TAKDİMNÂME
ÜSTAD M.H. ULUĞ
“TAKDİMNÂME”
Bugün neşre başladım manzum külliyatımı,
Takdim ederken size sır dolu hayâtımı,
Kefenimsi biçimde;
Mehtapta mezar soyan aç kalmış bir hırsızın,
Veya son görücüye çıkan yaşlı bir kızın,
Utancı var içimde!
Otuz yıllık ömrümde hep hakîkat aradım;
Tek başıma beş lisan öğrenerek taradım,
Maşrıkı ve mağribi;
Bütün insânlık için kanayan bir yarayım;
Ne oğlum var seveyim! Ne karım var sarayım!
Yalnızım ALLAH gibi!
Her nefes “EHL-İ BEYT”i kanlı yaşlarla andım;
Bir kevser havuzunda şükür en son yıkandım,
Çıktı, o irsî kirim!
Ölülere rûhumdan yaparım sun’î ilkah!
Cibrîl gibi Meryem’e üflerim bilâ nikâh!
Yine de hep bâkirim!
Benden evvel RABB’imi görür bakan gözüme!
Artık Sinâ dağından ışıldayan özüme,
Kabir değildir tenim!
Fişi güneşe takıp, olmuşum dev bir radar!
Yedi kat yer dibinden Arş-ı âlâya kadar,
Dalga alır antenim!
Bir inilti işittim dolaşırken fezâda,
Baktım, kara bir mikrop bir hayvâna ezâda:
Hurâfe ile Beşer!
Bileyip neşterimi sırtında seyyarenin,
Daldırdım merkezine iltihaplı yârenin!
Aktı içinden mahşer:
İstavroz, tespih, ibrik, yobazlık, devrimbazlık,
HAK’la kul arasında simsarlık, madrabazlık,
Çıktı, yaptım pansuman!
Havra, Kilise, Câmi, her türlü put müzesi,
Toz oldu çarptığında irfanımın füzesi!
Yere indi âsüman!
Feylesof muyum? Hayır! Mesîh? Yok! Mehdî? Hâşâ!
Sâde loş bir sahneyi eyliyorum temâşa!
Tiyatrodayım mâdem!
Öyle bir piyes ki bu titrerim tiril tiril,
Her temsilde açıyor perdesini bir goril,
Ve kapıyor bir Âdem!
Son bir heykeltıraşım inmiş göğün üstünden,
Bir insân çıkarırım yontup hayvân büstünden!
ALLAH’tır hep modelim!
Ayırıp samanından Âdem’in çamurunu,
Yoğrurum güneşte yeniden hamurunu,
Dâim kan kokar elim!
İlerlerken RABB’ime, doğru bir yolda emin,
Bir çığlık işiterek önünde makinemin,
Yaptım acı bir fren!
Son ahret katarıyım, dünyâdan geçer rayım!
Verin gözyaşınızı vagonuma sarayım!
Haydi kalkıyor tren!
Loş ve mahzundur diye ta’n edilmez makbere!
Gece semâda bile otuz günde bir kere,
Bedri olur bir Ayın!
Görmeseniz de hiç burnunuzdan ileri,
Hep ağlaya ağlaya yazdığım şiirleri,
Gülerek okumayın!
Her kelimem fersûde, her satırım perişan...
Bu belki uslûbumun kemâline bir nişan,
Kırışıktır yaşlı yüz!
Kâh verilir katlime, kâh tâltifime karar!
Kimi şi’rimde vezin, kimi kafiye arar,
Kimi de bir tefeyyüz!
Namûsunuza teslim ettim her bir sırrımı;
Gösterdim yatak,yorgan,çarşaf ve hasırımı,
Kalktı mahremiyetim;
Bunları kim satarsa bir şehvet pazarında,
Yakasına yapışır yarın HAK nazarında,
Çırılçıplak bir yetim!
Deyin “Bu bir meczuptur! Veya bir rûh hastası!
Mezar taşına çarpıp çatlamış kafatası!
Serseri! Bir derbeder!”
Darılmam –size asla! Tuza kızmaz bir deniz!
Yalnız bana yanılıp “Geç ! Bir şâir !” Derseniz,
Hortlağım takip eder!
Der : “O ne bir Hügoydu! Ne de bil bir Şekispir!
Belki yalnız kılığı değişmiş eski bir Pîr...
Üç ismi vardı niçin?
Ona heykel dikme de, Kitabına gel eğil!
İnmişti dünyânıza “Nobel”inizi değil,
Sırf sizi almak için!
Gözü yoktu alkışta, kadın kız, paranızda,
“Uçan dâire” gibi gezerdi aranızda!
Misâfirdi bir anlık;
“Sûr” sesini duyunca dedi sevinçle “Lebbeyk!”
Vücûdundan fırlattı “Şems”e ilâhi bir peyk!
Kaldı size karanlık!
Beyitlerini sıkın! “EHL-İ BEYT” kanı damlar!
Kafiyeleri ezin, kalkar başsız adamlar!
Kâinat çınlar ahtan!
Artık “o kimdi?” Diye sorup durmayın! Ardır!
Balığın vücûdunda sudan başka ne vardır?!
İnsânda da ALLAH’tan?!!
Gelin! Diriyim henüz! Nefes alıyor mumyam!
Kendi etini çiğner kabrinde pis bir yamyam!
Kusarak için için!
Kâlbimden her vurdukça çıkar “tam tam” sesleri!
Kalkmış Piramidinden “Mısır”ın Ramsesleri!
Bir “Ölüm dansı” için!!!
Genç bir kazâzedeyim! Günahların sisinden,
Kâlbinizin buzuna çarpan Nûh Gemisinden,
Bir ben kurtuldum en son!
Teknenin enkâzını taşıyorum adama,
“Cuma”dan başka kimse yok benzeyen “Adam”a! *
Ağlıyor hep Robenson...
Tenimi bayrak gibi asmışım omurgama!
Belki görür bir “kaptan” deyip uzaktan, ama,
Görünürde yok ışık!
Gözlerim ufuklara baka baka kör oldu!
Toprağı öpe öpe ağzım toprakla doldu!
Hâlâ bekliyor âşık!
Elbet bir gün yanaşır bir “Gemi” bu kıyıya!
İnsân Dünyâ denilen karanlık bir kuyuya,
Konmuş bir çıkırıktır!
Göğe “Su” çekmek için ederken ömrü fedâ,
Kanlı zincirlerinden duyulan tek bir sedâ,
Boğuk bir “Hıçkırık”tır.!!!
M.H.ULUĞ KIZILKEÇİLİ
ANKARA – 20.02.1960
(x) HIÇKIRIKLAR 1960 ANKARA
*Cuma = Robenson adasındaki Robensondan başka tek adamın ismi

