosforlu tüp gibi nesnelerle mahkumlara cinsel saldırıda bulunduğunu ve bir kadın mahkumun göğüslerini açığa çıkarmak için kıyafetlerinin zorla çıkarıldığını gösteriyor. Taguba, ABD Başkanı Barack Obama'nın fotoğrafları yayınlamama kararını destekleyerek, "Bu fotoğraflar işkence, taciz, tecavüz ve her türlü ahlaksızlığı gösteriyor." dedi. Başlangıçta fotoğrafları yayınlamayı kabul eden Obama, üst düzey askeri yetkililerin lobi faaliyetlerinden sonra fikrini değiştirdi; Obama, fotoğrafların yayınlanmasının askerleri tehlikeye atabileceğini ve "Amerikan karşıtı kamuoyunu alevlendirebileceğini" belirtti.
Diğer cinsel taciz vakalarında, askerlerin kadın mahkumlara tecavüz ettiği bulundu. Üst düzey ABD yetkilileri, tecavüzün Ebu Gureyb'de gerçekleştiğini kabul etti. Tecavüze uğrayan kadınların bazıları hamile kaldı ve bazı durumlarda, namus cinayeti olduğu düşünülen olaylarda daha sonra aile üyeleri tarafından öldürüldüler. Ayrıca, gazeteci Seymour Hersh, Temmuz 2004'te Savunma Bakanlığı'nın, Iraklı hapishane personeli tarafından kadın mahkumların önünde tecavüz edilen erkek çocuklara dair videolara sahip olduğunu iddia etti.
12 Ocak 2005'te The New York Times, Abu Ghraib tutuklularının daha fazla tanıklığı hakkında haber yaptı. Rapor edilen suistimaller arasında tutukluların üzerine işemek, yaralı uzuvlara metal coplarla vurmak, tutukluların üzerine fosforik asit dökmek ve tutukluların bacaklarına veya penislerine ip bağlayıp onları yerde sürüklemek yer alıyordu.
Bir hapishane gardiyanı, video günlüğünde, mahkumların küçük uygunsuz davranışlar nedeniyle vurulduğunu ve mahkumları ısırmak için zehirli yılanlar kullandığını, bazen de ölümlerine yol açtığını iddia etti. Gardiyan, tutuklulara taş attığı için "başının dertte" olduğunu söyledi. İnsan piramidi fotoğrafındaki çıplak mahkumlardan biri olan Hashem Muhsen, daha sonra askerlerin eşekler gibi bindiği sırada erkeklerin çıplak bir şekilde yerde sürünmeye zorlandığını söyledi.
Kullanılan işkence tekniklerinin çoğu Guantanamo gözaltı merkezinde geliştirildi. Bunlar arasında uzun süreli izolasyon, insanların birkaç saatte bir hücreden hücreye taşınarak günler, haftalar hatta aylar boyunca uyuyamamalarını sağlayan uyku yoksunluğu programı olan sık uçuş programı, acı verici pozisyonlarda kısa zincirleme, çıplaklık, aşırı sıcak ve soğuk kullanımı, yüksek sesli müzik ve gürültü kullanımı ve fobilerden yararlanma yer alıyor.























